Çok ters bir zamanda elime geçtiği için elimde çok fazla süründü ama ben sebebin benden kaynaklı olduğunu düşünüyorum çünkü içine girdiğinizde oldukça rahat okuyabileceğiniz bir kitap.
Orwell önce Paris'te kölelikten bile daha aşağı görülen "ayaktakımı" içine girip orada yaşadığı açlık, çalışma şartları ve tanıdığı insanlar hakkında yazıyor. Bizi ilginç karakterler ve sağlam tespitlerle sarsarken kullandığı dil de gözümden kaçmadı tabii. Öyle umursamaz bir insan gibi konuşuyor ki sizinle, dehşet içinde kalıyorsunuz. En azından benim için durum buydu.
Sonra Paris'e daha fazla dayanamayıp Londra'ya gidiyor yazar. Burada değil beklediğini bulmak, sokaklara düşünce Paris'in kölelere has çalışma düzenini özleten bir sefalet içinde birkaç hafta geçiriyor. Açlık, pislik, uykusuzluk, hastalıklar ve atalet içinde korkunç günler. Bu esnada toplumu ince ince gömmeden de etmiyor tabii ki. Akif'in medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar, sözlerini iliğinize kadar hissediyorsunuz.
Kitapla ilgili en büyük sıkıntı çeviri ve redaksiyon oldu benim için. İnanamadığım yazım yanlışları ve hepimiz Fransızca biliyormuşuz gibi sürdürülen çevirmen tutumu beni aşırı rahatsız etti. En azından eski yayınevleri birazcık dikkatli olur diye umuyor insan ama kimse kusura bakmasın bu kitap için hiç de öyle bir durum söz konusu değildi. Hayvan Çiftliği'ni Celal Üster'den okuyunca bence bahsettiğim farkı herkes görebilir.
Beni çokça düşündüren bir kitaptı. Yer yer gülme krizlerine girdiğim oldu. Ayrıca Orwell'ın kalemini daha çok sevmeme de vesile oldu kitap, en sevdiğim üçüncü yazar olmasına mani olan çok az şey kaldı.