DEATH ANGEL

BÖLÜM:2 İNSAN Mİ YOKSA BİR YARATIK MI?

2
40
16
♬Pacify Her♬ Hiç bilmediğiniz ya da daha önce hiç tanımadığınız birisini görmek genellikle insanı kötü hissettirir. Her şeyin aksine nedense bu kendine kral diyen bozuntu pisliği sanki bir yerlerde görmüşüm gibi hissediyordum. Ama nedense dakikalardır düşünmeme rağmen aklıma yatmıyordu onu daha önce nerede gördüğüm. Hafızam normalde çok güçlüdür ama şuan da bir türlü hatırlayamıyordum. Saat kaçtı ondan da bir haberdim. Hava kararalı çok olmuştu. Gözüme bir gram uyku girmiyordu. Kendimi bu yerde çok yabancı hissediyordum. Şuan da elimde olsa buradan kaçıp gitmeyi denerdim. Fakat şuan için yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Saatler önceki karşılaştığım suratı unutamıyordum. Bu bir ilgi değildi bu başka bir şeydi ama çıkaramamıştım nedenini. Odada tek yaptığım öylece masada oturmaktı. En sonunda artık daha fazla dayanamayacağımı anladığımda kapıyı açmak için hamle yaptım. Kapıyı defalarca çekiştirmeme rağmen açılmıyordu. Beni cidden bu odaya kilitlemişlerdi. O an kendime bakıp gülesim gelmişti. Ne kadar da sefil bir haldeydim. Nerede olduğumu da tam olarak bilmiyorken hayatımın sonuna kadar bu odada ve saray mıdır nedir böyle bir yerde mahsur kalmıştım. Oturduğum yerden sakince kalktığımda yatağa doğru birkaç adım attım. Ardından yatak örtüsünü çekerek yırttım. Saatlerdir sadece kendimle baş başa kalmam cidden bana göre bir şey değildi. Artık kendimi durduramıyordum. Delirmek üzereydim. Kendimi yatağa attım ve tavandaki avizeyi incelemeye başladım. Küçük ama ihtişamlı ve odanın rengine de çok güzel uyan koyu lacivert tasarımlı bir avizeydi. Aklımı kaçırdığımı düşünmüştüm o anda. Bir avizeye bakıp hayran kalmak mümkün müydü, bu kadar güzel şeyin arasında? Yattığım yatakta yavaşça doğruldum ve etrafta kapıyı kırabileceğim bir şey var mı diye şöyle bir baktım. Zaten buraya geldiğimden beri tek yaptığım şey etrafı incelemekti. Ben gözümle etrafı tararken birden daha ne olduğunu anlayamadan odanın kapısı birkaç defa tıklatıldı. Ardından narince açıldığında gelen kişiyi gördüğümde olduğum yerde donup kaldım. Beni boynumdan ısıran sarı saçlı ve yeşil keskin gözleri olan o erkek buraya gelmişti. O içeri girer girmez ona korku dolu bakışlarla bakmaya başlamıştım. Kalbim hızlı hızlı atmaya başlamıştı. Yatağa iyice yaklaştıktan sonra bana baktı ve uzun bir süre aynı şekilde beni inceledi. Artık daha fazla sessiz kalamazdım. Derin bir nefes aldım. Kaşlarım hafiften çatık bir halde ona doğru bu sefer de ben baktım. "Bir kızın odasına izinsiz girmek kabalıktır. Sana bunu hiç öğretmediler mi?" Bu cümleyi kurmak için kendimi öyle bir sıkmıştım ki ellerim uyuşmuştu. Kalp atışlarım durmak bilmeden hızlı hızlı atmaya devam ediyordu. Bu sözüm kaşının hafifçe havaya kalkmasına sebep olmuştu. Daha fazla dayanamadım ve yataktan kalktım. Sessiz bir şekilde bir şeyler söylemesini bekledim. Uzun bir süre yine beni süzdü. "Bu elbise sana çok yakışmış. Gel yanıma da daha yakından göreyim." Bu cümlesi beni titretmeye yetmişti. Olduğum yerde kıpırdanarak odanın kapısına yaklaşmak için hamle yaptım. O sırada beni kolumdan yakaladı ve tıpkı öncesinde yaptığı gibi beni duvara sıkıştırdı. "Sende kimsin? Bırak beni hemen!" Olduğum yerde onu ittirmeye çalıştım fakat o beni iyice sıkıştırmaya devam etti. Bir eliyle sol kolumu sıkıca kavradı ve beni tamamen duvara kilitledi. O zamankinden tek fark şuanda hâlâ hareket edebiliyordum. Benden uzaklaşması için ayağımla ayağına sertçe bastım ve onu sertçe ittirdim. Bu hareketim onu iyice sinirlendirmişti. Tuttuğu elimi bıraktığında bu kez çenemi ona doğru bakmam için tuttu. "Beni derhal rahat bırak dedim!" Bu sefer sesimin titremesini durduramamıştım. Bu da onun gözünden kaçmamıştı. Bana hafifçe gülümseyerek çenemi narince serbest bıraktı. İçimden rahat bir oh çekecekken daha ne olduğunu anlayamadan eli bu kez de elbisemin üzerinde gezindi. Hırlayarak ve bir yandan da elbisemi çekiştirerek kurtulmaya çalıştım. Bu hareketim elbisemin bir kısmının yırtılmasına sebep olmuştu. Göğüslerim iyice belirginleşmişti. Ona dehşet dolu bir bakış atsam da o önemsemedi. Bir eliyle beni duvara dayamıştı ve diğer eli hâlâ elbisemde geziyordu. Elinin soğukluğunu kumaşın üstünden bile hissetmiştim ve bu durum iyice titrememe sebep olmuştu. "Eğer sakin durursan sana zarar vermeyeceğim. Ama eğer tek bir çığlık