DÖRDÜNCÜ DUVARIN ARDINDAN

1. BÖLÜM

1
10
26
Sabahın ilk ışıklarına gözlerimi açtığım anda benim bile anlam veremediğim bir heyecanla ona, "Kitap yazacağım!" dedim. En az benim kadar kendisi de şaşırmış, anlamsız bakışlarla beni süzmekle yetinmeyi tercih etmişti. Söylediğim mantıksız gelmiş olacak ki ne olduğuna anlam vermeye çalışan bir bakışla susup izlemeyi yeğledi. İnanmıyordu, biliyorum. Zihninden, günlük hayatta iki kelimeyi bile zar zor bir araya getiren birinin kitap yazma girişimini saçma bulduğunu geçiriyordu. Sonra hafif bir tebessümle, "Kötü bir rüya mı gördün?" dedi. Rüya görmediğimi ikimiz de biliyorduk. Rüyalar, olmayacak bir şeyi oldurmaya çalışmamızı sağlamaz aksine hayatta görmek istemediğimiz gerçekliği açığa çıkarır. Bastırdığımız duygu ve düşüncelerle yüzleşmemizi sağlar. Gerçek olmadığını biliriz fakat gerçeğin gün yüzüne çıkarıldığını göz ardı ederek kendimizi avutur ve yaşadıklarımız için de, "Keşke bütün bunlar bir rüyadan ibaret olsaydı." deriz. Bana inanmaması, beni kararımdan vazgeçiremeyeceği gibi kendime olan güvenimi de kırmadı. Onun gibi insanlara alışıktım, hani şu sık sık yapamayacağımızı dile getiren insanlar... Kim ne yapabildi ki? Mühim olan yapmayı denemekti, diye düşünüp ilk adımı büyük bir gayretle attım ve yoluma devam ettim. Hava her gün olduğundan daha soğuktu, belli ki kar yağacak. Yapılacak onca iş varken bir de bu çıktı başıma. Oturup adam akıllı iki kelam edecek birileri olsa belki hiç kalkışmazdım boyumdan büyük işlere ama ne yapabilirim ki? Madem bir iki kişiye laf anlatamıyoruz o halde bütün dünya duysun neler olup bittiğini. İyi de nasıl başlayacaktım? Öyle bir şey yazmalı ki okuyanları derinden sarsmalı ama bu öyle üzücü bir aşk hikayesi ya da ailevi bir problem olmamalı. İnsana kendini sorgulatmalıydı. Şimdilik bu kitap mevzusunu bir kenara bırakalım. Hafta sonları ne yapacağımı bilemediğimden her defasında yeni bir uğraş arayışına giriyorum. Günlük rutinlerime ara vermenin beni çıkmaza sürüklemesi canımı sıkıyor. Şu sendrom dedikleri pazartesi, benim kurtuluşum ve her hafta sonu kurtuluşa ermeyi bekliyorum. Size, öğretmen olduğumu söylemiş miydim? Söylemedim, evet. Son zamanlarda epey unutkan biri oldum. İyisi mi eve geri döneyim çünkü dışarı çıktığım zamanlarda hep boğulacak gibi olurum. Halbuki insanlar hava almak için dışarı çıkar ve bu bana oldum olası saçmalık gibi gelir. Bence nefes almak için eve dönmek gerek, eve dönelim... İçeri girdiğimde yine her zamanki yerindeydi. Bana baktı ve o iğneleyici tebessümle yeniden güldü. Neden güldüğünü sorduğumda bana, "Bugün, her zamankinden erken döndün. Yoksa, insanlar..." Susturdum. Cümlenin devamını biliyordum, her zamanki zırvalıklarını tekrar edecekti. Onu dinleyebilecek tahammül sınırını çoktan aştım. İnsanlarla ne derdim olduğunu mu merak ediyorsunuz? Etmeyin. İçinize baktığınızda bu sorunun cevabını elbette alırsınız. Tabii içinizi görecek kadar iyiyse gözleriniz. Kahvemi alıp pencere kenarına geçtim. Ne ara böyle pasaklı bir kadın oldum ben? Konudan konuya atlamıyorum ama siz görmediğiniz için öyle sanıyorsunuz. Cam işte canım, cam! Bakınca dışarıda sis var sandım. Öylesine kirli, öylesine buğulu anlayın işte. Kızmadım, sadece biraz gerginim. Sizin de vardır böyle zamanlarınız. İçinize bastırdığınız duyguların esiri olursunuz. Her ne kadar inkâr etseniz de bir yerlerden beliriverir. Ben ne zamandan beri böyleyim, bilmiyorum. Nerede kalmıştık? Pencere kenarı... Kahvemi alıp pencere kenarına geçtim ama önce şu camı temizleyelim. Onu kirli görünce aklıma insanlar geliyor. Camın kirinden önce lugatımdan "insanlar" kelimesini mi temizlesem acaba? Böyle yapmaya devam edersem benden sıkılırsınız diye korkuyorum ya da sıkılın ya! Ne önemi var ki? Siz de benden sıkılıp gidin ve ben sürekli değişen bu ruh hali içinde boğulmayı bekleyeyim ve eğer bu düşüncemde yanılmıyorsam söylemeliyim ki; yanlış kitabı aldınız çünkü konumuz baştan sona insan. Aklıma gelmişken:Yine sabahını beklediğim bir gecede, "İnsan nedir?" diye defalarca sormuştum kendime. Oysa çözülmek zorunda değildi bazı düğümler. Düğüm dedim fark ettiniz mi? Aslında burada insanın ne olduğu sorusuna bir cevap getirmiş oldum kendimce. İnsan için "düğüm" benzetmesi... Düşününce mantıklı geldi aslında. Siz de düşünsenize her şeyden önce karmaşık bir yapıda ve düzensizliğe sebep oluyor çünkü olması gerektiği yerde olması gerektiği gibi değil bazıları.Bir düğümü çözmeye çalışırken parmaklarınız acır, bir insanı çözmeye çalışırkense zihniniz ve kalbiniz. Çözmeye çalıştığınız insanlar da olması gerektiği yerde ve olması gerektiği gibi değil ama çözmeye çalışmayın çünkü kendinizi hiç yoktan yorarsınız. Belki bir boşluğa, ayrılığa sebep olacak ama düzeni bozan düğümü kesip atmak en doğru çözümdür. Bu yüzden çözmeye çalışmak yerine kesip atmalı onu. Kurtuluşa en kısa sürede ulaşmak için tehlikeli de olsa kestirme yolları tercih etmeyi göze almalı. Ben bunu göze aldım. Sonra ne yol kaldı ne insan... Güldünüz, komik mi geldi? Boşuna demiyorum, çözülecek gibi değilsiniz diye... Camı sildikten sonra kahvemi içmeye başladım. Epey de soğumuş, tek yudumda bitirdim kahveyi. Şimdi bu fincanı yıkamak gerekiyor. Yıkamasam mı? Nasılsa tekrar kahve içeceğim içinde. Hemen ekşitmeyin ağzınızı yüzünüzü. Şüphesiz daha önce birçoğunuzun aklından geçmiştir. Benim de aklımdan geçti. Merak etmeyin aklımızdan geçen her şeyi icraate geçirmiyoruz. Bugün çok yoruldum. Bir şey yaptığımdan değil de bir şeyler yapmayı düşündüğümden olsa gerek. Ah, bir de yapsam neler olurdu kim bilir (!) Vakit epey geç oldu. Şimdi uyuyup bugünün tekrarına uyanacağım ama bu defa dışarı çıkmak yok. Evde kalıp temizlik yapmalıyım. ...Sonunda uyanabildim. Aslında birkaç defa gözlerimi açtım ama nasıl olduysa tekrar tekrar uyuyakalmışım. Uyanmak için bir sebep bulamayan her insanda olur bunlar. Kurtuluşa bir gün kaldı. Hepinizin çok sevdiği pazar, benim için zehir zemberek. Çok mu ağır oldu? Olur öyle şeyler, siz takılmayın bunlara. Kiminiz pazar kahvaltısından dönmüştür, kiminiz ailesiyle dışarı çıkmıştır. Kitap okuyanlar hariç. Onlar ya bir masa başındadır ya da sırtını duvara dayamıştır. Siz sırtınızı duvarlara yaslamaya devam edin. Emin olun böylesi daha güvenli. Tabii arkanızdaki duvara bile göz koyanlar yoksa hayatınızda. Ne oldu? Bıktınız mı devrik cümlelerimden? Haklısınız fakat bu hayatta hiçbir şeyi yerli yerinde olmayan, darmadağın olmuş bir insandan düzgün cümleler beklemek akıl kârı değil. Zamanla anlayacaksınız cümlelerimin neden böylesine devrildiğini. Neyse, biz konumuza dönelim. Size temizlik yapacağım demiştim. Nerede benim kalemim? Şaşırmayın canım, siz de her şeye şaşırıyorsunuz. Nasıl anlaşacağız biz? Kalemi bulduk, sıra defteri bulmakta. Defteri tezgahta unutmuşum. Dün gece biraz acıktım da ekmek arası bir şeyler yapıp yiyeyim dedim. Yiyemedim tabii. Defter elimdeydi, orada unutmuşum. Ne yesem dokunuyor bu aralar. Bana dokunan sadece yediklerim olsa yine iyi. Bana dokunan başka şeyler de var. Rica etsem siz de onlara dokunur musunuz? Çok kibarlık ettim, yeter bu kadar. Anlatmaya devam edeyim: "Taştan dostlarım vardı benim, bir sürü... Onlardan kendime koca bir duvar ördüm. Tam karşıma aldım engel olsunlar diye ve görevlerini hakkıyla yerine getirdi her biri. Hayallerime, sevinçlerime, heveslerime, bana ait iyi olan her ne varsa engel oldular. Kendi ellerimle yaptım bunu, ben istedim böyle olmasını. Yoksa hangi insan ister dostunun kötülüğünü? Muhakkak bunu ben yapmış olmalıydım. Fakat şimdi yıkacağım bu duvarı, tüm taşları sereceğim önünüze tek tek... Siz de görün yalan olmadığını, kanaat getirin kötülüğü hiçbir zaman hak etmediğime. Bakın dostlarıma ki taştan hepsi, dokununca anlayacaksınız, dokunun dostlarıma."Nasıl ama iyi laf yaptım değil mi? Bu kadar laubalilik yeter. Nerede kalmıştık? Tamam, kalemle defteri buldum şimdi temizlik zamanı. Yazmaya başlıyorum, iyi okuyun:"Hayallerimin en büyüğüydü yazmak. Çünkü yazarsam çığlıklarım, ben bağırmadan da ulaşabilirdi insanlara... Duymaları bir şey değiştirmezdi belki ama ben, içimdeki tüm sıkıntıları dökerdim. Hikayemi başkasının hikayesiymiş gibi yazınca yakınlarım da kızmazdı belki. Hatta alkışlarla desteklerlerdi, kendi iğrençliklerini alkışladıklarının farkında olmadan." Kitabıma bu cümlelerle başlamayı düşünüyorum. Kitap canım, kitap işte. Hani bahsetmiştim ya. Yoksa siz de mi onun gibi düşünüyorsunuz. Yapamayacağımı mı sanıyorsunuz? Merak etmeyin, ben de sizinle aynı fikirdeyim ama kim bilir belki hepimizi şaşırtacak bir şey olur. Benim, çocukluktan beri hayalini kurduğum kitabı yazmak gibi. Hayalini kurduğum tek şey bu muydu peki? Hayır. Yarım kalmış bir hayalim daha var. Sizin de var mıdır böyle yarım kalmış hayalleriniz? Varsa onu ertelemeyin derim. Çünkü ertelemek, kaçmak demektir. Kendine güvenmeyen insanlar, kendinden kaçmayı tercih eder. Tıpkı diğer insanlara güvenmediğimiz için onlardan kaçmayı tercih ettiğimiz gibi. Öylelerinden kaçmak pek fena olmasa gerek fakat insanın kendinden kaçması... İşte bu fena, çok fena. İnsan kendinden bir kere kaçmaya başladı mı duramaz. O yüzden hayallerini, hedeflerini hep erteler. "Elbet bir gün..." diye diye ömrünün sonuna gelir. Bu sebeple kaçmak, kurtuluş değil aksine koca bir hiçtir. Hiçliğe karışıp yok olmaktır. Ben; kendinden kaçtığının farkında olan, durması gerektiğini bilen ama asla duramayan biriyim ve erteledikçe