Zor Kadın ürkasında büyük bir boşluk, damağımda nefis bir tat bırakarak bitti. Daha önce haftada iki gün paylaşımlarla okuduğum, sonrasında pdf’ini kaç defa okuduğumu unuttuğum bir kitabın bitmesine de bu kadar üzüleceğimi doğrusu hiç tahmin etmezdim.
Aşka değer vermeyen bir adamın; kalbinin aşk ateşiyle sarıldığını bir türlü kabul etmediği, eski
"Buğulu gözlerini, kapı ile televizyon sehpası arasındaki boşlukta duvara yaslı duran sandığa çevirdi. Uzun ve dalgın bakışlarla sandığı süzdü. Sonra yutkundu. Kırışık ve dar anlının altında iki küçük lamba gibi parıldayan gözlerini tekrar resme kaydırdığında Gülfidan’ı ile bakışları kenetlendi. Konya sokakları kadar soğuk ve donuk iki masum
Türkiye toplumu ne yaparsak yapalım hala cinsel ve dinsel problemlerini çözememiş, "oryantalist bir orta doğu ülkesi"dir. Burada her zaman ki gibi aslında ne demek istediğimi anlayanlar ve anlamayanlar olacaktır. Meseleye bu açıdan baktığımız da
"kafka’nın değişim eserinde hayvanlaşan hayat anlayışımızı kaç kişi anlayabildi ki, intihar etmek için çabalarını kaçımız düşündü ki, yoksa hasta bir kişiliği mi okuyoruz?
kaç kişi sanat adı altında mozart’ın sarayda kızların peşinde koşarken krala yakalanmasını biliyor ki? kız çığlıklar içinde kaçarken mozart onun peşinde koşuyordu. üstü
Çünkü Oğuz Atay'ı da okudum. Seni de tanıdım...
Diyebilirsin ki bir insanı fotoğraflarından ve hakkındaki haberlerden ne kadar tanıyabilirsin? Haklısın belki de çok az... O zaman şöyle demeliyim... Seni az tanıyorum... Az...
Sen de fark ettin mi? Az dediğin küçük bir kelime. Sadece A ve Z. Sadece 2 harf. Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında. Biri Başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. Senin ve benim gibi.
Bu yüzden, belki de, az çoktan fazladır. Belki de az, hayat ve ölüm kadardır! Belki de, seni az tanıyorumi demek, seni kendimden çok biliyorum demektir. Bilmesem de öğrenmek için her şeyi yaparım demektir. Belki de az her şey demektir. Ve Belki de benim sana söyleyebileceğim tek şeydir.
ÖYLE ÇOK BAKTIM Kİ
Öyle çok baktım ki güzelliğe
onunla dopdolu hayalim
Gövdenin hatları. Kırmızı dudaklar. Haz dolu kollar
bacaklar.
Sanki Yunan yontularından alınmış saçlar,
her zaman güzel, taranmamış olsalar da,
hafifçe düşüvermiş solgun alınlara.
Aşkın yüzleri, tam şiirimin
istediği gibi... gençliğimin gecelerinde,
gizlice buluştuğum gecelerinde...
SENİ ANLATMAK
Benden seni anlatmamı istiyorlar
Ne desem ki
Ne denir ki
Anlatmamı istiyorlar seni
Anlayabileceklermiş gibi senin eşsizliğini
Ben anlatamıyorum seni
Ne zaman söze başlasam gözlerim doluyor
Adını söyleyemiyor dilim
'O' diyorum düğümleniyor kelimeler boğazımda
Kelimeler nefes aldırmıyor bana
Nefesim oluyorsun bir anda
İçime çekiyorum ismini
İsminle birlikte seni
O an dünya üzerimi örtüyor
Siyah ötesi oluyor her şey ve her yer
Yine o an yok oluyor herkes
Sorular yok oluyor cevaplar da
Şimdi benden seni anlatmamı istiyorlar
Anlatamıyorum
Anlat diyorlar
''O'' diyorum
Kayboluyorlar!
"Çoğu kez yüzlerinde, omuzlarında ve bileklerinde, birer hikaye özeti gibi duran bıçak yaraları olurdu bu tayfaların. Gözlerinde de, bu yaraları açan bıçakların parıltısı… Hatta, geçmişin karanlığında kalacağı yerde tafyaların gözlerinde soluk alıp veren bu çelik mavisi parıltılar kimi zaman öyle keskin oluyordu, öyle acımasız görünüyor ve öyle şiddetli yanıp sönüyordu ki, eminim, ister istemez tayfaların baktığı her yer biraz yaralanıyordu. Kıpırtılar, sesler ve yelkenli gemiler gibi gözüken şimdiki zamanın yüzünde küçük küçük, yara izine benzeyen pencereler açılıyordu yani ve anımsamak istemeyen bir geçmiş, bu pencerelerin gerisinde, alaycı bir sesle küstahça uğuldamaya başlıyordu."