veya kurtulmaya çalışmak için hamle yaparsan canını acıtırım haberin olsun!" Korku tüm bedenimi ele geçirmişti. Daha önce hiç böyle bir istismara uğramamıştım ve kendimi cidden çok kötü hissediyordum. İçimden şu kral bozuntusunun beni kurtarmasını diledim. Bunu kendimden beklemezdim ama elimden başka bir şey gelmiyordu. Elini elbisemde gezdirmeyi bitirdiğinde eli elbisemin astarlarına dokundu. Tek bir hamlede söktüğünde elbisem yere düştü ve önünde sadece bir sütyen ve bir iç çamaşırımla kalmıştım. Kendimi o kadar utanç verici bir halde hissediyordum ki oracıkta yere düşebilirdim. Daha ne yapabilir diye düşünürken ne olduğunu anlayamadan beni kalçamdan yakaladı ve yatağa atıverdi. Ardından yatakta üstüme çıktı. İçimden çığlık atmak gelse de o anki tehdit cümleleri beni korkutmaya yetmişti. Yatakta zangır zangır titrerken aniden odanın kapısı açılıverdi. Odaya giren kişiyi gördüğümde utancım ikiye katlanmıştı. Kral bozuntusu odaya girdiğinde kurtulacağımı düşünerek birazda olsa rahatlamıştım. Elimle sertçe suratına yumruk attım ve yatakta doğrulmasını sağladım. O da ne olduğunu anlayamamıştı anlaşılan. Utançtan yatakta yırtılmış çarşafı üzerime aldım. Korkuyla Kral'a bakıyordum. "Çık dışarı hemen!" Diye bağırdı kral. Gür sesi beni titretmeye yetmişti. Yine de sakince yatakta aynı pozisyonda çarşafla üstüm örtülü bir halde durmaya devam ettim. Sarı saçlı erkek odadan çıkacakken bana bakarak sadece benim görebileceğim bir şekilde göz kırptı. Ardından kapı arkamızdan hızlıca örtüldü. "İyisin değil mi? Bir yerine zarar vermedi. Bu yaptığının haddi hesabı olamaz!" Kaşları çatık bir halde kısa bir süre beni süzdü ve bir cevap beklediği çok açıktı. Kendimi zor da olsa konuşmayı denedim. "İyiyim." Bu sözümden sonra hiçbir şey demeden odadan çıkıp gitti. Yine kendimle baş başa kalmıştım. O gece korkumdan sabaha kadar uyuyamamıştım. Kendimi hâlâ olanların etkisinden kurtaramamıştım. Üstümde giyebileceğim hiçbir şeyim de yoktu. Tek yaptığım yatakta oturup beklemekti. Uzun bir süre sonra kapı sakince tıklatıldı. Kendimi yine o an ki gibi hissetmiştim. Ama bu sefer kapı acılınca gelen kişiyi gördüğüm anda rahatlamıştım. "Kral Aren'in emrine göre sana bir şeyler getirdim ve birde kıyafet." İçimdeki korku bir an olsun azalmıştı. Aynı kadın -bana artık senin hizmetkârınım diyen- gelmişti. Elindeki bir çift elbiseyi bana doğru uzattı. Üzerime giymeden önce odanın banyosuna yöneldim. Aynada dağılmış saçlarımı ve yorgunluktan şişmiş gözlerimi gördüm. Olduğum yerde küveti suyla doldurdum ve sessizce gözyaşı akıttım. Kısa bir süre daha kendimi ağlarken inceledikten sonra iç çamaşırımdan kurtuldum ve kendimi küvetin sıcak suyuna bıraktım. En sonunda hazır ve biraz da olsa rahatlamış bir şekilde odadan çıktığımda odaya benim için hazırlanmış kahvaltıyı gördüm ve yatağın üstüne koyulmuş mor saten bir elbise. Elbiseyi üstüme giydim ve bana hazırlanmış kahvaltıdan birkaç parça yedim. Ama karnım nedense her şeyi reddediyordu. Midem bulanmaya başlamıştı. Daha fazla yiyemeyeceğimi anladığımda odanın kapısına doğru yöneldim. Kapı kolunu sertçe çektim. Bu sefer kilitli olmadığını fark ettim. Sert çekmemden dolayı kapı aniden açılınca olduğum yerde yere düştüm. Düşmenin etkisiyle hafif bir çığlık kopardım. Bu çığlığımı duyan etraftaki hizmetçiler koşarak yanıma geldi ve elimden tutarak ayağa kalkmamı sağladılar. "İyi misiniz prensesim?" Prensesim mi? Ben ne zaman prenses olmuştum da haberim yoktu? Buna fazla takılmadan hizmetçiye hafifçe gülümsedim ve gitmesi için elimle işaret yaptım. Fakat bu hareketim işe yaramamıştı. "Nereye böyle prensesim?" İçimden derin bir nefes aldım. "Temiz hava almak için dışarı çıkacaktım mahsuru yoksa." Kadın sözümden sonra onu takip etmem için işaret yaptı ve birlikte sarayın bahçesine çıktık. Dışarıya çıkar çıkmaz manzara beni etkilemeyi fazlasıyla başarmıştı. Etraf bir sürü türde çiçeklerle süslenmişti. Uzakta bir çardak duruyordu. Çardağın içi de çiçeklerle süslenmişti. Bana yol gösteren kadın elime bir sepet tutuşturdu. "İstediğin çiçekler varsa toplayıp buraya koyabilirsin. Bunda bir sakınca yok prensesim." Kadının sözünden sonra gözlerim parlamaya başlamıştı. Kendimi o kadar özgür ve mutlu hissetmiştim ki dün gece olan her şeyi bir anda unutmuştum. Koşarak çiçeklerin olduğu tarafa ilerledim. Güller, laleler, sümbüller, papatyalar ve daha birçok çiçek vardı bu bahçede. En