şunu anladım ki zaman; sanıldığı gibi düzeltmekle değil, düzeltmek istediğimiz şeyleri daha da bozmakla meşhurdur. Yani zaman geciktirir, gecikmeyin!.. Diğer hayalimi henüz açıklamayı düşünmüyorum. Siz, söylediklerime kulak verin kâfi. Sözlerimi, dinlemeye değer bulmuyor musunuz? Bulduğunuzu ümit ediyorum. Şimdilik bunu bir kenara bırakalım -kenara bıraktıklarımız başımıza yığılmaz umarım- ve kitabın konusunu tartışalım. Takılıyorum canım kitabın konusu belli zaten hiç tartışmaya girmeyin. Siz de çok çabuk galeyana geliyorsunuz. Sizi böyle yönetiyorlar sanırım. Bir konu açılmayagörsün hemen atlarsınız balığın suya atladığı gibi. Hayat da böyle değil midir zaten? Çözülmeyi bekleyen bir yığın sorun, cevaplanması gereken tonlarca soru... Nedense hepimiz hemen her konuda bir fikir sahibiyiz ama gel gör ki bir sonuca ulaştığımız da pek nadirdir. Tartışmak dışında bir şey yaptığımız mı var? Herkes kendi penceresinden bakıyor ya da pencere sahibi olmayanlar başkalarının pencerelerine yığılıyor. Bana sorarsınız hiç gerek yok böyle şeylere. Başka pencerelerden bakmaktansa penceresiz kalırım daha iyi. Söz konusu metaforun ne anlama geldiğini hepiniz anlamışsınızdır. Anlamak: İnsanoğlu için en zor meziyetlerden ve günümüzün en büyük sıkıntılarından biri. Fark ettiniz mi? Herkesin dilinde şu "anlamak" kelimesi. "Anlamıyorum.", "Anlamıyorlar." diyip duruyoruz. Ben de hep anlaşılmamaktan dert yanardım ama sonra anladım beni neden anlamadıklarını. Hatta böyle düşündüğüm bir gece şunu yazmıştım defterime: Artık anlıyorum beni neden anlamadıklarını. Çünkü hiçbiri benim gibi hissetmiyor ve benim, hiçbir hakkım yok onları suçlamaya. Kime dert yanabilirim benim derdimle dertlenmedi diye? Kime kızabilirim? Neyim ki ben ya da kimim? Kafasında binlerce soru işareti olan ve bu soru işaretlerini başkalarına da taşıyan birinden başka kim? Defalarca ayna karşısına geçip ağlamaktan moraran gözlerime bakıp günden güne ne kadar çirkinleştiğimi düşünüp duruyorum. Kan çanağına dönmüş gözlerimin ışığı söndüğünden beri etrafı nasıl zifiri bir karanlığa bürüdüğünü görüyorum. O kadar karanlık ki siyahtan başka hiçbir rengi tanıyamıyorum. Oysa ben her renge aşıktım. Renkler benim oyuncağımdı ve biz ne oyunlar oynardık onlarla. Ellerim bile nasıl küstüyse, fırçaları tutamıyor eskisi gibi. Hele ayaklarım; bedenimi taşıyamıyor, omzuma onca derdi yüklediğimden beri. Her gece kafamı yastığa koyduğumda şu soruyu soruyorum kendime: "Değdi mi kendini böyle harap ettiğine?" Değmediğini bile bile tekrar tekrar yaşadığımı düşünüyorum aynı ânı... Hoş, farkında olsam neye yarar sanki? Adımlarımı gül bahçeleri yerine her seferinde bataklığa attıktan sonra... ...Çok eski bir yazı bu. Şimdi olsa gül bahçesi yerine papatyalarla dolu kırları tercih ederim. Gül bahçelerine adım attığınızı düşünsenize. Yeteri kadar incinmemiş gibi bir de dikenlerle mi uğraşacağız? Her neyse kitabımızın konusu belli: İnsan. Yani konu sizsiniz. Ben de varım canım. Ben insan değil miyim? Hatta sanırım bu insanlardan bir halay ekibi kurulsa başını ben çekerdim. Yeteri kadar komikse -dalga geçenleri saymıyorum- devam edelim. Geçenlerde size kar yağacak demiştim. Kar yağdı ve ben yine yanılmadım. Genelde hep böyle olur zaten. Hislerimde yanıldığım çok nadir görülür. Kendimden bu kadar emin konuştuğum için kızmazsanız iyi olur. Tecrübelerin imbiğinden geçen insanlardanım. Şimdi imbik ne demek diye sorarsınız. Her şeyi çok biliyorsunuz ya hani, bilmeyenleriniz araştırsın. Evet, size çok öfkeliyim. Öfkemin sebepsiz olduğunu düşünmeyin. İçiniz... İçinize dönün, yeteri kadar iyi görüyor gözleriniz. Bu öfkenin sadece bana ait olmadığını hepimiz biliyoruz. Kaçınız bağırmadı, "İnsanlardan nefret ediyorum." diye? Kaçınız tek bir insana olan öfkesini bütün insanlığa ödetmedi? Mutlu olmadığımı mı sanıyorsunuz? Eğer öyleyse fazlasıyla yanıldığınızı söylemeliyim. Size söyleyeceklerim bittikten sonra kuş gibi hafifleyeceğimden şüpheniz olmasın. Başım ağrıyor, böyle çatlayacakmış gibi. Donuk bir ifadem var, bu yüzden soğuk biri olarak nitelendiriyor dışardan bakanlar. Zaten bana hep dışardan bakarlar. Haklısınız, bazen ben bile unutuyorum nerede kaldığımızı. Kitabın konusu demiştik, insanlardı. Kitap yazma kararı aldım, kitabın girişine bir kılıf uydurdum ve kitabın konusunu buldum. Geriye yazmak ve onu tamamlamak kaldı. Belki yazmaya başlayabilirim ama tamamlamak konusunda şüphelerim var. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadım, iyisi mi yatağıma geçip biraz dinleneyim. İşte, yine karşımda duruyor. Bakalım ne söyleyecek? Hayret! Konuşmuyor. "Ne oldu, neden susuyorsun?" diye sordum. Cevap yok. Gözleri doldu... Ağlayacak gibi duruyor. İkimiz de yorulduk biliyorum. Bazen ona kızsam da susmasına dayanamıyorum. Herkes sussa da o konuşmaya devam etsin istiyorum. O susunca kendimi daha yalnız hissediyorum. Çünkü susarsa hepten kaybederim. Kaybetmek istemiyorum. Kaybedeceğim kadar çok kişi kaybettim. Yani görünürde kayıptı ama ona baktığımda bunun aslında bir kazanç olabileceği umudu yeşeriyor içimde. Asıl kayıp o gittikten sonra olur, gitmesini istemiyorum. En iyisi onu şimdilik rahat bırakayım ve o sırada size bir mumun hikayesini anlatayım. Ne oldu? Yine şaşırdınız sanırım. Olamaz mı canım? Her şeyin, herkesin vardır bir hikayesi. Bu mumun hikayesi pek de yabancı sayılmaz, anlatayım da görün:Günlerden bir gün kırmızı renkli çok güzel bir mum, aynanın karşısına geçip, "Ne kadar da güzelim. Çilekli bir şeker gibiyim kıpkırmızı ve çok güzel kokuyorum." demiş. Pek dik duran bu mum daha da böbürlenip duruşunu abartarak, "Ben böyle dik durduğum sürece kimse karşımda duramaz, ben de kimsenin karşısında boyun eğmem!" demiş. Bir süre kendini övmeye devam eden mumun canı sıkılmış ve dışarı çıkmak istemiş. Yolda yürürken karşısına çok tatlı bir kız çocuğu çıkmış fakat bu kız çok üzgün duruyormuş. Mum, onu öyle görmeye dayanamayıp sormuş: "Neyin var, neden bu kadar üzgün görünüyorsun?" Küçük kız, "Benim hiç arkadaşım yok, kendimi çok yalnız hissediyorum." diye cevaplamış. Bu duruma üzülen mum küçük kızla arkadaş olmaya karar vermiş. Küçük kız buna hayır der mi? Kabul etmiş hemen. Mum, ona masallar okur, şarkılar söylermiş. Onu çok sever ve ona çok güvenirmiş. Bir gün yine böyle eğlenirlerken bir anda yağmur yağıp gök gürlemeye başlamış. Küçük kız çok korkmuş ama mum, korkmaması için elinden geleni yapmış ve onu yeniden güldürmüş derken birden elektrikler kesilmiş. Kız, daha da korkmuş. Mum ne yaparsa yapsın onu güldürememiş çünkü kız karanlıktan korktuğu için mumun söylediklerine aldırış etmeden sadece karanlığı düşünüyormuş. Bunun üzerine mum, dayanamayıp yakmış kendini. O anda her yer aydınlanmış ve küçük kız yeniden gülmeye başlamış. Artık korkmuyormuş. Bu yüzden mum yanmaya devam etmiş. Aradan dakikalar, saatler geçmiş ama mum, küçük kız karanlıkta kalıp korkmasın diye söndürmemiş kendini. Küçüldükçe küçülmüş ve o dik duruşundan eser kalmamış. Rengi solmuş, yığıldıkça yığılmış ve en sonunda sönmüş. Mum sönünce elektrikler gelmiş, küçük kızın muma ihtiyacı kalmamış. Kız, mumun eski halinden eser kalmadığını görünce onu dışarı atmış. Çünkü o artık yorgun, neşesiz ve küçücükmüş. Ne eskisi kadar güzel kokuyormuş ne de eskisi gibi güçlü duruyormuş. Dışarda kalan mum, yağmurun altında ıslanarak kaybolmuş. Ne küçük kız ne de başkaları görmüş onu. Mum unutulmuş, sonsuzluğa karışıp yok olmuş. Tabii küçük kız da tekrar yalnız kalmış. Artık ona arkadaşlık edecek, karanlığını aydınlatacak bir mum yokmuş. Hatasını anlamış olsa da iş işten geçmiş ve küçük kız, sonsuz bir karanlığa mahkum kalmış. Biliyorsunuz değerli okurlarım, konumuz mum değil ama bazen kendime, "Acaba ben bir mum muyum?" diye sormuyor da değilim. Belki de hepimiz birer mumdur: Başkaları uğruna kendini yakan sonra unutulup giden bir mum... Bazen de bu dünyaya insan olarak gelmektense bir mum olarak gelmek fikri daha cazip geliyor. Fakat ne yazık ki herkes küçük kız gibi hatasını anlamıyor. Hatta bazıları yaptıklarının bir hata olduğunu bile kabul etmiyor. Düşündükçe geriliyorum. Güldü... "Neden gülüyorsun?" diye sordum. Onunla doğru düzgün sohbet ettiğim yok. O yüzden hep birbirimize soru sorarız, verilen cevaplardan sonra sessizlik başlar. "Tuhafsın, bu beni güldürüyor." dedi. Bu defa ben de güldüm. Cevap vermeyeceğim. Şu an düşündüm de konuşmasa daha mı iyiydi acaba? Bir kez olsun güzel bir şey dediğine denk gelmedim. Boşuna demiyorlar, düşmanını uzakta arama diye. Şimdi uyuyacağım. Bugün, hiç konuşmadığım kadar çok konuştum. Hepinize iyi geceler......Ben geldim. Yorucu ama güzel bir haftaydı. Yine o pek sevdiğim(!) hafta sonu tatili... Gerçi artık siz varsınız ve sizinle vakit geçirmeyi en az onlarla birlikte olmak kadar seviyorum. "Onlar kim?" diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Onlar benim çocuklarım. Evet, evet! Öğretmen olduğumu söylemiştim unuttunuz mu? Unutmadınız tabii, siz benim kadar unutkan değilsiniz. Daha önce sizi sevmediğimi söylemiştim. Ben böyleyim işte ama alınganlık göstermeyin aslında sevmediğim siz değilsiniz. Arka fonda çalan şarkının sesini duyuyor musunuz? Açarsanız duyarsınız. Hüseyin Altın'ın "Hasret Akşamları" isimli şarkısı. "Gezdim sabaha kadar gurbet sokaklarını." diyor. Gurbet, sözlüklerde yabancı yer olarak geçiyor. Bazı insanlara, gittiği her yer yabancı gelir: Bir türlü nereye ait olduğunu bulamayan insanlara. Ben