Sevgili F.
Burası şu sıra öyle güzel ve güneşli, hem de sessiz ki! Senin gibi çok hareketli birinin böylesine tuhaf ve olaysız bir hayata katlanabileceğini hiç sanmam. Bana ise pek iyi geliyor. Vücut bakımından çok daha iyiyim. Şahsımla ilgili kaygılarla oradaki kadar meşgul değilim. Buna karşılık zaman gittikçe korkutucu oluyor, alabildiğine korkunçlaşıyor. Savaşın başlangıcında, ya da ortasındayız henüz. Zira savaş, tarafsız kalmış son büyük devletlerin katılmasıyla gerçekten başlıyor. Sonra, savaş sonrasının çöküntü ve kargaşalıkları. Alanımda her bakımdan elim kolum bağlı bir durumda hissediyorum kendimi. Kitaplarım yazıldıkları dilde bundan böyle belki de hiç bir zaman yayınlanmayacak.
"Bana "Sen öyle birini sevemezsin." dediler.
"Yapamazsın onunla, sana göre değil."
Hak verdim.
"Doğru söylüyorsunuz yapamam onunla."
Ama ne oldu?
Sevdim.
"Asla öyle bir şey yapmam, biliyorum kendimi." dedim.
Koşarak yaptım.
Severek yaptım.
İnsan sevmeden ne çok şey konuşuyor, deneyimlemeden ne çok şey zannediyor kendini.
Ne garip değil mi?
Aklımın ucundan geçmeyen şey kalbimin içinde...
Aklım almadı ama kalbim aldı seni.
"Aşk ile nefret iç içedir." dediler, "sanmam." dedim.
Bir de baktım en sevmediğim özellikleri bana sevdiren, en keyifli anımda canımı sıkıp, en mutsuz anımı güzelleştiren, değersizleştiren, hiçleştiren sen, aynı zamanda dünyadaki en değerli şeymişim gibi hissettiren de sen...
Beni çok sev ya da hiç sevme.
Ne fark eder?
Bunların hepsi aşk zaten..."
"Tehlikeli, yoksul bir çağda yaşadığımızdan yakınmalı mıyız? Sanmam. İnsan bütün öbür canlılar gibi yaradılıştan gevşektir. Onu uyaran, dürtükliyen olmazsa, hemen hiç düşünmez, törelerine ve alışkanlıklarına uyarak bir otomat gibi yaşar."