sevdiğim çiçek olan sümbüllerden başladım toplamaya. Ardından güller ve en sonunda da laleler. Sepetimin ağzı dolana kadar toplamaya devam ettim. Sepetim dolunca çok yorulduğumu fark ettim ve olduğum yerde yere oturdum. Sepeti kucağıma koydum. Bir elimle topladığım çiçeklere bakıyordum. Aynı şekilde oturmaya devam ederken Aren'in bana doğru yaklaştığını gördüm. Hiç umursamadan çiçeklere bakmaya devam ettim. Aramızdaki mesafe azalmaya başladığında olduğum yerde doğruldum ve ayağa kalktım. En sonunda tam karşımda aramızda iki adımlık mesafe kala durdu. Bana hafifçe gülümsedi. Bende ona karşılık olarak gülümsedim. "Dünkü olanların kusuruna bakmayın prensesim." Bir elimle sepeti tutarken diğer boşta kalan elimi narince tuttu ve havaya kaldırdı. Ardından narince elimi öptü. Bu hareketi gülümsememi daha da ortaya çıkarmıştı. Ardından yavaşça elimi bıraktı ve bir adım daha geri çekildi. "Bana neden herkes prenses diyor?" Bu sorum yüzündeki gülümsemesinin solmasına ve ciddileşmesine sebep olmuştu. "Bilmediğin çok şey var prensesim. Zamanı geldiğinde her şeyi öğreneceksin." Dediğim gibi bir şeyleri bilmemek genellikle beni çileden çıkartırdı ama nedense şuanda sakin kalmayı tercih ettim. Başımı tamam anlamında salladım. Ardından yüzümü arkamda duran çiçeklere çevirdim. "Senden tek bir isteğim olacak. Bundan böyle saray mensupları gibi eğitileceksin. Onun dışında istediğin her şeyi yapabilirsin. Tabii burada kalmak şartıyla." Ben şimdi prensesler gibi eğitilecektim öyle mi? Hayatım da biri gelse gelecekte böyle bir yerde eğitileceksin dese muhtemelen gülerek geçiştirirdim. Ama bu bir gerçekti. Kendimi prenses olamayacak kadar kötü hissederken nasıl böyle bir şeyle karşı karşıya kalmıştım diye sorguladım. Ardından tekrar yüzünü görmek için ona doğru döndüm. Deminki bakışları hiç değişmemişti. Aynı şekilde gülümseyerek bana bakıyordu. Sonrasında cebinden bir kâğıt parçası çıkarıp elime narince koydu. Kâğıdın üstünde bugünün dersleri yazıyordu. Şaşkınlıkla bir kâğıda bir de Aren'e doğru bakıyordum. "Evet, yakın bir zamanda bir balo olacak. Prensesimize kavuştuğumuz için buna hazırlık olarak dans derslerine ağırlık vereceğiz." Ben dans mı edecektim? Aklıma yatmayan bir şeyse kayıp prenses mi? Burada büyük bir yanlış anlaşılma olmalıydı. Ben bir prenses olamazdım. Henüz inanmak için bir nedenim yoktu. Bir tarafım buradan kaç derken bir tarafım olacakları bekle diyordu. Kafam o kadar karışmıştı ki o anda elimdeki sepeti düşürdüğümde kendime gelebilmiştim. Yavaşça sepeti almak için eğildiğimde Aren benden önce davrandı ve sepeti yanımızdan geçmekte olan bir hizmetçiye uzattı. "Prensesimizin çiçeklerini odasına götürün." İyi olup olmadığımı anlamak için elimden tuttu. Bende iyi olduğumu göstermek için başımı salladım. "İlk dersini kaçırma prensesim. Gel, birlikte gidelim." Bana yolu göstermek için elimden tutmaya devam ediyordu. Birlikte sarayın içine girdik. Merdivenlerden birlikte geçtik. Sonunda bir odanın kapısının önüne geldiğimizde tuttuğu elimi yavaşça bıraktı ve aniden ortadan kayboldu. Artık bu tarz şeylere alışmam gerektiğini bende anlamıştım. Diğer elimde tuttuğum kâğıt parçasında yazan ilk yazıyı okudum. İlk dersin protokol olduğu yazıyordu. Fazla uzatmadan kapıyı bir kez tıklattım. Kapıyı çalar çalmaz açıldı ve içeride ilk gördüğüm şey bana doğru bakan bir kadın oldu. Siyah saçlı bir kadındı. Saçlarını topuz yapmıştı. Başında da çok ihtişamlı olmasa da küçük bir taç duruyordu. Bana oturmam için eliyle karşısında duran sandalyeyi gösterdi. Sarsak adımlarla kadının karşısına geçtim. O sırada etrafı inceleme şansım oldu. Bu oda bir çeşit kütüphaneyi andırıyordu. Etrafta çeşit çeşit bir sürü kitaplar vardı. Ama bir yandan da basık bir odaydı. Bu kadar çok kitapla bir arada olmak beni germeye yetmişti. Daha önce hiç bu kadar çok kitap olan bir yere geldiğimi hatırlamıyordum. Yaşadığım yerde kütüphane diye adlandırdıkları yerde birkaç çeşit eski ve yırtılmış kitaplardan başka hiçbir şey yoktu. Düşüncelerden sıyrılıp kadına doğru bir şey söylemesi için baktım. Kadının yüzünü incelemeye devam ettim. Uzaktan bakınca çok sinirli ve asabi birine benziyordu. Şimdiden bu kadınla iyi anlaşamayacağımızı düşünüyordum. Ben kadına bakmaya devam ederken kadın oturduğu sandalyeden ayağa kalktı ve hemen arkamızda duran masadan bir kitap alıp elime tutuşturdu. Gözümle kitaba baktığımda üstünde "Melek