de o insanlardanım. Nereye gidersem gideyim, başka bir yerde olmam gerekiyormuş gibi hissediyorum. Bana yabancı olmayan bir yer bulursam son nefesime kadar orada kalırım. O kadar yoruldum ki seferi dolaşmaktan. Konumuzla alakasız ama, "Hiç aşık oldunuz mu?" Siz orada kendinizi sorgulayadurun, ben de bir kahve içeyim. Korkmayın, fincanı yıkamıştım ama cam hâlâ kirli. Silmiştim, evet ama hep kirleniyor. Ona insan benzetmesi yaptım diye mi temiz durmayı beceremiyor acaba? Şaka yaptım canım, alınmayın hemen. Son zamanlarda hep yağmur yağıyor o yüzden öyle. Aranızda yağmuru sevmeyen var mıdır acaba? Ben yağmuru çok severim. Mevsimlerden de sonbaharı. Yok, hemen romantizm gelmesin aklınıza. Ne çok sıcak ne çok soğuk diye yani, başka sebebi yok. Kar da yağmıştı ama çok uzun sürmedi ondan sonra hep yağmur yağdı. Kar yağsa beyaza dönerdi şehir, temizlenirdi. Beyaz da güzel bir renk ama ben siyahı severim. Kusurları kapatmakta üstüne yok. Hepimizin siyaha ihtiyacı var. Kar; beyaz yerine siyah olsa, öyle yağsa üstümüze yine de örtemez bu kadar kusuru. Amacım sizi karamsarlığa sürüklemek değil fakat zihnim darmadağınık. Belki bir gün güzel şeylerden bahsederiz. Güzel şeyler... Yani mutluluk ve huzur veren şeyler. Yine de söylemeliyim ki ben hüzne müptelayım. Ahmet Haşim'in dediği gibi, "Melâli anlamayan nesle âşina değiliz." Melâli olmayanların, melâli anlamayanların diyarı başka...."Yüzün düştü, düşmesin." dedi. Hafif bir tebessümle karşılık verdim. Bir anda içime sıkıntı çöker ve ne olduğunu anlamam. Böyle yaptığım için bana çok kızıyor ama elimde değil. Bazen bana karşı kırıcı davranıyor olmasını da anlıyorum çünkü kendime gelmemi istiyor. "Eve dönelim diyen sen değil miydin?" diye sordu sert bir tavırla. Haklı... "Bir gün döneceğim." dedim. Belirsizlik... Ya siyah olmalı ya beyaz, griler bitirir insanı. Siyahla beyaz arasında kalmanın ıstırabını çekiyorum. Yazmaya devam edecek gücü kendimde bulamıyorum, uyuyalım. Bunu dedikten yirmi dakika sonra geri geldim ama sizin için bir cümleden diğerine geçmek bu kadar uzun sürmedi, biliyorum. Oldum olası uykuyla aramı düzeltemedim. Yani bazen size, uyuyacağımı desem de yalan söylemiş olabilirim. İnsan, söylediği şeyin yalan olup olmadığını bilmez mi? Bazen bilemiyor işte. O anki niyetin ne olduğundan ziyade onu uygulayabilmek önemli. Örneğin bazı insanlar vardır. Vardır da neyse... Ben anlatmayacağım, bu boşluğu kendinizce doldurun. Aklıma gelmişken; önce mutlu olmadığımı sananlara, yanıldıklarını söylemiştim. Sonra da hüzne müptelayım dedim. Kendimle çeliştiğimi düşünenlere bir hatırlatma yapmam gerek: Mutlu olmakla hüzünle barışık olmak farklı şeyler. Biz mutluluğu, aranıp bulunan bir duygu sanıyoruz oysaki mutluluk, hüzünle barışık olursak gelir. Asıl mesele her şeyi zıttıyla kabullenmek ve sevmektir. Aksi halde onlarca kişisel gelişim kitabı okuyun yine de kendinizi buna ikna edemezsiniz. Gelişimlerini tamamlayanları tenzih ederim(!) geri kalanlar için bu oldukça zordur. Kendimle olan savaşım yazma eylemime ket vurmakta ve işin kötü tarafı, bu savaşın kaybedeni olursa her iki tarafın da mağlup olacağıdır. ...Yirmi üç yıllık bir yolculuk... Nereden geldiğim belli de nereye varacağım meçhul. Siz biliyor musunuz nereye varacağınızı? Ya bilmiyorsunuzdur ya bildiğinizi sanıyorsunuzdur. Hayatımız boyunca hep bir şeyler için çabalar, belirlediğimiz hedefe ulaşmak için her yolu deneriz. Fakat kendimizi, hiç ummadığımız bir anda ummadığımız bir yerde buluruz. Ah, sizi unutkan göçebeler! Hâlâ ait olduğunuz yeri bulma çabasındasınız. Yalnız şunu bilmelisiniz ki tüm bu çabalarınız boşa. Bugün her zamankinden daha öfkeliyim ve bu öfkeyi içimden nasıl atabileceğime dair hiçbir fikrim yok. Siz insanlar beni çok yoruyorsunuz. Ne yaptığınıza anlam vermek o kadar zor ki. Bazı şeyleri sizin yerinize yapmak (düşünmek, utanmak gibi) lüzumsuz belki ama aksi mümkün değil. Keşke herkes kendi sorumluluklarını yerine getirebilse de kimse kimsenin açığını kapatmaya çalışmasa. Bu konuyu pek uzatmayacağım çünkü düşündükçe tüm insanlığa olan öfkem artıyor. Ha, bu arada; hiçbiriniz sandığınız kadar masum değilsiniz. Belki şu an, "Ben ne yaptım?" diye soranlar vardır. Sorun da bu işte: Siz, hiç ama hiçbir şey yapmadınız! Tuhaf bakışlarınıza gelsin bu sözüm: Tanıyamadım sizi ey insanlar, bin yıl da geçse tanıyamam ben sizi....Yazamıyorum! Dünyanın bütün kâğıtları, kalemleri bir araya gelse yine de temizleyemez bu zihni. Beni görmeniz için yazmak zorunda mıyım? Çığlıklarım duyulmadı diye yazmak istemiştim sadece ama yazamıyorum. Bana bu kadar kör ve sağır olmak zorunda mısınız? Sizden medet umacak kadar âciz değilim fakat artık dayanamıyorum. Yok sayılmaktan bıktım. Belki paha biçilmez değilim ama bir paçavra da değilim. Beni duyan sadece bir kişi var. Karşımda duruyor... Duruyor da ne işe yarıyor? O, sizden de kötü. Cümlelerim de kısaldıkça kısaldı. Ben bu cümlelerle yüreğinize dokunamam ki. Yüzme bilmeyen birinin okyanusun en derinlerinde çırpınışını andırıyor halim. Bir batıp bir çıkıyor ve sonunda soluksuz kalıyorum. Batıp gitsem yosunlardan başka saranım olmaz. Öyle yalnız, öyle yabancı, öyle çaresizim... En vahşi balıklar bile nimetten saymaz beni. Sanırım tüm öfkem kendime. Sizle bir derdim yok benim. Beni tanımadan yargılamayın, sözlerim incitmesin sizi. Ben, kendi dışında kalan her şeyi, herkesi seven biriyim. Sizi sevmediğimi söylesem de inanmayın. Hoş, sizi bu kadar sevmiş olmasam ne gerek duyardım yazmaya? Fakat siz de beni sevmiş olsaydınız... Söylemedim varsayalım. Kitap demiştik, yazamıyorum, evet... Acaba bir gün başladığım işlerin sonunu getirebilecek miyim? Yoksa her şey her zaman olduğu gibi yarım mı kalacak? Aslında kendimi tamamlayabilsem yarım bıraktıklarım da kendiliğinden tamamlanır belki. Bir dönüşü olmalı bu yolun, bir çözümü olmalı. Uyumam gerek belki de. Uyumam gerek... Uyuma...Keşke sözüm yarım, ben de uyuya kalsaydım. Uyuduğumu mu sandınız? Yanıldınız çünkü ben, bana gereken her şeyden yoksunum. İhtiyacım olan her şeyden yoksun. Eğer bir gün uykuyla aram düzelirse bilin ki hayatım yoluna girmiş demektir. Sol elim uyuştu ve yazmakta biraz zorlanıyorum. Hayır, solak değilim ama dikkatim dağılıyor. Yazdıklarım dikkat gerektiriyor da sanki(!) Olsun sağ elim üzülüyor eşinin iyi hissetmiyor olmasına. Fark ettim de her şeyi çifti tamamlıyor. Ah, neyse ki tüm uzuvlarım tam. Kalbim var bir de... O da benim gibi yalnız ve yarım. Böyle zamanlarda bana sarıyor. Bir türlü anlaşamıyoruz ama ona iyi bakıyorum: kendim için. Bazı şeylere katlanıyor olmamız mecburiyetimizden. Yazmak da amma meşakkatli işmiş be! Ayrıca, sadece siz okuyun diye yazmıyorum bunları. Siz, bir cümleden diğerine geçerken bile bir önceki cümleyi unutursunuz. Asıl mesele benim hatırlamam. Daha önce demiştim, "Son zamanlarda epey unutkan biri oldum." diye. Bunları şimdi yazmazsam bana yapılanları unutabilirim. Benim başıma ne geldiyse unuttuğumdan geldi. Bundan sonra gelmesine izin verecek mecalim olduğunu sanmıyorum. Siz de unutmayın. En azından hatalarınızı, yanlışlarınızı... Unutursanız ders almanız zor olur. İyice öğrenene kadar aynı dersi almaya devam edersiniz. Bu kadar çabuk konu değiştiriyor olduğum için üzgünüm ama kafamın çok karışık olduğunu, canımın çok yandığını söylemem gerek. Evet, acı çekiyorum ve acı çektiğimi benden başkasının bilmiyor olması daha da yakıyor canımı. Elle tutulur bir sebebim olsa da saatlerce ağlasam keşke. İnsanlara acımı gösterme taraftarı değilim. Bence kimsenin görmemesi daha iyi. Eğer görmeleri bir şeyi değiştirmeyecekse bilmemeleri daha doğru. Nasıl bir ortamda yazdığımı bilseniz cümle kurabildiğime bile şaşırırdınız. Cümlelerim pek de kayda değer değil farkındayım ama bunları yazmazsam içimde birikenlere kapılıp boğulabilirim. Bazen gitmek zorunda kalırız, en çok da kendimizden. Gitmenin de bir onuru var. Gidecekse insan, kendine dair hiçbir iz bırakmamalı. Öyle bir gitmeli ki hatırası bile kalmamalı. Geri dönmenin nişanesi varsa tam anlamıyla gitmiş sayılmazsınız. Ben de gitmem gereken her yerden gittim ve sonunda yapayalnız kaldım. Aslında pek de yalnız sayılmam çünkü o var. Hem en iyi hem de en kötü arkadaşım... Tuhaf değil mi? Her şey çok tuhaf. Bu kadar tuhaflık bana çok fazla. Size, zamanı geldiğinde güzel şeylerden söz edeceğimi söylemiştim ama sanırım güzel şeyler hiç olmayacak. Olsa da bunları paylaşmam çünkü mutluyken sizi unuturum. Herkes gibi ben de iyiyken sizi hatırlamam. Siz ve yazmak bana iyi geliyorsunuz. Bize iyi gelen şeylere sadece kötü anlarımızda ihtiyaç duyarız ve ben de en az sizin kadar bencil ve nankörüm. ...Hepinizin kendinden bir parça bulabileceği bir kitap yazacağım. En azından öyle hayal ediyorum. Yazdıkça kelime dağarcığım daralıyor sanki ya da ben parça parça buraya dökülüyorum. Belki de söylediklerim bitmek üzeredir. Umarım iyileşiyorumdur. Daha önce hastalar için böyle bir tedavi yöntemi kullanıldı mı bilmiyorum. Fakat bir doktorum olmadığı kesin ve kendimi iyileştirmek göreviyle bunu başaracak tedavi yöntemini keşfetmek bana düştü. Ben de yazmam gerektiğine karar verdim. Yazdıkça gözyaşlarımın içimden akıp gittiğini hissediyorum belki de bu iyileşecek olmamın alametidir. Koca bir haksızlığa uğruyoruz hepimiz, sevdiklerimiz tarafından. Oysa sevmek, hasta etmez insanı. O halde bizi hasta eden ne olabilir? Bu kaçıncı diyişim bilmiyorum ama çok yoruldum. Sığınabileceğim