Albert Camus'un kaleme aldığı Düşüş'te herkesçe başarılı görülen bir avukat aynı zamanda da çapkın bir erkek olan Clamence'in bir gün bir barda geçmişini hatırlaması (Clamence, bir intihar olayına tanıklık eder fakat hiçbir şekilde yardımcı olmak için harekette geçmez. Tam da burda Albert Camus’ un '' absürd” kavramını karşılık olarak çıkaran “intihar (ölüm)” anı ile Clamence'nin “düşüşü” başlar. Geçmişteki yok sayışı yani o intihar anını sorgulamaya başlar. Çünkü o andaki kayıtsızlığı ile kendi insani duygularının çok dışında olduğunun farkına varmıştır. İntihara bir dur dememiştir, çünkü ön planda olan çıkarları söz konusudur.) ve bununla yüzleşmesini okurken, bizler de kendimizle ve toplumla yüzleşiyoruz. Benim burda şahit olduğum; Clamence'nin kendisine olan itirafları, yaşadığı suçluluk isyanları, içinden geçen keşkeler, kötülükler hatta iyilikler; esasında bizden, içimizden, çok derin parçalar barındırıyor.
Albert Camus, yazdığı bu eserindeki cümleleriyle modern topluma ayna tutmuş ve durumu kendi gözüyle eleştirmiştir. Kitabı okurken Avukat Clamence'nin gözünden toplumu ve kendimizi değerlendiriyor hatta çaresizliklerimizi, vazgeçişlerimizi, korkularımızı ve tabi ki bencilliğimizi yargılıyoruz.
İçtenlikle şunu söyleyebilirim ki toplum olarak; insanoğlunun riyakarlığı bu kadar derin anlatılamaz, tokat gibi yüzüne vurulamazdı. Albert Camus'un Düşüş'ü, bence okunması zor
ve derinliğinin etkisinde kalındığı bir kitap. Yoğun duyguların yaşandığı ince ama dolu dizgin bir eserle iyi ki bu kitapla tanışmışım dediğinizi duyar gibiyim. Kitap üzerine konuşulacak daha çok şey var...