Toprakları Lavina" yazıyordu. "Bugün Melek Topraklarının nasıl oluştuğunu yani Lavina'nın Tarihçesini öğreneceksin." Kadının sesi öyle bir gür çıkmıştı ki yerimde titrememe sebep olmuştu. Elime verdiği kitabı elimden sertçe çekip aldı ve ilk sayfasını açtı. İlk sayfada bir harita vardı. "Burası Melek topraklarının haritası senden istediğim bu topraktaki krallıkları ve yerlerini bir sonraki dersimize kadar ezbere bilmeni istiyorum." Ben bir şeyleri mi ezberleyecektim? Aslında bakarsanız ezberim sıfırdır benim. Eski yaşadığım yerde bir keresinde gizlice bir okula girmeyi başarmıştım. Daha ilk dersten okuldan atılmam bir olmuştu. Yine de kadına belli etmemek için başımı kendimden emin bir şekilde salladım. "Benim adım Karsel ve bu derste anlayacağın üzere krallıkları öğrenmekle geçireceğiz." Otoriter sesi beni daha da gerse de belli etmemeye devam ettim. Başımı tekrardan evet anlamında salladıktan sonra derse başladık. Ders bittikten sonra kafam allak bullak olmuştu. Daha odadan çıkar çıkmaz her şeyi unutmuştum. Olduğum yerde öfkeyle elimdeki kâğıda baktım. Sıradaki dersin yemekten sonra olduğu yazıyordu. Geldiğim yerden merdivenlerden aşağı indim ve ilk geldiğimde yemek yediğim yeri bulmayı başardım. Bu saray sandığımdan da büyüktü. Bir hizmetçi geldiğimi görünce bana özel hazırlanmış kısımdaki sandalyemi çekti ve oturmamı sağladı. Sandalyeye sakince oturdum ve tabağımdan birkaç lokma aldım. Ardından masaya bir başka erkek daha oturdu. Ama bu erkeği daha önce gördüğümü hatırlamıyordum. Beni gördüğünde bana bakarak göz kırptı ve hemen benim yanımdaki sandalyeye oturdu. O anda aklıma dün gece yaşadıklarım gelmişti. Tedirginlikle yemeğime bakarken titrediğimi o anda fark etmiştim. "İyi misin?" Bu sorusu elimdeki çatalın yere düşmesine sebep olmuştu ve aniden başım zonklamaya başlamıştı. Sakinleşmeye çalıştığım sırada yanımda oturan erkek masada duran bir bardak suyu bana içirmeye çalıştı. Birazda olsa sakinleştiğimde derin bir nefes aldım ve iyi olduğumu göstermek için başımı salladım. "Ben Lord Aker prensesim." Boşta duran elimi narince öptü ve ardından bir kez daha bana bakarak göz kırptı. Yemeğimden sakince bir lokma daha aldım. Ardından buraya yaklaşmakta olan Aren'i gördüm. Bizi böyle yan yana gördüğünde kaşlarını bir an olsun çatsa da sonrasında geri düzeltti ve bana gülümseyip karşımdaki sandalyeye geçti. Aren'e bakmamak için tabağıma odaklansam da gözümün ona doğru kaymasını engelleyememiştim. "Hoş geldiniz Lord Aker sizinle konuşacaklarım olacak ama ondan önce ziyafetin tadını çıkarmanızı isterim." Bu ciddi konuşması birlikte bir çift laf ederken ki konuşmasından çok farklıydı. Bu gözümden kaçmayan bir ayrıntı olsa da fazla takılmadan önümdeki tabaktan bir lokma daha aldım ve oradan hızlıca uzaklaşmak için ayağa kalktım. Arkama bile bakmadan sıradaki dersin olduğu odayı bulmak için hızlı adımlarla oradan uzaklaştım. Sıradaki dersin dans olduğunu gördüğümde kâğıdı o anda yırtıp atmamak için kendimi zor tutuyordum. Yürümeye devam ederken önümden geçen hizmetçiyi durdurup dersin nerede olduğunu sordum. Bana yol göstermek için işini yarıda bırakıp dersin olacağı yere kadar beni götürdü. Karşımda kocaman bir kapı duruyordu. Bu sefer kapıyı tıklatmak yerine direk açmayı tercih etmiştim. Odaya girdiğimde burasının bir çeşit balo salonu olduğunu anladım. O kadar büyük bir yerdi ki gözlerimi salondan alamadım. Uzun bir süre etrafı izlemeye devam ettikten sonra karşımda duran benden yaşça büyük görünen başka bir erkeği gördüm. Bana bakarak hafifçe selam verdiğinde ne yapacağımı bilemez halde suratına bakıyordum. Hayatımda hiç birine eğilerek selam vermemiştim. Onunda beni anlamasını umarak karşılık vermeden birkaç adım atarak yanına yaklaştım. Buraya geldiğimden beri siyah saçlı birini sadece protokol dersindeki kadın da ve bu erkekte görmüştüm. Bu durumda gözümden kaçmamıştı. Sarsak adımlarla yanına doğru iyice yaklaşırken durmam için eliyle işaret verdi. Olduğum yerde durduğumda bir şeyler söylemesi için bekledim. Beni aynı şekilde uzun bir süre inceledikten sonra bana doğru bir adım attı. Aramızda üç adımlık mesafe kalmıştı. Bana bakarak "Hoş geldin Ay Işığı." Sesi gür ve insanı mest edebilecek düzeydeydi. Buraya geldiğimden beri kimse gerçek adımla bana seslenmemişti. Bu durum biraz da olsa afallamama sebep olmuştu. "Bana prensesim demeyecek misin?" Bu sorum yüzünde büyük bir