güvenilir bir ağaç gölgesi bulmak ve dibinde saatlerce uyumak istiyorum. Bu yorgunluğun geçmesini beklerken uykumun sonsuza dek sürmesinden korkuyorum. Sadece bundan değil, çok daha fazlası korkutuyor beni. Ne ara bu kadar korkak oldum? Bilmiyorum... Sanırım ben hiçbir şey bilmiyorum. O zaman ne işe yarıyorum? Neden yaşıyorum? Hayatın anlamı amaçta saklıdır diyen ben, ne amaçla yaşıyorum? En iyisi şimdilik bu soruları bir kenara bırakayım aksi halde bu kadar derin bir sorgulama beni iyice yıpratacak. Eminim siz de fark etmişsinizdir. Sohbetimizin başında her şeyi büyük bir heyecanla anlatıyordum fakat şimdi cümlelerim kısalmakla beraber niteliğini de yitirmekte. Sona yaklaştıkça böyle oluyor. Ben böyle olmasını istememiştim. Hoş, istediklerimin hangisi oldu ki şimdiye kadar? Anlatmak istediğim o kadar çok şey var ki nereden ve nasıl başlayacağımı bilmiyorum. Çevremin bana karşı duyarsızlığını mı, canımı yakan şeylere karşı zorunlu maruziyetimi mi, çaresizliğimi mi anlatayım? Haksızlığı, adaletsizliği, vefasızlığı, bencilliği ve dahi nice olumsuz hisleri mi? İçinde bulunduğum savaş benliğimi yok etmekte. Bulunduğum durum, o kadar aşağılık o kadar ilginç ki size bunu anlatmak yerine sadece ruh halimin tasviriyle yetiniyorum. İlerleyen zamanlarda birçok konuyu münakaşa edeceğiz yalnız şimdilik bu halimi mazur görmenizi istiyorum. Duygularımın sürekli halde suistimal edilmesi, bana bir ip gibi olana dek yontulmuş bir ağacı anımsatıyor. Hayal edin: Koca gövde bir ip kadar inceldi ve kırılması an meselesi. Nice fırtınaların deviremediği koca çınar, şimdilerde en ufak bir esintiye dahi yenik düşecek kadar güçsüz. Daha ne kadar anlatabilirim bilmiyorum. Al işte yine o korkunç karıncalanma. Bu defa sağ elimde başladı ki sanırım şimdilik yazmaya ara vermem gerektiğinin bir işareti bu. Bugün oldukça kötü bir gün geçirdim. Bu duruma alışmak istemiyorum. Yalnızlık da artık iyi gelmiyor. Birine ya da birilerine ihtiyacım olduğunu hissediyorum ama korkuyorum. Korkaklığım başıma iş açacak. Artık biraz uyumak ve dinlenmek, hiçbir şey düşünmemek istiyorum. Gitmem gerek fakat tekrar geleceğim. Döndüğümde sizi burada görmeyi temenni ederim. Kendinize dikkat edin yüreği güzel insanlar, hoşça kalın....Aradan uzun zaman geçti. Doğrusu yazmayı da sizinle vakit geçirmeyi de özledim. Buralarda olmadığım süre içinde neler yaptığımı pek hatırlamıyorum. Hayatı akışında yaşayan biri değilim. Olaylar istediğim gibi olmadığında yönünü değiştirmeye çalışır, sonunu bekleyecek sabrı gösteremem fakat son zamanlarda olanlara müdahale edecek çabayı sarf etmekten acizim. Bir şeyler oluyorsa öyle olması gerekiyordur düşüncesiyle avunmaktan başka çarem de yok artık. Bir süre dinlenmem ve bütün bu olanlarla savaşabilecek kadar toparlanmam gerek. Hayat, kendi gerçeklerimizden ibaret. Neye inanıyorsak, ne için yaşıyorsak hayatımızı onun üzerine inşa ederiz. Bir süre sonra ise aslında gerçek diye adlandırdığımız şeylerin koca bir yalandan başka hiçbir şey olmadığını görür, hayal kırıklığı yaşarız. Peki hayallerimiz hemen kırılacak kadar basit mi? Hayal olabilecek kadar büyükse ve ulaşılması emek istiyorsa basit denemez aslında. O halde neden ilerleyen zamanlarda fikirlerimiz değişir, düşündünüz mü? Demek ki bunun ardında basit ya da zor olması dışında daha mühim bir mesele var: İnsanlar. Evet, kesinlikle insanlar. Yani bizim dışımızda kalanlar... Sizin için ben olabilirim, benim için de siz olabilirsiniz. Üzgünüm, kendi hatalarımı örtbas etmek için sorumluluğu size yüklemem gerekiyordu. Tıpkı sizin hayatınız boyunca her hatanızdan başkalarını sorumlu tutuyor olmanız gibi. Oysa kendimize filtresiz bakabilsek tüm kusurlarımızı görür, bunları düzeltmek için uğraşırız. Böylesi zor geliyor değil mi? Kendimizde en ufak bir kusur görünce onu saklamak için çeşitli hallere düşer, her yolu deneriz. O kadar iyi saklarız ki belli bir zaman sonra apaçık belli olan bu kusurlara karşı köreliriz. İyi gözlere sahip olmamız ise ne yazık ki bazen görmek için yeterli değil. Hele ki gönül gözümüz kapalıysa... Bu konuya nereden geldim inanın ben de bilmiyorum. Beni dinlemenizi garipsediğimden olsa gerek çoğu zaman ne anlatacağımı unutup, farklı meselelere değiniyorum. Beni ancak bir fincan kahve ayıltabilir. Bana eşlik etmenizden şeref duyarım. ...Kahve yapma konusunda pek iyi değilim ama umarım beğenmişsinizdir. Yalnız kahve yapmakta değil, birçok konuda yetersiz olduğumu kabul ediyorum. Kendi eksiklerimin farkında olmak, içimi bir nebze olsun rahatlatıyor. Kör cahiller grubundan kıl payı kurtulduğumu düşünüyorum. Farkındayım ki daha çok okumak, daha çok gezmek ve öğrenmek gerek. Bunun bana ne gibi bir katkısı olur bilmiyorum. Çünkü bilmek, koca bir yük olup biner insanın omuzlarına. Bu yüzden bilgelerin omuzları hep düşüktür. Bana, bugüne dek kaç bilge gördüğümü sorsanız cevap alamazsınız ama ben onları düşük omuzlu hayal ediyorum. Siz öyleyseniz ya da hayatınızda öyle biri varsa çok şanslısınız. Düşük omuzlarınız olduğu için değil, omuzlarınızın düşeceği kadar yol kat ettiğiniz için... Peki ben ne kadar ilerledim? Açık konuşmak gerekirse ben, bu kitap yazma işinin bana göre olmadığı kanısına vardım. Ayrıca gereksiz sözcüklerle kafanızı karıştırıp üstelik de çok değerli vaktinizden çalmak niyetinde değilim. Genellikle niyetimiz hep iyi yöndedir fakat ne hikmetse bu iyiliğin sonucu kötü olmakla beraber amacından bir hayli uzaklaşıyor. Uzaklaşmak dedim de aklıma geldi: Son zamanlarda o da benden uzak duruyor. Hiç anlam veremiyorum bu hallerine. Bana hiçbir konuda yardımcı olmuyor ve ben tek başıma düşünüyor, bir türlü kendim için kararda bulunamıyorum. İçinde sürüklenip durduğum -sürüklenmek bile fazla- bir bataklıkta mahsur kalmış gibiyim. İşin en acı tarafı ise kurtulamayacağını bildiğin halde o bataklıktan çırpınarak çıkmaya çalışmaktır. İnsanın kendi sonunu görememesinin bir kötü tarafı da bu olsa gerek. Kadere teslimiyetin bahanesiyle avunup duruyoruz. Özellikle son zamanlarda üç dört cümlenin ilerisine gidememek de canımı daha fazla sıkıyor. İçimdekiler sadece üç beş sayfadan ibaret miydi diye düşünüyorum. Halbuki başlamadan önce kafamdakileri birkaç cilde sığdıramayacağımı sanıyordum. ...Tahmin edin bakalım ne yaptım? Hava almak için dışarı çıktım. Evet, evet! Hava almak için... Evde olmak yani kişinin kendine dönmesi bazen nefes alabilmesi için yeterli gelmiyormuş. Kimi zaman kendimizden uzaklaşmamız gerekiyormuş. Birçok şeyi geç anladığım gibi bunu anlamam da pek fazla zamanımı aldı. Henüz pazar kahvaltıları derecesine kadar ilerlemedim fakat hava almak için dışarı çıkmam benim adıma büyük bir adımdı. Hayır, sanırım yine yanılıyorum. Dışarı çıkmayı istemem sadece kendimi bir an için mutlu hissettiğimdenmiş. İçime aniden bir hüzün çöktü. Eve dönmem gerek. Biraz daha durursam nefessiz kalabilirim. Bunun sonucunda ömrümün yarım kalması değil de kitabın yarım kalma ihtimali beni daha fazla üzer. O yüzden elimi çabuk tutmalıyım. "Bana öyle bakma. Biliyorum, çıkarken çok heyecanlıydım ama sonra ne olduysa içimde bir şeylerin ters gittiği hissine kapıldım. Sonra da eve dönmem gerektiğini anladım. Bu değişken ruh halimin sana da çok tuhaf geldiğinin farkındayım fakat ne yapabilirim? Sandığın kadar kolay değil. Sen orada öylece izlemekten başka ne halta yarıyorsun ki? Bugüne kadar beni yargılamaktan, olumsuzu düşündürmekten, kendimden nefret etmeme sebep olmaktan başka ne halta..?" Her neyse şu an onu dinleyecek durumda değilim. ...Yine derin düşüncelere daldım. Kendimi ve hayatımı sorguluyorum. Ya her şey sadece bir yanılgıdan ibaretse? Bu koşuşturmaca, her şeyden bir anlam çıkarmaya çalışma çabaları, zifiri bir karanlığın içinde dahi bir ışık hüzmesi arama sadece kişinin kendini kandırmasıysa? Bu kadar ince düşünmek beni herkesten uzaklaştırıyor. Ben artık duygularımı kontrol etmeye çalışmadan yaşamak istiyorum. Sevmek ve sevilmek istiyorum. Neden kendimi sevilecek biri olarak görmüyorum? Bu gerçekten sadece insanlara olan güvensizliğim mi yoksa özgüvensizliğim mi? Yine cevap bulamadığım bir yığın soru. Heybemi ağırlaştıran sorulardan kurtulmanın bir yolunu bulmalıyım. Ben artık soru sormak değil, cevap bulmak istiyorum. Yükünü kaldıramadığım bu dünyanın altında ezilip yalnızca son nefesimi vermeyi bekleyerek ömrümün sonuna dek çırpınmadan, kimseden medet ummadan, yardım dilemeden bu zayıf iradeyle yaşamımın son bulmasını bekleyeceğim. Denedim... İnsanlara güvenmeyi ve beni gerçekten tanımış olduklarını düşündüğüm söz gelimi yakın çevremin kendimi açıklamak zorunda kalmadan beni anlamış olmalarını dilerdim. Ne çok şey diliyoruz. Halbuki şu beklentileri artık bir kenara bırakıp dinlenmeyi denesek daha fazla ilerleme şansı yakalarız gibi geliyor. Yazdığım bu satırların devamını getirebilmek için kötü bir an yaşamak istedim desem nasıl karşılarsınız? Sırf yazmak daha doğrusu yazabilmek için üzülmeyi beklemek ne kadar mantıklı? Size saçma gelmiş olabilir ama ben bunu gerçekten yaptım. Bir anlığına da olsa "mutluluk" diye nitelendirebileceğim bir durum yaşadım. Tabii bu her zaman olduğu gibi yine çok kısa sürdü. Açıkçası üzüldüm ve o anın vermiş olduğu hüzün bana yazmam için değerlendirebileceğim bir fırsat olarak görünmedi. Sonra kendimle baş başa kalıp bunu da sorgulamak için kendime zaman ayırdım. Bilirsiniz ben her şeyi sorgularım. Kendi zihnimle girdiğim münakaşadan galip ayrılarak aranıza