İkisi birden olmuyordu: Hem dünyadan öç almak hem dünyada kalıp yaşamayı sürdürmek. Öyleyse, öç!
Sayfa 69 - Can YayınlarıKitabı okudu
"Beni altüst eden, sıtma nöbetine tutulmuş gibi titreten şey Matmazel Funkel'in kızıp köpürmesi olmamıştı, beni titreten dayak ya da eve kapatılma cezası ya da, herhangi bir şeyden duyduğum korkunun verdiği heyecan da değildi. Bunun gerçek nedeni, bütün dünyanın başlı başına adaletsiz, kötü, adi bir kalleşlikten başka bir şey olmadığını kavramamdı. Bu köpekçe kalleşliğin nedeni de ötekilerdi. Yani bütün herkes. Öbür insanların hepsi, ayrımsız."
Reklam
Neyime gerekti böyle bana karşı birleşmiş koca bir kalabalık? Bana neydi böyle bir dünyadan? Böyle aşağılık bir dünyada, hayır, benim yerim olamazdı. Boğulacaksa ötekiler boğulsundu kendi kalleşliklerinin içinde!
Kendisinden hep bir şeyler bekleniyor, isteniyor, alınıyordu: Onu yap! Bunu yap! Ama şunu unutma! Ötekini hallettin mi? Neredeydin şimdiye kadar? Hep baskı, hep üsteleme, hep zaman darlığı, hep gözünün önüne tuttukları saat... O zamanlar pek ender oluyordu insanı rahat bıraktıkları...
Bir sümük parçası yüzünden kendini öldürmek! Daha biraz önce, yaşam boyunca ölümden kaçmakta olan bir adam görmemiş miydim?
...ama sümüğe basmayıp üçüncü bir kere diyez yerine fa çalacak olursam, o zaman... üç ölçü kaldı -ah, sevgili Tanrım, bir mucize göster! Bir şey söyle! Bir şey yap! Emret, yerler yarılsın! Piyano paramparça olsun! Zaman gerisingeriye gitsin de şu dizey'i çalmam gerekmesin!... re-do-si-la-sol... "Şimdi diyez!" diye bir haykırış geldi yan taraftan... ve ben, ne yaptığımı bile bile ölüme meydan okuyan bir kahraman gibi fa'ya bastım.
Reklam
İnsan sürgit, rahat rahat beyaz tuşlar üzerinde çalıp duramıyordu, belli yerlerde notada özel bir uyarı olmadan siyah bir tuşa, yani işte o sol notasının hemen dibindeki diyez'e basmak zorundaydı. Bense, partisyonda ilk kez diyez belirdiğinde uyanık davranıp ne olduğunu anlayamadım, hemen ıskalayıp fa'ya bastım, böylece de, her müzik dostunun düşünebileceği gibi hayli sevimsiz bir ses çıktı.
Adı Marie-Luise Funkel'di, daha doğrusu, Matmazel Marie-Luise Funkel. Bu "Matmazel"in unutulmamasına alabildiğine önem verirdi; oysa ben Marie-Luise Funkel'den daha az matmazelimsi görünen bir dişi yaratığa ömrümde rastlamamışımdır.
Baksana! Var ya, pazartesi günü ben de seninle geleceğim...
Ağaç tepeleri sessiz oluyordu, insanı rahat bırakıyorlardı orada. Annenin rahat bozan seslenişi, ağabeyin görev yükleyen buyruğu ulaşmıyordu o yerlere; duyulan yalnızca rüzgarla yaprakların hışırtısı, gövdelerin inceden gıcırtısıydı.
Reklam
“Ne şanslı çocuktum! Sevgili Tanrı’nın hoşnut bakışları üzerime yönelmişti.”
Sürekli bir şeyler yapmak "zorundaydı" insan, yapmalı mıydı, yapmamalı mıydı, keşke yapsaydı ya...
Sayfa 81 - Can yayınlarıKitabı okudu
İkisi birden olmuyordu : Hem dünyadan öç almak, hem dünyada kalıp yaşamayı sürdürmek.
Yükselmek hiç sorun değildi. Ama sonra yere nasıl inerdi insan?
"Çünkü televizyon izlemek, ailece oda müziği yapma âdetini öldürür, gözleri mahveder, aile hayatını sarsar; toptan ahmaklaşmaya yol açar."
Sayfa 79 - Can Yayınları
134 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.