sırıtmanın oluşmasına yol açmıştı. Sakince bana doğru bir adım daha attı. "Sen benim prensesim değilsin ki? Benim daha kim olduğumu bilmiyorsun." Bana aynı şekilde bakarak göz kırptı. Ardından dudağını ıslattı. Bu hareketi beni titretmeye yetmişti. Bir adım geri çekilmek için hamle yaptım. Bir yandan da şaşkınlıkla ona doğru bakmaya devam ediyordum. Ardından bana bakarak sözünü devam ettirdi. "Sence ben kimim? Melek mi, yoksa bir şeytan mı?" Şeytanların melek topraklarında olması bariz bir şekilde bir şeyleri bilmesem de saçma gelmişti. Ama içimden bir ses bu adam her kimse burada gördüğüm erkeklerden farklı olduğunu söylüyordu. Uzun bir süre sessiz bir şekilde yüzüne bakmaya devam ettim. Ardından bana doğru bir adım daha attı. "Bakma bana öyle." Olduğu yerde bana bakarak kıkırdadı. "İkimizde biliyoruz senin bir prenses olmadığını. Yoksa gerçekten inandın mı?" İnanmak mı? Şaka yapıyor olmasını diledim. Prenses olmadığımı tabii ki de biliyordum. Böyle saçma bir kandırmacaya kanacak kadar aptal değildim. "Sen beni aptal yerine mi koyuyorsun? Prenses olmadığımı biliyorum herhalde!" Öfkeyle söylediğim bu söz onun iyice kıkırdamasına sebep olmuştu. "Uzatmadan ben Karen Şeytan Kral Karen." Bir adım daha geri çekildiğimde bu sefer o bana doğru bir adım attı. "Benden korkmana gerek yok Ay Işığı. Senden sadece tek bir isteğim olacak." Bu kez hareket etmeden tam karşısında ne söyleyeceğine kulak kesilmiş bir halde bekliyordum. "Buradan kaçmak istiyor musun? Ya da şöyle sorayım. Gerçekte kim olduğunu öğrenmek istiyor musun?" Kısa bir süre düşündükten sonra başımı evet anlamında salladım. Bana hafifçe gülümsedikten sonra yanıma doğru bir adım daha attı. "İkimizin de çıkarları var kraliçem. Sen bana Aren'in kellesini getir bende sana kim olduğunu söyleyeyim. Sence de mantıklı bir anlaşma değil mi?" Uzun bir süre ona baktım. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Bir şeytanla birlik olmak mı? Daha neler olacaktı bu da bir başka muallaktı. Başka çarem olmadığını bende biliyordum. Sonucu kötü bile bitse haklıydı benim de çıkarlarım vardı. Ama bir kralı da kolay bir şekilde öldürebileceğimi zannetmiyordum. Sakin bir şekilde derin bir nefes aldım. Ağzımı konuşmak için araladım. Ardından bu kez ona doğru bir adım da ben attım. Yüzümde sorgulayıcı bir ifadeyle ona bakarak kaşlarımı çattım. "Tamam dersem ne olacak?" Elini saçlarının arasına götürdü. Ardından bir adım daha attı. Aramızda neredeyse hiç mesafe kalmamıştı. "Sen benim kraliçem olacaksın." Kısa bir süre sessiz kaldıktan sonra başımı tamam anlamında salladım. "Seninleyim Şeytan." Bu sözümden sonra beni bileğimden yakaladı. Beni kendine çekti. İşte şimdi aramızda hiç mesafe kalmamıştı. Bir eliyle belimden tuttu. Ardından kulağıma doğru fısıldadı. "Bana şeytan deme, bundan böyle senin İçin sadece bir Karenim Ay Işığım." Bu sözü anlık olarak afallamama sebep olmuştu. Sakin bir şekilde beni bıraktığında bileğimden tuttu. Ardından tuttuğu bileğimi öptüğünde şaşkın bir halde ona bakıyordum. Geri çekildiğinde ise bileğimde oluşan ay dövmesini gördüm. "Biz şeytanlar böyle bağlanırız. Hemen arkanda olacağım kraliçem. Yakında tekrar görüşeceğiz." Ortadan kaybolduğunda kendimle balo salonunda bir başıma kalmıştım. Olanların etkisinden kurtulmak için olduğum yerde yere oturdum. Bir süre aynı şekilde durduktan sonra yavaşça doğruldum ve hızla salonu terk ettim. Neyle karşı karşıya olduğumu bende bilmiyordum. Bir şeytanla daha henüz hiçbir şeyi bilmeden bir iş birliği yapmıştım. Henüz yaşadıklarımın etkisinden kurtulabilmiş değildim. Her şey benim için fazlasıyla olağan dışıydı. Daha bir gün önce o tavernada bir efsaneyi dinlerken ve inanmazken aniden kendimi bir efsanenin içinde bulmuştum. Kafam karışıktı ve bilincim bu olanlara yetişemiyordu. Aklıma yatmayan bir soru daha takılmıştı kafama. Neden bir şeytan melek topraklarındaydı ve bunu şuana kadar fark eden kimse olmamış mıydı? Bu şeytan sandığımdan da zekiydi anlaşılan. Onu gördüğümde hissettiğim şey bambaşka bir şeydi. Tıpkı Aren'i gördüğümde hissettiğim şeyin aynısını bu şeytanda da hissetmiştim. Sanki bir parçam bunca zaman yarımdı ve ben buraya geldiğimde o parçam tekrardan bana dönmüştü. Hissettiğim bu duygu çok güçlü bir duyguydu. Sanki bir çekim beni onlara itiyordu. Gözüm bileğimde oluşan dövmeye baktığında aniden kalbimde oluşan bir sancı hissettim. Öyle bir acıydı ki kendimi