katıldım. Sizinle zaman geçirmek, onlarla vakit öldürmekten çok daha kıymetli. Bunu daha önce de söylemiştim ve her seferinde tekrarlamama gerek yok sanırım. Yaşamış olduğum kötü olayların beni yıldırmayacağını aksine kendim olabilmem için her birinin ayrı bir fırsat olduğunu kabullendim ve kabullenmenin hayatım için olumlu yönlerini deneyimlerek anlamış olmanın verdiği hazla yoluma devam etme konusunda kararlıyım. Elbette bazı durumlarda yaşantımızın zorluğuna dayanamayıp pes etme eğiliminde olabiliriz. Yine de bir süre sonra duygularımızı bir kenara bırakıp zihnimizle meşgul olunca olayı tüm çıplaklığıyla görüp yolumuzu da buna göre şekillendiririz. İçinde bulunduğumuz duygu durumlarının ebedi olduğunu düşünsenize. İnsanoğlu için bu ne kadar zor olurdu. Hep aynı mutlulukla ya da hep aynı acıyla yaşamak... Düşüncesi bile çok sarsıcı. Uzun süre acı yaşamadığımızda da bu böyledir. Evet, hepimiz mutlu olmak istiyor ve bunun için uğraşıyoruz ama buna rağmen sadece birkaç günlüğüne de olsa üzülmediğimizde kendimizi bir boşluk içinde gibi hissedip içerlediğimiz oluyor. Aslında bir sebep yokken bile bu durum bize o kadar tuhaf ve sıkıcı gelmeye başlıyor ki hiç olmadık bir anda hiç olmadık bir şeyi hayal edip kendimizi üzebiliyoruz. Hatta kimi zaman, sebepsizce, davranışlarımızın depresyon belirtileri gösterdiğini düşünüp o ruh haline büründüğümüz oluyor. İşte bunun tek bir çizgide yürümenin anormalliğini gösterdiği kanısındayım. Biz normalin dışına çıkmayı uygun görmüyor fakat normal diye adlandırdığımız şeyin aslında çok da normal olmadığını işte tam da bu noktada deneyimliyoruz. Üniversitedeki bir hocamın şu sözlerini anımsadım: "Peki ya normal olan normal midir?" Bu soruyu sizin de kendinize sormanızı istiyorum. Şu an alanımın çok dışına çıktığımı fark ettim. Ben, psikolojik danışmanlık yapmıyorum veya psikoloji üzerine bir kitap yazmıyorum. Yine de konumuz "insan" olduğu için her seferinde psikolojiye değinmemek benim için biraz zor. O kadar fazla insanla muhatap oldum ve hepsinden o kadar çok şey öğrendim ki bazen bunun için yeterli olduğum yanılgısına kapılıyorum. Bu gerçekten bir yanılgı çünkü ne kadar okursam okuyayım ne kadar görürsem göreyim yine de görmediklerim yüzyıllar boyu süren bir hayata sığmayacak kadar geniş bir alana sahip. Sonuçta milyarlarca insan ve bu insanların hepsi birbirinden farklı. Biri için geçerli sayılan durum bir başkasında çok başka nedenler ve sonuçlar barındırabilir. Yine de biz, hayatın kendi yaşadıklarımızdan ve çevremizden ibaret olduğunu düşünür, bu sebeple olaylara kendi penceremizden bakarız. Olsun... Hiç olmazsa bir pencere sahibiyiz, ne mutlu başkalarının pencerelerine gerek duymayan insanlara. ...Ben, yalnız değilim. Kendi başına bir kalabalığı oluşturan birden fazla kişiyim. Bir yanım olabildiğince neşeli, bir yanım son derece hüzünlüyken aynı zamanda birbirinden farklı özelliklere sahip birkaç kişiyim. Bu sebepledir ki ağır bir yaşam sürdürmekteyim. Kararsızlığımla tanınır, kendimle ilgili konularda çözüm bulmakta zorlanır fakat başkaları için birçok öneride bulunabilirim. Oysa kendine faydası olmayanların çevresine de faydası beklenmemekte. Ben buna katılmadığımı belirtmek isterim. Kendini unutmuş biri, kendinden kaçışı başkalarına yakın durmakla sağlamaya çalışır. Sıkıntılarını, üzüntüsünü, içinden çıkamadığı zorlukları bastırmak adına da olsa kendi dışında kalan sorunlara odaklanır. Çünkü söz konusu kendimiz olunca pek sağlıklı kararlar alamıyoruz. Ancak düşünmekle bir yere varmaya çalışır sonucunda ise sorunu daha da büyütmüş olduğumuzu fark ederiz. Bu sebeple düşünmek de bir zaman sonra zor gelir ve farklı uğraşlara yöneliriz. Nasıl toparlanacağım konusunda fikir sahibi değilim. Mevcut sistemin dayattığı düzene ayak uydurarak çevreme karşı hep mutlu olduğumu göstermek zorunda hissedip yaşamaya devam edeceğim sanırım. Tabii buna yaşamak denirse. Dolu dolu yaşamam gereken duyguları hep arka planda bırakmanın bana bir şey kazandırmayacağının farkında olsam da bazı şeyleri geri getirmek artık çok zor. Öyle ki bazı duyguların nasıl yaşanacağını bile bilmiyorum. Örneğin şaşırma duygusunun ne demek olduğunu öğreneceğim konusunda da şüpheliyim. Bir başka örnek ise sevinç duygusu. Güzel bir haber aldığımda, beni çok mutlu eden bir durumla karşılaştığımda nasıl sevineceğimi hiçbir zaman öğrenemedim. İçimde bir yerde bu duygunun güzelliğini hissetsem de dışarıya bunu yansıtma konusunda iyi değilim. Hatta çoğu zaman çevremi buna inandıramadım. Sevdiğim birinden hediye aldığım zamanlarda da böyledir. Tepkisizliğimden dolayı beğenmediğim duygusuna kapılıp üzüldükleri dahi olmuştur. Bendeki bu hissizliği ya da öyle gösteriyor olma nedenini henüz anlamış değilim. Ağır şeyler yaşamadım fakat duygularımın çok erken yıprandığını söyleyebilirim. ..."Anlamak masraflı iştir." der, Sezai Karakoç. Gerçekten öyle değil mi değerli dostlarım? Anlamak kadar anlatmak da zahmettir. Ben anlatmanın zahmetini çektiğim kadar hiçbir şey çekmedim bu hayatta. Sonra düşündüm de belki ben anlatamıyor değilim, karşımdaki anlamakta güçlük çekiyordur. Belki ben en büyük hatayı suçu kendimde aramakla yapıyorumdur. Neden sadece ben anlamak zorunda olayım? Neden bu masrafı sadece ben karşılamak zorundaymışım gibi hissedeyim? Ah, bazen o kadar zor ki... Anlaşıyor olmak için aynı dili konuşmanın yetersiz olduğunu geç yaşta anladım. Bu vesileyle yapılmayacaklar listesine bir madde daha eklendi. Her neyse, son birkaç gündür baş ağrılarım iyice arttı. Bu demek oluyor ki son zamanlarda haddinden fazla düşünceyle zihnim meşgul ve müşkül durumda. O yüzden bu aralar sizlerle daha sık buluşuyoruz. Zihnimdekilerin yükünden bir nebze de olsa kurtulabilmek için yazıyorum. Bu hengameden kaçıp soluklanacağım bir barınak olduğunu biliyor olmak da ayrı bir mutluluk fakat yeterli değil. Çünkü hüzün mıh gibi çakılıp kaldı. Yolun sonunu bilmeden yürümek ama yürekteki umuda güvenmek ve ona tutunarak adım atmak böyle bir şey olsa gerek. Öyle olmasa nasıl ilerleyebilirdik? O yolu yürümeye değer kılacak bir sebep olmalıydı aksi halde bu kadar yıpranmış bir bedenin kendinden ileri gitmesi mümkün müdür? ...Yaşamımız boyunca bir dala tutunmaya çalışıyor daha sonra bu dalla birlikte kendimizi yerde buluyoruz. Kırılan dallarla çok şey yapılabilir. Ona bakınca ne gördüğümüz önemli. Başarısızlık mı, umutsuzluk mu, inançsızlık mı, ders mi, tecrübe mi, yeni bir başlangıç mı? Ne görüyoruz? Saydığım bunca örnekten sonra bunu söylemek garip gelecektir belki ama ben artık o dallara bakınca hiçbir şey göremiyorum. Bir yanım deli gibi umut etmekteyken bir yanım en diplerde başını iki avucu arasına almış, çaresizlik içinde. Ben çareyi bulmaya yönelik bir arayış içindeyim. Peki ya çare nerede? Bu manasız bir arayış da olabilir. Gerektiği yerde pes etmeyi de bilmeli ki nefeslenmeye vaktimiz kalsın. O kadar hırslıyız ki boğulacak olsak yine merak ederiz denizin diplerini. Çünkü orada farklı ve dikkat çekici bir yaşamın var olduğuna inanırız. Bu hırs bizi ölüme de sürüklese sonuçtan bağımsız yaşayan insanlar olarak yolculuğu seviyoruz. Biz varış noktalarının değil, bizi ona götüren yolların müptelasıyız. Sözlerimin son bulacağı gün, iyileşeceğim gündür. O güne dek sizlerle muhabbetimiz devam edecek. Ben de hayalini kurduğum kitabı tamamlamış olacağım. "Kitabı yazmaya başlamadan tamamlamayı nasıl düşünüyorsun?" diye sorduğunuzu tahmin edebiliyorum. En başından beri bahsi geçen bir kitap var fakat o kitabın nasıl yazılacağı konusunda bir fikir yok çünkü bulamadım. Ne yazacağım ve önünüze eser diye sunacağım şeyin ne olacağı konusunda fikir sahibi değilim. Belki de ben koca bir hayalperestim ve sizi yanımda tutmak için merakınızı diri tutmaya çalışıyorumdur. Merak ettiğimiz şeylere ilgi duyduğumuz konusunda hemfikir olduğumuzu düşünüyorum. Gizli olan cezbedicidir... Ben gizemli biri değilim sanırım bu yüzden ilgiden hep uzak kaldım. Bu bir eksiklik midir yoksa fazlalığın kötü tarafı mıdır? Her şeyin fazlasının zarar olduğunu biliyoruz, tamam. Beceremiyorum... Bir şeylerin dozunu kaçırmakta üstüme yok. Oldum olası ölçüsüz yaşadım ve böyle yaşamaya devam edeceğim. Değişmeden iyileşebilir miyim? Sizlere; hiçbir şey yapmadan, yolundan şaşmadan, değişmeden iyileşmenin mümkün olduğunu göstereceğim. Belki zor olacak ama iyileşeceğim... Bana inanmayanlar kadar inananlar da oldu hayatımda. Ben ise yanımda kimseyi istemedim. İnanan da uzak kalsın, inanmayan da. Tahammülsüzleştim... Tek bir sözü kaldıramayacak durumdayım. Mümkünse kimse konuşmasın. Sözlerin ağırlığı soyut olduğundan insanları buna ikna etmeye zorlanıyorum. Siz kabullenmeseniz de sözleriniz bana olabildiğince ağır geliyor. Sizden duyacağım iyi veya kötü hiçbir sözü kaldıramıyorum. Yenilerini taşıyabilmem için öncekileri bırakmam gerek ama ben henüz onlara uygun bir yer bulamadım. Bu yüzden bana zaman verin dostlarım, zamana ihtiyacım var. Onunla uzun bir süre sonra yeniden konuşmaya başladık. Karşılıklı sohbetlerimiz önceki dönemlere göre biraz daha arttı da diyebilirim. Değişmeyen tek şey ise bana olan öfkesi. Bugüne dek birinin bana kızmasını hiç bu kadar olağan karşılaşmadım ve o kadar haklı ki. İnsanlar hep kendilerine olan yaklaşımımdan dolayı beni suçlarken o, kendime olan tavırlarımdan dolayı suçladı. Bundan daha haklı bir serzeniş olabilir mi? diye sordum kendime ve, "Olamaz." diye cevapladım. Beni bu kadar düşünen biri