Yoksunluğun binbir acısı ve acıların doruğunda hayretsizlik...
Duyguları küntleştiren, kalbi buzlaştıran, tahayyülatı öldüren hayretsizlik... "Ben bunu biliyordum", "Ben bunu tanıyordum", "Bunda yeni bir şey yok” hayretsizliği. Hayretsizliğin uzun, sancılı, işkenceli
öldürücülüğü. Sürünen ceset, hasta nefis, yakıcı hiçlik. Hiç bitmeyecek
sanılan kör yolculuk, beyindeki çılgın uğultu, kahredici hezeyanlar,
yürekte eksilmeyen korku, yok edici keder, yıkıcı karamsarlık...
Ve son korku tufanından sonra, bir dönemeçte, ansızın ışıyan
nur. Hidayet Nuru'nun, felekleri aydınlatan kudreti... Kaderi gösteren,
kaderle barıştıran, kaderin barışla yırtılabileceğini ima eden sır... Arşın
varlığı, o varlıktan akan yıldızlar, binbir güneşin, binbir ışığın çağıltısı... Yeryüzünün bütün varlıklarından kopup gelen umut. İnsan-ı kâmil müjdesi, onarılan beden, coşan yürek, şahlanan tahayyülat...
Şahlanan tahayyülattan vuran kutlu imgeler... Gür yeşil donanmış Hidayet Vadisi, Tevhid Dağı'nın heybeti...
İnsansız Gaflet Çölü'nden Seçkinler Yaylası'na uzanan yolda, duanın
lütfuna ermek, ancak bir peygamberin, onun ashabının ve velilerinin
himmetiyle gerçekleşebilirdi...