oracıkta bırakmamak için zorladım. Sanki kalbimi biri parçalıyordu. Acı tüm bedenimi ele geçirdiğinde yürümeyi bile zor beceriyordum. Her an düşecekmiş gibiydim. Merdivenlerin ucuna zorlukla yürüdüm. Ardından Aren'i bana doğru bakarken yakaladım. Beni bu halde görür görmez hemen yanıma geldi. Kalbimin içindeki sancı durmak bilmeden canımı acıtmaya devam ediyordu. Aren bana doğru iyice yaklaştığında sakin olmam ve düşmemem için beni belimden tuttu. Bu dokunuşu acımın ikiye katlanmasına sebep olmuştu. Daha sonrasında da büyük bir çığlık kopardım. Çığlıklarımın arasından "Canım yanıyor." Ona bakarak tek söyleyebildiğim sözüm bu olmuştu. Sonrasında gözüm kararmaya başlamıştı. Etrafı göremesem de çığlık seslerimi çok net bir şekilde duyabiliyordum. Kalbimdeki acı beni öldürebilecek düzeydeydi. Gözlerimi de açamıyordum. Sanki biri beni zorla karanlığın içine çekiyordu ve ben buna engel olamıyordum. O sırada Karanlığın ardında yere çökmüş bir şekilde oturan bir başka kızı gördüm. Bir gözünden siyah kanlar akıyordu. Üstünde beyaz bir elbise vardı. Fakat elbise kanlardan dolayı kırmızı ve siyah karışımı bir renge bürünmüştü. Bana doğru acıyla baktığında bende olduğum yere çökmüştüm. Karşımda gördüğüm kızın hemen arkasında başka bir karartı gördüm. Kız başını karartıya doğru çevirdiğinde tıpkı benim gibi beyaz saçlarını gördüm. Saçları da aynı şekilde kana bulanmış bir haldeydi. Ardından karartıya bakarak bir çığlıkta o kopardı. Sonrasında daha ben ne olduğunu bile anlayamadan karartı kızın içine girivermişti. Kız acılar içinde kıvranırken kıza doğru yaklaşmak için yerde süründüm. Sonrasında ise karanlığın içinde kendi yansımamı gördüm. O anda kendimden korkarak geri çekildim. Gözümden akan siyah kan, üstümdeki beyaz ama kanlı elbise, saçımdaki kanlar... Korkuyla kendi yansımama bakıyordum. O gördüğüm kızın aslında ben olduğumu anladım. Korkuyla bir çığlık kopardım. Tıpkı az önce gördüğüm gibi bir karartı içime girdi. Daha çok çığlık atıp kıvranmaya başladım. Bir yandan da kanlı saçlarımı çekiştiriyordum. Ardından bir ses duydum. "Gördün mü?" Sesin nereden geldiğini anlamasam da acının biraz da olsa dinmesi rahatlamama sebep olmuştu. Aynı ses bir daha konuştu. "Bu biziz." Ses tekrar ortaya çıktığında acım tamamen dinmişti. "Gördün mü?" Aniden nefes alamadığımı hissettim. Gözümden akan siyah kan durdu. Saçımdaki kan lekeleri gitti. Üstümdeki beyaz elbise yerine ilk başta nasılsam o elbise geri geldi. Karşımda tekrardan o ilk gördüğüm o kızı -beni- gördüm. Olduğum yerde titriyordum. Elimde olmadan korkudan alt dudağımı ısırdığımı yeni fark etmiştim. Sakinleşmek için derin bir nefes alsam da bir işe yaramamıştı. Aksine titremem daha da artmaya başlamıştı. Ses tekrar ortaya çıkarak "Sen bensin, bende senim. Biz buyuz. Yakında bir kıyamet başlayacak iki taraf içinde. Bunu sadece biz durdurabiliriz." Kızın söylediklerine anlam veremeden ona bakmaya devam ettim. "Artık zamanım bitmek üzere. Ben gelecekteki senim. Seni uyarmaya geldim." Anlamayan bakışlarla karşımdaki kıza bakıyordum. Gelecekteki ben böyle mi olacaktı? Gelecekte böyle mi olacaktım? Kafamda bir ton düşünce dönerken bir şey daha söyledi. "Beş büyük ruhu bul ve onları serbest bırak. Güçlerimiz hepimizi öldürmeden o beş büyük ruhu bul." Ses ve görüntü yavaş yavaş kaybolmaya başlamıştı. Karanlıktan yavaş yavaş kurtulmaya başlıyordum. Gözlerimi sakince aralayacakken o ses son kez bir şey söyledi. "Biz gelecekte öleceğiz. Ama o ruhlar yaşamaya devam edecek." Ardından ortadan kayboldu. O an başımda zonklayan tek bir cümle vardı. "Beş büyük ruhu bul." ... ... ... Dakikalar sonra gözümü tamamen açabilmiştim. Bu kez ilk başta getirildiğim odada değildim. Bu durum biraz da olsa beni tedirgin etmişti. Az önce yaşadıklarımın bir kâbus mu yoksa gerçek mi olduğunu ayırt edemiyordum. Bir kâbusa da benzese de bir rüyada bu kadar acı çekmek normal bir şey değildi. Ama gördüklerimin gerçek olması da mantıklı gelmiyordu. Buraya getirildiğimden beri anlamadığım birçok şey vardı kafamda. Her şey çok karmaşık bir hal almaya başlamıştı. Kafam allak bullak bir haldeydi. Olduğum yerde doğruldum ve nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Burasının normal bir oda olmadığı çok açıktı. Burasının bir çeşit hapishane olduğu ise bariz bir gerçekti. Bilincim yerinde değilken her ne yaptıysam beni buraya getirmiş olmalılardı. Şimdide burada