olmamıştı hiç. Kendimi bu kadar yıprattığım için üzülen, her defasında bu sebepten dolayı bana telkinde bulunan olmamıştı. Ben ona ne kadar hak versem de söyledikleri hep umrum dışında kaldı. Evet, onu hiçbir zaman umursamadım. Bunca hataya rağmen beni bırakıp gitmemesi ne büyük erdem. Taş olsa çatlardı ama o dayandı. İyileşirsem onu da bırakmak zorunda kalacağım çünkü biliyorum, yanımda olduğu sürece ben hep başa saracağım. Her ne kadar size çelişkili de gelse bu durum böyle ve ilerleyen zamanlarda siz de bana hak vereceksiniz. Bana hak vereceğiniz çok şey olacak. Kendimi ifade etmeme izin verseydiniz ve beni gerçekten dinlemiş olsaydınız, anlamaya çalışsaydınız bugün bunları okuyor olmazdınız. Siz beni hep görmezden geldiniz. Ben size, sizden de yakındım ama siz beni yanınızda hissedemediniz. Kendimi görünür kıldım dostlarım, beni görmemeniz artık mümkün değil. ...Her insanın öfkeyle, acıyla, zorluklarla başa çıkma yolları farklıdır. Ben her duyguyu bir şekilde kontrol altında tutabilirken sadece tek bir duygunun altında ezildim: öfke... Evet, bu duyguyu kontrol etmek için her yolu denedim. Değişen şartlarla birlikte ve haliyle yaş da ilerledikçe aynı yöntem işe yaramaz hale geldi. Bir gün bunların hiçbirini yapamayacağımı anladığımda ağladım. Ağlamak daha basitti ve ben her defasında bu duyguyu ağlayarak bastırmaya, ondan kurtulmaya çalıştım. Fakat öfkem o kadar arttı ki ağlayamaz hale geldim. İçimde biriken bu öfkenin bana verdiği zararın farkında olsam da artık onunla nasıl başa çıkacağımı bilemez oldum. Bu öfke içimde büyüdükçe büyüdü. İçimi ne derecede çürüttüğünü hissedebiliyorum ama bilmenin de yetmediği bu iğrenç çaresizlik onu büyütmekten başka bir şeye yaramıyor ne yazık ki. Ben içimdeki bu öfkeyi ancak nefretle hafifletebildim. Nefretim benden başlayıp bütün insanlığa ulaşacak kadar büyüdü. Çıkış noktası ben olduğum için olsa gerek kendimle hiçbir zaman barışamadım. Küs kaldıklarımıza karşı neler hissettiğimizi anlatmama gerek yok sanırım. İşte bu hislerin tümünü kendime karşı yaşıyorum. Başkalarına karşı bir süre sonra duyarsızlaşabilir, onlardan uzak kalarak bu duruma alışıp onları unutabiliriz ama söz konusu biz olunca durum daha farklı ne yazık ki. Bu zorunlu bir maruziyet olduğu için elimiz kolumuz bağlı şekilde kendimizle barışmak adına sayısız bahane üretip içimizde kendimize karşı bir sevgi beslemeye çalışıyoruz. Açıkçası birini sevmeye çalışmak hiç bu kadar zor olmamıştı. Doğaya, nesnelere, hayvanlara, çocuklara ve daha nicesine karşı duyduğum sınırsız sevgiden bir parça alıp kendime hediye edebilseydim, kendimi ne kadar sevindirirdim kim bilir ama ben hak etmeyen hiç kimseye hediye almadım. Evet, hak etmediğimi düşünüyorum. Kendimle barışmam için öncelikle bunu gerçekten hak ettiğime ikna etmeliyim kendimi aksi takdirde bu pek de mümkün olmayacaktır. Hatalıyım... Bugün bunları yazarak, bu kadar lüzumsuz düşüncenin içinde kaybolarak hayatımın en büyük hatasını yapıyorum. Düşünmeyi bıraktığım zaman o sınırsız sevginin ufak da olsa bir parçasına kendimi layık görebilirim fakat maalesef şu an buna layık olduğumu düşünmüyorum. Siz de bana kızabilirsiniz, hak veririm ama bu beni benden daha iyi tanıdığınız, düşündüğünüz anlamına gelmez. Bu yüzden öfkemin dinmeyeceğini bilmekle beraber sizin beni her zaman olduğu gibi yine anlamayacağını da biliyorum. Benim gibiler için mükemmelliyetçilik, ideolojiden başka bir şey değil ve böyle insanlar bu düşünceyi kafalarının içinde yaşamaktan ileri gidemiyor. Zihinleri oldukça yorgun, boş bir düşüncenin pençesinde can çekişmeye devam etmekte. Her şeyin mükemmel olmasını tasavvur ettikleri gibi kendilerini de öyle görmek ister, olamadıklarında da kendileriyle bir çatışmaya girip bu durumu kabullenmekte oldukça zorlanırlar. Kişinin kendine olan nefreti ve öfkesi bu noktada başlar. Böylelerini ikna etmek zor ve hayatlarındaki tüm sorunların temel sebebinin bu olduğunu bildikleri halde hâlâ kendileriyle birlikte her şeyin, herkesin mükemmel olmasını isterler. Sonuç olarak kendiyle barışık olmadığı gibi insanlarla da barışık olmayan yapayalnız bir birey ortaya çıkar. Bu konuya nereden geldim bilmiyorum ama artık bu duruma alışmış olmanız gerek. Bunu ilk kez yapmıyorum en başından beri sonuç aynı ve beni olduğum gibi kabullenmenizi istiyorum. Ben kabullenemesem de siz bunu yapın çünkü ben sizden mükemmel olmanızı istiyorum. ...Olmaz ya hani yine de tam şu anda biri çıkıp sorsa, "Nasılsın?" diye. Bilirim öylesine sorulmuş bir sorudur bu ama oturup saatlerce ağlarım nasıl olduğumu söylemeden. "İyiyim." cevabının pelesenk olduğu dilim tutulur ve ben ilk kez cevapsız bırakırım bu soruyu. Bazen iyileşmek bana ulaşılması zor bir hedef gibi görünse de içimde bir yerde bunu başaracağım umudu var. Ah, benim şu bitmek bilmez umudum! Bazen haykırmak geliyor içimden, sesim kısılana dek haykırmak. Gecenin bu vaktinde kağıda döktüğüm bu sözler, gün doğumuyla birlikte ben de dahil olmak üzere kimse için bir şey ifade etmeyecek. En fazla dönüp dönüp okuyabilirim ama bu neyi değiştirebilir? Hatırlamak, farkında olmak ne ifade edebilir benim için ya da insanlık için. Bunların kime ne faydası olacak? Boş sözlerden ibaret bir kağıt parçası dışında hiçbir şey değil dokunduğum. Yine de onu seviyorum çünkü ben sahip olduğum her şeyi severim. Bana bir faydası olmasa da severim. Nefretimle bütünleştirdiğim bir duygu da olsa içimde hâlâ sevgiye dair bir parça barındırıyorum. Hiç olmamasından daha iyi derler, hiç olmamasından daha iyi...Tuhaf biriyim kabul ediyorum, abartılı yaşıyorum duygularımı. Beni hakir görebilirsiniz, mahzuru yok. Hepimiz aynı olmak zorunda değiliz, ben sizi mükemmel görmek istesem de siz kusurlarla dolusunuz, ben kendimi mükemmelleştirmek de istesem kusurlarla doluyum. Kabullenmek de bir çeşit iyileşmektir. Hayatta çok daha önemli meseleler olduğu bilincinde olsam da içselleştirmek zor geliyor. Dışarıyla meşgul olan zihnimi kendi gelişimim ve geleceğime yönlendirerek sorunlarımın üstesinden gelebilirim. Size ve kendime pek çok öneride bulunabilirim. Bu bilgilere her yerden ulaşabiliriz. Konunun uzmanları sayısız kitap yazmıştır bununla ilgili ama hangi birimiz her okuduğumuzu, öğrendiğimizi hayata geçirebildik? Birilerinin tüm gerçekleri önümüze sermesi gerekmez mi? Her şeyi toz pembe göstermek yerine birinin bizi siyahın içine gömmesi çok daha mantıklı ve cazip geliyor. Buna aykırılık mı dersiniz karamasarlık mı bilmiyorum. Bilsem de pek umrumda olmaz açıkçası. Siz beni dinlemeyin, kişisel gelişiminizi tamamlayıp hayatın tadını çıkarın. Bunları başardıktan sonra elinize ne geçeceğini idrak etmekte zorlanıyorum ama siz daha iyi bilirsiniz. Çalışmaya devam edin, tembellik iyi değil. Benim gibiler sizi anlamakta biraz zorlanır, mazur görün....Zihnimin derinliklerinde birini yaşattığımdan söz etmemiş olsam da eminim bunu fark etmişsinizdir. Kendisiyle oldum olası tükenmek bilmeyen bir münakaşa içindeyim. Tartıştığımız onca konunun birinden dahi sonuç alamadığımız halde bunu tekrarlamaktan hiç vazgeçmedik. En sevmediğim yanı, gece sohbetlerini çok seviyor olması ve bu tartışmaları hep geç saatlere denk getirmesi. Oysaki benim bu saatlerde uyuyor olmam gerekirdi. Ondan başka uğraşacak işim yokmuş gibi beni bu kadar meşgul etmesinden hoşnut değilim. Bu sebeple kendisinden en kısa zamanda kurtulmayı planlıyorum fakat gün içinde maruz kaldığım insanlar yüzünden beni dinlemesi için her defasında kapısını çaldığımdan bir gün ona yine işim düşer diye aramızın bozulmasına gönlüm pek razı değil. Ben de bu durumu yaşamamak adına onu hayatımdan çıkarmak yerine, onunla barışmanın daha doğru olacağını düşündüm. İlk adımı atma konusunda pek iyi değilim. Gururum ve alacağım tepkinin belirsizliği adım atmama engel oluyor. Aslında onu çok iyi tanıyorum fakat dengesizliği sebebiyle bazen vereceği tepkileri kestiremiyorum. Ayrıca onda bir kıskançlık seziyorum. Hayatıma kimseyi alamadım çünkü her defasında o insanla arama girip beni ondan uzaklaştırıyor. En ufak olayda bile beni, haddi aşan bir sorgulamaya iterek bana olmadık kararlar aldırıyor. Çoğunlukla haklı çıksa da bazen fazla abarttığı ve kendimi tamamen ona adamamı istediği fikrindeyim. Yalnızca onunla ilgilenerek tüm zamanımı boşa harcadığımı anladım. Gün boyu yatağıma uzanıp hiçbir şey yapmadan yaşadığım günün bitmesini bekliyorum. Hayallerine bu kadar sıkı tutunan bir insanın bu şekilde başarı elde edemeyeceği kesin. O halde ne yapmak gerek? Öncelikle doğrulmak... Daha sonra ayağa kalkmak ve adım atmak. Sonrası bir şekilde halledilir. Görünürde basit de olsa inanın doğrulmak adım atmaktan çok daha zor. Başlama cesaretini gösterdiğinizde başaramayacağınız şey yok. Gelin, birlikte doğrulalım......Yeteri kadar ikna edici konuşmadım değil mi? Ne siz doğruldunuz ne de ben. Kolay olmadığını söylemiştim. Zihnimizle savaşımız bitmedi ki doğrulma isteğimiz olsun. Yine de şunu söylemeliyim: Geri çekilmediğiniz taktirde bu savaşın sonu gelmeyecek. Bu yüzden savaşmayı bırakıp tamamen kendinize odaklanmanız gerek. Varsayalım sizi süslü cümlelerle motive edip bir anda harekete geçirdim. Peki ya sonra? Etkisi çok kısa sürecek çünkü siz en ufak olumsuzlukta inancınızı yitirip kabuğunuza çekilecek ve birinin yeniden gelip sizi o kabuktan çıkarmasını bekleyeceksiniz ama kimse gelip elinizden tutmayacak. Yine bir başınıza kalıp kendinizi harekete geçmeye ikna etmeye