youtu.be/q63RUC7kUuo
ölüm rengine bürünmüş
bir ahmet erhan portresi gibi
dolaştım kendi kıyılarımda
yalnızlığı çileden çıkaracak kadar yalnızdım
elimi düğümlediğim ayağımla
II
Kurbağalara bakmaktan geliyorum
Dedi Yakup, bunu kendine üç kere söyledi
Telaşlı, açgözlü kurbağalara
Bakmaktan geliyorum. Ben sanki Yusuf
Ve Yusuf değil
Her gün bir tahtaboşta asılı duruyorum
Ve durmuyorum. Ben işte Yakup
Yok artık karıştırmıyorum.
Direk konuya girecegim lafı dolandırmadan. Kisa bir sürede okunan bu kitabın etkisi büyük. Bütün kitap Tanrı ile konuşma tarzinda geçiyor. Hikayenin çoğu yerinde gerildim ve karamsar havasından bunaldığımı hissettim.
Insanın ödediği bedeli, iyilik kötülük kavramlarını hikaye boyunca hem bir kaderi kabulleniş şeklinde hem de her an isyana dönebileceğini hissettiren ama bir türlü okuyucunun ( bu durumda bu ben oluyorum) beklediği isyanı göremeyen bir sorgulayış ile hatirlatiyor.
Özetle okunmasını tavsiye ediyorum.
Sevgiler.
... Yeni ve korkunç bir şeyler oluyordu vücuduna, hem de İvan İlyiç’in hayatında hiç görmediği ölçüde önemli şeyler. Bunu bir tek o fark ediyordu, çevresindekiler ya hiçbir şey anlamıyor ya da anlamak istemiyorlardı; dünyada değişen bir şey yoktu onlara göre, her şey eskiden nasılsa yine öyleydi. İvan İlyiç’e en çok dokunan da buydu. Ev halkının —özellikle de ziyaretten ziyarete koşan karısıyla kızının— hiçbir şeyin farkında olmadığını anlamıştı İvan İlyiç; tek sıkıntıları, onun neşesiz ve mızmız halleriydi... sanki bunun sorumlusu oymuş gibi! Her ne kadar gizlemeye çalışsalar da, onu ayakbağı olarak gördüklerinin farkındaydı İvan İlyiç.