mahsur kalmam hiçte hoşuma gitmemişti. Sinirden tırnaklarımı yemeye başlamıştım. Bir yerde saatlerce mahsur kalmak bir insanı bu kadar deli edebilir miydi ki? Bu yaşadıklarımdan sonra kendimin insan olup olmadığımdan da emin değildim. Önümde duran demir parmaklıklara sırtımı dayadım ve sakinleşmek için içimden ona kadar saydım. Hiçbir etkisi olmasa da aynı şekilde bir süre daha beklemeye devam ettim. Sonrasında gözümle bileğimde oluşan dövme aklıma geldi. Orada olup olmadığına bakmak istedim. Fakat buna cesaret edemedim. Gözümle bir türlü bileğime bakamıyordum. Az önce yaşananların bir daha yaşanmasından korkuyordum. Olduğum yerde derin bir nefes alarak yere çöktüm. Sırtımı hâlâ demir parmaklıklara yaslı bir haldeydi. İçimdeki korku gittikçe artmaya başlamıştı. Korkudan tırnaklarımı yiyordum ve alt dudağımı kanatacak kadar ısırıyordum. Bu hareketim canımı yaksa da elimden daha fazla bir şey gelmiyordu. Hapishanede nedense hiçbir şey yoktu. Duvarlar o kadar eski duruyordu ki her an üstüme yıkılabilirlermiş gibiydi. Anlaşılan o ki bu hapishane uzun bir süredir kullanılmamıştı. Duvarları incelemeye devam ederken gözüme duvarda yazan silik bir yazıya takıldı. "Şeytanlar onun için geri dönecek" Yazı silik olduğu için zor okumuştum. Fakat yine de bir anlam çıkaramamıştım. Şeytanlar kimin için geri dönecekti ki? Bu yazıyı görmem beni iyice germişti. Daha fazla sessiz kalamazdım. Konuşmak için ağzımı araladım. Sonrasında yaslandığım yerden doğruldum ve ayağa kalktım. Demir parmaklıkları çekiştirerek boşluğa doğru tüm sesimle bağırdım. "Burada kimse yok mu?" Sesim hapishanenin içinde yankılandı. Fakat hiçbir şey olmamıştı. Belki biri beni duyar diye umut ederek bir kez daha bağırdım. "Hey! Size sesleniyorum. Beni derhal buradan çıkarın." Bu bağırışımdan sonra arkamda sanki biri varmış gibi ürpermiştim. Başımı arkama bakmak için çevirdim. Anlık olarak gördüğüm şey geriye doğru kaçmama ve demir parmaklıklara sertçe toslamama sebep olmuştu. Çarpmanın etkisiyle küçük bir haykırış koparmıştım. O sırada gözüm tekrardan gördüğüm şeye takıldı. İlk başta ne olduğunu anlayamamıştım. Bir hayvanın kemik parçaları sanmıştım. Fakat yaklaştığımda bunun bir bedene ait çürümüş bir iskelet olduğunu anladım. Bu durum da iyice beni korkutmaya yetmişti. Aklımda tek bir soru döndü. "Beni de böyle çürümeye mi bırakmışlardı?" Aklıma Aren ile ilk konuşmamız gelmişti. Bana sen özelsin demişti. Bu durum beni böyle bırakamayacağını gösterse de içimdeki tedirgin dinmek bilmiyordu. İçimden her kim olursa olsun birinin beni buradan çıkarmasını diledim. Sanki içimdeki sesi biri duymuş gibi hücreme doğru yaklaşan birkaç adım sesi duydum. Adım seslerinden gelen kişinin erkek olmadığı anlaşılıyordu. Adım sesleri düzenli olarak bana doğru yaklaşmaya devam etti. Ardından gelen kişi görüş açıma girmişti. Kızıl saçlı, hemen hemen benim yaşlarımda görünen bir kız hücreme doğru yaklaşıyordu. Üstüne giydiği elbise o kadar ihtişamlı görünüyordu ki gözlerimi elbisesinden alamamıştım. Ben onu incelerken yanıma iyice yaklaşmıştı. Aramızda sadece bir demir parmaklık duruyordu. Her neyden ötürü buraya geldiyse bu yüzleşmenin hiçte iyi biteceğe benzemiyordu. Bana bakan bakışları nefret doluydu. Gözlerindeki kin ve nefret beni içine çekiyordu. Bakışlarındaki sertlik ve öfkeyi bir başkası görse muhtemelen benim düşmanım sanırdı. Fakat bu kadını ilk defa görüyordum. Daha öncede gördüğümü zannetmiyordum. Kadını bir süre daha süzdükten sonra sakinleşmek için yine derin bir nefes aldım. Ona korkuyla bakmamak için kendimden emin bir şekilde öne çıktım. İçimden de söyleniyordum. Güçlü ol. Sana güçlü ol dedim Karmina. Ölü görmüş gibi bakma. Delirmek üzereydim daha deminden arkamda bir iskelet görmüştüm kimi kandırıyordum ki? İç sesim beni delirtmeye devam ederken zorlukla kadına doğru gülümsedim. Ama bu gülümsemem hiçte içten değildi. O kadar yapmacık bir şekilde gülümsemiştim ki sanki biri beni zorla gülümsetiyormuş gibi görünmüştüm. Kadın bir eliyle demir parmaklıkları tutup diğer eliyle yaklaşmam için işaret verdi. Korktuğumu belli etmemek için ikiletmeden yanına doğru birkaç adım attım. Bir adım daha atacakken boşta duran eliyle çenemi kavradı. O anda aramızdaki demir parmaklıklar yok oluvermişti. Ardından hiç beklemediğim bir anda karşımdaki kadını görüntüsü silikleşti ve onun yerine Karen'i gördüm. Şaşkınlıktan dolayı donup kalmış bir