çalışacaksınız. Bu durumun kısır döngüden farkı kalmayacak. Ben size bu sorunu nasıl çözeceğinizi söyleyeyim: Tabii ki bilmiyorum, "Kelin ilacı olsa başına sürer." der atalarımız. Bence tabiri yeteri kadar caiz o yüzden belirtmeye gerek duymadım. Hayır, kesinlikle dalga geçtiğimi düşünmeyin. Açık sözlülük mü dersiniz başka bir şey mi bilmiyorum ama kimseden kimseye fayda yok. Ha, olsa bile genelde hep kısa vadeli olur. Hayatı gerçekleriyle kabullenmek lazım. Kişi, kendine yetemediği müddetçe hep başkalarına ihtiyaç duyar. Bunun da sonucu malum: Koca bir yanılgı. Yanılmaktan bıktıysanız öncelikle kendinize yetebilmeyi öğrenin. İyiye veya kötüye giden her yol bizden başlar. Kendini sevenin seveni çok olur. Aynı şey nefret için de geçerli. Siz kendinizi sevmediğinizde sizi gerçekten seven ya da sizi olduğunuz gibi kabul eden neredeyse hiç kimse olmaz, tercih sizin. Güzelliklere ulaşmak istiyorsanız önce kendi dünyanızı güzelleştirin. Sonra siz aramasanız da güzellikler sizi bir şekilde bulur. Size çözümü bilmiyorum dedim ama birkaç tavsiyede bulundum, hadi yine iyisiniz. Bugünlük bu kadar terapi yeter. Biraz da farklı konular konuşalım. Sizce bir sonraki konumuz ne olabilir? ...Yazmayalı ne çok zaman olmuş. Yazmak için bir şeyler mi bulamadım yoksa her günümü aynı geçirdiğim için yazmaya değer bir konu mu bulamadım bilmiyorum. Şu çok kullandığım "bilmiyorum"u biri, "Sen de hiçbir şey bilmiyorsun." diye cevaplamıştı. Peki sadece ben mi bir şey bilmiyorum? Sanırım öyle... Şu zamanlarda kimsenin bilmediği bir şey yok. Kime sorsanız hayattan çıkarabileceği ne kadar ders varsa çıkarmış. Tüm derslerden kalmayı becerebilen bir tek benmişim. Bilmiyor olmayı omuz hafifliği olarak değerlendiriyorum. Ömrümü her şeyden habersiz ve bilgisizlikle geçirmeyi çok isterdim ama öğrenme isteği peşimi bırakmıyor. Ne öğrendiğimi soracak olursanız da ne yazık ki verecek cevabım yok. Açıkçası bunca şeyi ne diye yaşadım, yaşadıklarımdan çıkarmam gereken dersler neydi idrak etmekte epey zorlanıyorum. Başıma gelen her olaydan iyi-kötü bir şekilde sıyrılmış olsam bile yürüdüğüm yolda ayağıma batan dikenler canımı yakmaya devam ediyor. Ben bu kıymıkları çıkarmayı denedim, görebildiğim kadarını çıkardım ama ruhuma batanları çıkaracak beceriye sahip değilim. O kadar yoruldum ki bazen acı çekmek, çaba harcamaktan daha kolay geliyor. Beceriksizlik demişken yine pek hoşnut olmadığım bir özelliğimi anımsadım. Yalnız kendime karşı değil, çevreme karşı da aynı beceriksizliği gösteriyorum. İkili ilişkilerde son derece acemiyim. Her olayda sorunlu kişi olmada üstüme yok, işte ben bu konuda çok becerikliyim. Bir sonraki adımlarım bana neler yaşatır derdine düşmeden anı yaşama felsefesini biraz yanlış anlamış olmalıyım. Anı yaşarken kendi mutluluğumdan ziyade inceldiği yerden kopsun dercesine yakıp yıkma eğilimindeyim. Bu da benim bir sonraki adımda tökezlemem için yeterli. Bütün adımlarımı bu şekilde atınca yürümeyi yeni öğrenen bir çocuk gibi nereye gittiğim değil, nasıl gittiğimle ilgileniyorum. Bu yarım yürüyüşlerin beni nereye ulaştıracağı konusunda en ufak bilgim olmasa da ilerliyor olabilmeyi de teselli olarak görmek ne gülünesi bir durum. Ben hep böyleyim işte... Üçüncü kez düşersem yürümekten de vazgeçerim çünkü başladığım işlerin sonunu getirmek zor geliyor. İlk öğrendiğim deyim de "maymun iştahlı olmak"tı. Algılarımız ve öğrenmeye çalıştıklarımız, işe yarar gördüğümüz ya da bizi anlattığını düşündüğümüz şeyler oluyor. Benim bu kadar bilgisiz olma sebebim ise kendimle ilgili şeyleri öğrenmek istemiyor olmamdan kaynaklanıyor olabilir ki ben kendimden kaçmayı severim bilirsiniz. ...Hayatım git gide karmaşık bir hâl almaya başladı. Öyle ki kitap yazacağımı da tamamen unuttum. Bunca sorundan sonra kendimi günlük tutarken buldum. Her gün okuldan döner dönmez, "Sevgili günlük..." diye başlayıp bir dünya saçma anıyı defterine doluşturan ufak bir kız çocuğu gibi hissediyorum kendimi. "Kim ayağıma çelme taktı, ne yiyip ne içtim, neler yaptım..?" gibi gereksiz detaylarla mürekkep harcıyorum. Hadi kendimi geçtim de sizin durumunuz daha vahim. Kendinizi bir girdabın içinde hissettiğinizi tahmin edebiliyorum. "Zamanımız kıymetli efendim, sizin bu kıytırık dertlerinizi dinlemeye harcayamayız." derseniz hoşnutlukla karşılarım. İsterseniz şu anda okuduklarınıza son verip gidebilirsiniz. Asla alınmam desem de bana inanmayın. Aslında çok alıngan bir insanım ve bunu yüzüme karşı söylerseniz uzunca bir süre toparlanamam. İyisi mi sessizce uzaklaşın çünkü böylesi daha az hasar bırakıyor insanlarda. Hiç şüpheniz olmasın ki en az sizin kadar ben de kızıyorum kendime ama nasıl arsızlaştıysam söz de fayda vermiyor bu akılsız başıma. Olur olmadık işlere kalkışırsam olacağı buydu. Kim bilir daha neler göreceğim şu gencecik yaşımda. Tabii, yoksa siz beni yaşlı mı sandınız? Hoş, ya ergen birinin ağzından çıkar bu sözler ya da hayatın sillesini çok sağlam yemiş bir yaşlıdan. Gençlerin daha mühim işleri var. Onlar gezip tozmakla, paylaşım yapmakla, geleceğini garantiye almak için çalışmakla ve de pek şikayetçi oldukları sistem ile savaşmakla meşguller. Bizim böyle dertlerimiz yok tabii, daha kendimizi kurtaramamışken dünyayı kurtarmak da nereden çıktı? ...Kendini kurtaramamak... Evet, kendimi kurtaramadım ve inanın dünyayı kurtarmak daha basitmiş. Bu sebeple önceki dediğimde bir sıralama hatası yaptığımı düşünüyorum. Bir süreliğine iyiydim ve hep öyle devam edeceğim gibi bir yanılgıya düştüm. Ben iyi olamam, iyileşemem ama başkalarını iyileştirebilirim. Nasıl? diye soruyorsunuzdur muhtemelen. Şöyle ki; iyi olamama nedenlerini çok iyi bildiğiniz için karşınızdaki insanın sıkıntısı ne olursa olsun onu anlamanız kolaylaşacaktır. Bu sebeple onlara vereceğiniz tavsiyeler, nedenler ve nasıllarda yeterince bilgi sahibi olduğunuz için onları yönlendirmek de pek zor olmaz. "Madem her şeyin farkında ve nasıl düzeleceğini biliyorsun o halde neden uygulamıyorsun?" diye bir soru sorduğunuzu varsayarak şunu da eklemek istiyorum: Atalarımız yüzyıllar öncesinde, haliyle bizden daha fazla tecrübe sahibi olarak, şu bilindik sözü kullanmış, "Terzi kendi söküğünü dikemez." Ben de şu soruyu sorayım sizlere: Dikemez mi, dikmek istemez mi? Bir boya ustası, koca bir evi iki günde boyayabiliyorken kendi evinin odasını on günde boyayamıyor. Farklı iş alanlarında da bu böyledir. Konu kendi işleriyken halletmekte zorlanan ya da geciktiren insanlar sıra başkalarına geldiğinde üstün bir başarı gösterir. Bunun sebebi söz konusu kendileri olduğu içindir. Nasılsa benim işim, benim hayatım, benim sorunum diyerek kendilerini hep erteler ve sonunda da herkese, her şeye yetişmeye çalışırken kendilerine geç kalırlar. Ben kendime geç kaldığımı fark ettiğimde işler düzelmeyecek kadar sarpa sarmıştı. Her şeyden önce artık kalbim çabalayamayacak kadar körelmiş ve yıpranmıştı. Onu dinlenmesi için bir süre beklettim ve bu süreçte aklımla hareket etmeye karar verdim. Mantığım kalbimin işini daha da zorlaştırdı çünkü her doğru karar kalbi tatmin etmiyordu. Bunu gören kalp ise olaylara bu yorgun argın haliyle müdahale etmeye kalkınca daha büyük yaralar aldı ve kendini hiçbir şeye gücü yetmediğine inandırdı. Artık dinlenmek bile fayda vermeyecekti. Daha sonra ikisine de inzivaya çekilmeleri emrini verdim ve geri kalan hayatımı akılsız ve kalpsiz biri olarak sürdürmeye başladım. Yaşam benim için dayanılmaz bir hâl alınca tükenen bedenimi tek başıma ayakta tutmam zor olacağı için ikisinden de yardım istedim. He ne kadar yıpranmış da olsalar benden iyi oldukları kesindi. Biz üç arkadaş yalpalaya yalpalaya kapıldık bir deli rüzgâra. İyi kafiye oldu, ne dersiniz? Konu yine olmadık yerlere gidip canımızı sıkmaya başladı değil mi? Size katıldığımı söylemeliyim. Sonunu getiremediğim o kadar çok şey var ki yarım yarım biriktirdiklerim tamamlanmayı beklerken çürümeye yüz tutmuş. Hepsini bir kenara atmışken yanıp tutuşmalarını seyretmek bir kibrite bakar. Kafam böylesine atmışken kendime gelmeden yapsam mı? Hem belki sıfırdan başlarım hayata, yeniden doğarım, daha tecrübeli daha güçlü... Ya yine aynısı olursa ve düzeltmek yerine yakıp yıkmayı alışkanlık edinirsem de düzelmeden göçersem bu hayattan? Böyle anılmak istemiyorum. Hayatın benim için bir anlamı ve hayat için bir amacım var. Bu amaca ulaşmak için yeterince çaba sarf etmeden karamsarlığa kapılıyorum. İstersem başarabilirim, mutlu olabilirim, istediğim her şeye sahip olabilirim. Olumsuzlukları kafamdan atıp yerine olumlu düşünceler getirip kendimi buna inandırabilirim. Başta dediğim gibi bir süre de olsa kendimi iyi hissediyordum ve bu süreçte olumsuzluklar yaşamadım mı? Elbette yaşadım fakat yaşarken ne yaptığımı sizinle paylaşmak istiyorum. Geceleri erken uyuyabilmek için gün içinde ne kadar yorgun olsam, uykum gelse de uyumadım. Gece ne kadar geç uyumuş olsam da her sabah erken uyandım ve haliyle daha fazla zaman kazandım. Öncelikle hareketsizlikten birbirine girmiş kemiklerimi gevşetmek için her sabah egzersiz yaptım. Güneşin insanlara en fayda sağladığı anlarda verdiği vitaminlerden payımı alabilmek için bu saatlerde yürüyüşe çıktım. Kovadan su boşalırcasına yağan yağmurun altında döne döne ıslandım, biriken yağmur sularında zıplayarak dans ettim. Yüzümü göğe dönerek derin bir nefes aldım ve yağmur damlalarına yüzüme çarpmaları için izin verdim. Hoşuma gitmeyen bir şey olduğunda bunun üzerine çok