“Siz” diyor, “insanlardan bu kadar kaçtığınıza, bu kadar… ne bileyim iğrendiğinize göre, kendinizi çok mu yüksek bir yerde görüyorsunuz? En temiz, en dürüst, en akıllı sizsiniz, kalan herkes ise aptal ve cahil, öyle mi?”
Gülüyorum. “İnsanların çoğunun aptal olduğu doğrudur” diyorum. “Özellikle zenginler. Sen bu yaşta bunu fark edemiyor
"Bunalıyorum çocuk, büyük bir ıstırap içinde bunalıyorum! Görüyorsun ya, gittiğimiz her yerde mütemadiyen dert, şikâyet dinliyoruz... Her taraf derin bir yokluk, maddî, manevî bir perişanlık içinde... Ferahlatıcı pek az şeye rastlıyoruz; Memleketin hakikî durumu bu işte!... Bunda bizim bir günahımız yoktur; uzun yıllar hatta asırlarca
Radyo alçakgönüllüydü, vakurdu, inatçıydı ama yeni değildi. Televizyon ise hayatımıza ağır bir vaka olarak girdi; radyoyu, kardeşi doğunca ihmal edilen büyük çocuğa benzetti. Şımarıktı, kaprisliydi ve çok çekiciydi. Televizyonla birlikte özellikle küçük şehirlerde hayatın ağır ritmi değişti, alışkanlıklar terk edildi. Yazın evlerin bahçeleri boş
Her ferdi düşünen, seven ve çalışan gerçekten dinamik bir
ailede bahçe sahibi olmak hoştur. İlkbahar, yaz ve sonbahar akşamlarında herkes gündelik görevlerini bitirip bahçede toplanır;
bahçe ne kadar ufak, çitler ne kadar birbirine yakın olursa olsun,
aile fertlerinin konuşmadan, hayallere dalarak başlarını kaldırıp baktıklarında koskoca bir gökyüzü parçası göremeyecekleri
kadar da yüksek değillerdir. Çocuk, gelecek için planlarını, asla
ayrılmak istemediği, en sevdiği arkadaşıyla birlikte oturacakları evi, dünyanın ve hayatın bilinmezliğini hayal eder; delikanlı,
sevdiğinin gizemli büyüsünü, genç annebur bir çocuğunun geleceğini
hayal eder; bir zamanlar dertli olan kadın bu dupduru saatlerin
derinliğinde, kocasının soğuk görüntüsünün ardında sancılı bir
özlem keşfedip ona acır. Bir damın üzerinde yükselen dumanı
seyreden baba akşam ışığıyla uzaklarda büyülü bir görünüme
bürünen geçmişinden huzurlu sahnelere dalar; yakında öleceğini düşünüp evlatlarının onun ölümünden sonraki hayatını hayal eder; böylece, ulu ıhlamur ağacı, kestane ağacı yada köknar
enfes kokusunu ya da kutsal gölgesini onlara bağışlarken bütün
ailenin ruhu inançla günbatımına doğru yükselir.
_Eğer birinin ruhunu görmek istiyorsanız, ona hayallerini sorun.
_İnsan doğasındaki en derin prensip, "takdir edilme" isteğidir.
_Alaycı tiplerin aslında acılarını gizlemeye çalıştığı gerçeği doğrudur.
_İnsanın dünyadaki durumu, kedinin kitaplıktaki durumu gibidir; görür ve duyar ama hiç bir şey anlayamaz.
_Yanlış anlayanlar tarafından
Hintli "kurbağanın, içinde yaşadığı bataklığın suyunu içmediğini" bilir.
....
Bir biçimde biz Batı' da yaşayanlar da, doğaya karşı davranışımızda yolunda gitmeyen bir şeylerin var olduğunu fark etmeye başlıyoruz. Kimi zaman pek övündüğümüz ve bütünüyle mantık, bilim ve bizi çevreleyen her şeyi egemenlik altına alma üzerine kurulu
"Bir düşü gerçekleştirme olasılığı yaşamı ilginçleştiriyor"
"Ama düşler, Tanrı'nın diliyle konuşurlar. Tanrı dünyanın diliyle konuşursa bunun yorumunu yapabilirim. Ama senin ruhunun diliyle konuştuğu zaman bunu yalnızca sen anlayabilirsin..."
Basit şeyler, en olağanüstü şeylerdir ve yalnızca bilginler anlayabilirler
Dudaklarım gerisin geriye çekildi; ağdalı bir sıvının ağır ağır örttüğü, korkunun biçim kazanıp ayağa kalktığı ve ‘hey bana bir şeyler söylemenin vakti geldi’ dediği zamanlarda bekledim seni; gözlerimi kapadım. Bekledim. Beklerken, özlemenin hangi geçitleri geçilmez kıldığını, hangi duyguların insanı hayata kazandırdığını, basite indirgenmiş
Tekrarlıyorum; herkes şunu iyi bilmeli ki, topyekün bir yenilenmenin, uygar ve demokratik dünyanın bir parçası olmanın dışında gelecekle ilgili başka hiçbir alternatif yoktur..
Baskı altında olmak işin bir parçası. Herkes duşun altındayken şarkı söyleyebilir ama kaç kişi seyirci
önünde şarkı söyleyebilir, ha? Baskı altında olmak dünyanın farkını yaratır, bunu bil!"