şekilde Karen'e bakıyordum. Karen'de şaşkınlığımı fark etmişti. Sakince tuttuğu çenemi bıraktığında bir adım geri çekildim. Bana muzipçe sırıttıktan sonra ağzını konuşmak için araladı. "Biz şeytanlar şekil de değiştirebiliriz. Bunu söylememiştim değil mi?" Sırıtması iyice artmış bir halde "Ah korkmana gerek yok demiştim sana. Biz ortağız öyle değil mi?" Onu ciddi ve biraz da sinirli bakışlarla bakmaya başlamıştım. Şaşkınlığım biraz da olsa azalmıştı. "Benimle oynama. Yoksa..." Sözümü yarıda kesip benim boyuma gelmek için hafifçe eğildi. "Yoksa ne olur ?" Ardından bana doğru bir kez daha sırıttı. Öfkeyle ayağımı yere çarptığımda sanki gerçekten korkmuş gibi geri çekildi. "Sakin ol biraz ısırmayacağım ya." Alayla söylediği söz beni daha da sinirlendirse de şuanda bulunduğumuz anda bir şey yapamayacağımı biliyordum. "Gebertirim seni!" Kısık sesle ve aniden söylediğim cümlem kıkırdamasının kahkahalara dönüşmesine yol açmıştı ve bu durum hiçte hoşuma gitmemişti. Daha fazla bu kasfetli hapishanede kalmak da istemiyordum. Bu yer beni daha da çok geriyordu. Sanki duvarlar üstüme üstüme geliyormuş gibi hissediyordum. "Hadi gidelim buradan." Sesimdeki öfke anlık olarak korkuya dönüşmüştü. Birkaç adım yürümek için hareketlendim. "Sen öyle diyorsan gidelim matmazel." Elini tutmam için uzattığında tutmak yerine bön bön ne yapıyorsun bakışı atmakla yetindim. "Hadi ama buradan böyle çıkamayız. Sadece elimi tut ve bana güven." Ne yapacağını anlamasam da mecbur olduğumu biliyordum. Artık daha fazla burada kalamazdım. Elimi nazikçe elinin üzerine koydum. Yumuşak bir şekilde elimi eliyle sardı. Ardından "Şimdi gözlerini kapa." dedi. Dediğini yaptım. İçimden de derin bir nefes almayı da ihmal etmedim. Aniden tuttuğu elimi sıkılaştırdı ve bir anda her ne olduysa gözüm kapalı olduğu için tam olarak anlayamamıştım. Yüzüme rüzgârın tatlı esintisi çarpıyordu. Çok huzur verici bir histi. O anda fark etmiştim. Beni kucağına almıştı. Bir şey demeden belli bir süre rüzgârın tatlı esintisinin yüzüme doğru çarpmasını sağladım. "Artık gözlerini açabilirsin." Gözlerimi yavaşça araladığımda havada Karen'in kollarının içinde uçtuğumuzu fark ettim. Olduğum yerde korkuyla kıpırdandım. Neler oluyordu. Cidden uçuyordum hem de onun kollarının arasında. "Ah, söylemedim değil mi? Biz şeytanlar uçarız da." Yüzünü göremesem de bana doğru sırıttığını biliyordum. "Siz şeytanlar hep sırıtır mısınız peki?" Alayla söylediğim bu söz sesli bir kahkaha atmasına sebep olmuştu. "Biz şeytanlar kollarımızda şirin kızları da taşırız. Söylemiş miydim?" Gözlerimi devirdim ve sakin kalmaya özen gösterdim. Kalbim kıpır kıpırdı. Uçmanın özgürlüğünü iliklerime kadar hissetmiştim. Bu biraz da olsa beni rahatlatmıştı. "Nereye gidiyoruz." Bu sorumdan sonra kendimi ona doğru iyice yasladım. Beni daha da sıkı sardı ve uçmaya devam ettik. "Seni bir yere götüreceğim. Ama sürpriz." Bir kez daha gözlerimi devirdim ve sakin kalmaya çalıştım. "Ay hadi ya! Ben de sanmıştım ki olduğumuz yerde dönüyoruz (!)" Uzun bir süre sessiz kaldı. Sonrasında kulağıma doğru fısıldadı. "Biz şeytanlar şaka da yaparız. Söylememiş miydim?" Bir cevap vermeden gittiğimiz yere gelene kadar sessiz bir şekilde ona tutunmaya devam ettim. Kısabir süre sonra yere doğru alçaldık. Ardından bir dağın zirvesine indik. Benikucağından narince indirdi ve eliyle çenemden tutup bakmam için kafamı çevirdi.Hayranlıkla etrafa bakıyordum. "Bu... Bu... Ne söyleyeceğimi bilmiyorum." Hayatımdagördüğüm tüm manzaraları aklımdan silmiştim. Şuanda gördüğüm bu manzaraya âşıkolmuş bir şekilde bakıyordum. "Beğeneceğini biliyordum." Yüzümü Ona doğruçevirdim ve ardından içten bir şekilde gülümsedim. O da bana aynı şekildekarşılık verdi. Daha sonrasında elini tutmam için tekrardan uzattı. "Burayı dagördüğüne göre artık gidebiliriz." Bu kez nereye gidecektik bilmesem de hiçdüşünmeden elini tuttum ve beni tekrardan kucağına almasını sağladım. Yinehavalandığımızda az önce uçarken yaptığı gibi kulağıma fısıldadı. "Bu seferuzun bir yolculuk olacak. Kendini fazla yorma ve bana bırak." İlk defa birisinekarşı bu kadar yakındım. Başta bu durum beni tedirgin etmiş olsa da beni oyerden kurtardığı için ufakta olsa minnet duyuyordum. Daha fazla endişelenmeyibırakıp ve bu anın tadını çıkarmak için gözlerimi kapadım ve kendimi onunkollarına emanet ettim.
Okuduğunuz için teşekkürler.Bir hikayenin daha sonuna geldiniz.