düşünmeden kulaklığımı takıp hiç dinlemediğim cıstaklı müzikleri sonuna kadar açıp peşimden köpekler kovalarcasına yürüdüm. İşlerimi ertelemedim, hedeflerimi ve sorumluluklarımı kendime sık sık hatırlatıp elimden geldiğince planlı çalıştım. Bu kadar uzatmama gerek var mıydı bilmiyorum ama şöyle özetleyebilirim ki ilk kez hayatı kendim için yaşadım. Şu an düşünüyorum da basit şeylerle de mutlu olabiliriz ama büyük de olsa küçük de olsa ne yapıyorsak kendimiz için yapmalıyız. Başkalarını mutlu etmenin bize iyi geldiği yalanına kendimizi inandırdık ve sonunda da kendimiz dışında herkese iyi geldiğimizi gördük. İyilik yapmayalım mı? Yapalım tabii ki! Hayvanları besleyelim, yaşlı birine yer verelim, onların karşıdan karşıya geçmelerine yardım edelim, çocukların yüzünü güldürelim, hiç tanımadığımız insanlara selam verelim veya gülümseyelim. Bu son dediğimi yaptığınızda sizi deli sanacak olanlara da denk gelirsiniz, şaşırıp sevinenlere de ama kimin ne düşündüğünün ne önemi var? İnsanlar ne düşünür diye yön verdiğimiz yaşamımız ve kişiliğimiz içinden çıkılmaz bir hal almadı mı? Başkalarını yeterince düşündük, biraz da kendimizi düşünelim. Daha ne yapılabilir diye düşününce aklıma geldi ki hiçbir şeye hiç kimseye haddinden fazla bağlanmamak gerek. Bunun için geç kaldıysanız yeni biriyle tanıştığınızda daha temkinli adım atabilirsiniz. Arkadaşlarınız olsun ama kimsenin dost olamayacağını, olsa bile bu dostluğun her an bitebileceği gerçekliğini aklınızdan çıkarmadan onlarla vakit geçirin. Bunu kendinizden ödün vermeden, onlara gerektiğinden fazla hak vermeden yapın ki yaptıklarınız size yük olarak geri dönmesin. Yani bütün kişisel gelişimcilerin dediği gibi, "Hayır! demeyi öğrenin." Bana iyi gelmeyen her şeye, beni mutlu etmeyen herkese, bana yük olacak her seçime, istemediğim her şeye HAYIR! Yeterince motive olduysanız devam edelim. İşin şakasını bir yana bırakıp söylüyorum size bunları. Aklını yitirmiş biri gibi tüm yolu sendeleyerek yürüyen, her beyazın içinde nokta kadar siyaha takılıp kalan, elinde onca fırsat varken bile nerede eksik varsa ona yönelen biri olarak söylüyorum. Silkelenin artık! Her on kişiden dokuzu malum deterjan markasını tercih eder gibi aynı şeyleri tercih ediyor. Şeylerden kastımın ne olduğunu hepiniz biliyorsunuz: Olumsuz düşünceler! Sorgulamak istiyorsanız hayatı değil, bu hayat için ne yapabileceğinizi sorgulayın; suçlayacaksanız kendinizi değil, buna sebep olan durumları suçlayın ve suçlamakla kalmayıp buna engel olacak alternatifler geliştirin. Kişiliğinizi sadece kitaplarla geliştiremezsiniz. Okuduğunuz kitaplardan sonra o kitabı okumanıza vesile olmuş yazarların hayatını merak edip araştırdığınız oldu mu hiç? İşte bunları araştırabilirsiniz. Bu insanların neden kitap yazdığını, nasıl yazdığını öğrenmeniz ve onların hayatından çıkaracağınız dersler, yazdıkları kitaplardan çok daha fazlasını verecektir. Bugün üstünüze çok geldim sanırım bu yüzden şimdilik sizi rahat bırakıp köşeme çekileceğim. Hoşça kalın......Size uzun zamandır onu anlatmıyorum. Belki kiminiz farkına varıp merak etmiştir. Kendisiyle münasebetimi keseli çok olduğu için kendisinden pek söz etmedim fakat bugün biraz anlatmak istiyorum. Kafamı çok karıştırdığını ve beni olumsuz etkilediğini hepiniz biliyorsunuz. İlerlememdeki ve iyileşmemdeki en büyük engelin o olduğunu düşündüğüm için aramıza mesafe koymanın bana faydası olduğuna karar vererek onu hayatımdan çıkardım. Çıkarmaya çalıştım demeliyim sanırım çünkü umutsuzluğa kapıldığım anda yeniden karşıma çıkıyor. Ayrı kaldığımız süreç içinde o da değişmiş olacak ki suçlayıcı cümleler yerine daha yapıcı fikirler üretiyor. Beni olduğum gibi kabul etmesi ve hatalarımı nasıl düzelteceğim konusunda tavsiyelerde bulunması ona karşı yaklaşımımı da değiştirdi. Sanırım yıldızlarımız barıştı ve hayatımızın geri kalanını iyi bir ikili olarak sürdüreceğiz. Çözemeyenler için onun kim olduğunu açıklama vakti geldi: Diğer ben. Tıpta buna dissosyatif yani diğer adıyla çoklu kişilik bozukluğu diyorlar. Tabii bendeki durum bu hastalık derecesine kadar ilerlemedi. Bu tür bireyler, birden fazla benliğe sahip olduğunu düşünmektedir. Fakat dediğim gibi bendeki durum hastalık derecesinde değil. Kendimi size neden açıkladığımı bilmiyorum ama hasta olmadığıma kendimle birlikte sizi de ikna etmek zorunda hissediyorum. Çünkü çevremdekiler genellikle benim iyi olmadığımı söyler oysaki ben de onların iyi olmadığını ve asıl tedaviye ihtiyacı olanın kendileri olduğunu düşünüyorum. İyi olmadığım konusunda onlara katılıyorsanız sizin de bir doktora görünmenizde fayda var. Çelişki olduğunu düşünenler için bir uyarıda bulunmam gerekiyor ki iyileşmeliyim derken bundan söz etmiyordum. Türkçe, çok anlamlı kelimelerle dolu ve "iyileşmek" kelimesi sadece hastalar için kullanılmaz. Ben, bulunduğum durumdan kurtulmak istediğim için bunu sık sık tekrarlıyorum evet çünkü bu durumun iyi'ye dönmesini istiyorum. Konudan daha fazla sapmadan kaldığım yerden devam edeyim: Mevcut benliğim dışında bir benliğe daha sahibim ve bu benliğim beni memnun etmiyor. Öyle ki hikayeye tâ en başında onunla başladım çünkü hayatımın tümü onun kontrolü altındaydı. Her defasında bu son diyip tekrar tekrar aynı hatalara düşmek beni oldukça yıprattığından asıl benliğimle yola devam etmenin daha mantıklı olduğuna karar verdim. Aslında hepimizin ortak noktada buluştuğu olay da bu bence. Burada size de kendinizi sorgulama payı bırakıyorum. Tek kişilikle yaşadığını düşünen kaç kişi var aranızda? Mühim olan her iki ya da ikiden fazla kişiliği tek bir noktada bileştirmek, hakimiyeti aynı anda birden fazla kişiliğe bırakmadan kendini kontrol altına almak yani bu durumu avantaja çevirmektir. Aksi halde içine girdiğiniz buhrandan kurtulmanız epey zor olacaktır. Tıpkı bende olduğu gibi sürekli değişen ruh hali, aynı olay için birden fazla fikir, yanlış kararlar, belirsizlikler derken kendinizi bir girdaba kapılmış halde bulabilirsiniz ve durumu düzeltmenin fark etmek kadar kolay olmadığını da söylemeliyim. Unutmadan şu kitap konusuna da değinelim. İçimdeki yazma hevesinin içimde yaşaması gerektiğine kanaat getirdim. Daha fazla insana yayılması ne değiştirir ki? Sonuçta ünlü biri olmayacağım ya da insanlar yazdıklarımı çok beğenip yeni eserler beklemeyecek. Şu an bunları sizinle paylaşmam bana çok mantıksız gelse de ilk girişimim ve öyle sanıyorum ki son olacak fakat olur da bir gün yazmaya değer daha önemli konular bulursam ve kendimi bulunduğum konumdan daha ilerisine taşıyıp kitap yazma ve bunu yayınlama konusunda özgüven kazanırsam gönlüne dokunmuş olduklarımla yeni satırlarda buluşmayı ihmal etmeyeceğim. Şimdilik müsaadenizi istiyorum, yeniden görüşmek üzere kendinize çok iyi bakın pek sevgili sohbet arkadaşlarım. ...Nedendir bilmem, içimi bir sıkıntı kapladı. Gerçekten nedenini bilmediğimi mi sanıyorsunuz? İnsan kendine yalan söyler mi? Elbette söyler! Hem de en çok kendine söyler ve çoğu zaman bu yalana başkalarını da ortak eder. Kimse bilmediği için onlarla birlikte kendini de inandırdığı sanrısına kapılır. İçimdeki sıkıntının sebebini çok iyi biliyorum fakat ne yazık ki bu sıkıntıdan nasıl kurtulacağım konusunda fikir sahibi değilim. Muhtemelen pişmanlık duyacağım bir işe kalkıştım ve düzeltemediğim bu durumun altında eziliyorum. Hatalarının kendilerini olgunlaştırdığını düşünen birtakım yetişkin tarafından hatalarımızın üstünü kapatıp ders çıkarma safsatası altında bir savunma mekanizması geliştirdik. Güya hatalarımızdan ders çıkarıp olgunlaşacağız. Bu teoriye bakılırsa olgunlaşmama vesile olacak, sınırı belirsiz bir hata dizgisi beni bekliyor. Bu kadarına ömrüm yeter mi bilmiyorum ama bir an önce farklı bir yöntem keşfetmem gerek aksi halde içimin sıkıntısı, varlığını ömrümce sürdürecek. İnsanoğlunun hata yapmadığı bir gün var mı ki ben, hata yapmayacak erginliğe ulaşmayı hayal ediyorum. Ulaşılması güç bir hedefin ardına düşmek de hata sayılmaz mı? Peki, sırf zor diye uğraşmamak da hata değil midir? Şu iki soru bile hata yapmaktan başka bir seçenek olmadığını gösteriyor. Asıl soru şu olmalı sanırım: Hata ne demektir? Buna getirdiğimiz tanıma göre bir yol çizmek daha uygun olur sanırım. Aslında bu cümlelere pek çok önerme üretebilirsiniz. Yazdıklarımı okursam cümlelerimin arasına birkaç kelime veya cümle serpiştirebilirim ama ben düzeltme taraftarı değilim. Aklıma ilk gelen neyse fikirlerimin ve benliğimin sınırı da o demektir. Düşünerek yazıp, düşünerek hareket etseydim hatalarımı en aza indirgeyebilirdim. O halde biz hatanın ta kendisiyiz desem yaradılışa karşı gelmiş olmaktan korkarım ki hata yaradılışımızda değil, bizim ona verdiğimiz şekildedir. Ortaya çıkarılan bu yapıyı isteklerimiz doğrultusunda yontmak da kendi tercihimizdi. Anadan üryan, her şeyden arınmış bir biçimde; zihinde ve bedende yük olmaksızın bir yaşam sürdürmek, zannımca şu anki halimden daha evlâ olurdu. Keşke'lerin, neyse'lerin, ah vah'ların ardına sığınmak beni koruyamayacağı için kendimi avutacak yeni şeyler bulmalıyım. Örneğin hata olarak gördüklerimin, alışılmışlarımın dışındaki durumlar olduğunu, bu durumların zamanla alışılmışlar kategorisinde yerini alacağını kabullenmem gerek. Tabii bu, hatayı normalleştirip yok ettiğimde mevcut yanlışın üzerini daha büyük yanlışlarla kapatacağım gerçeğini de unutturmamalı. Böylelikle zamanında ruhumu daraltan, sınırlarımın dışında yer alıp beni pişman olacağımı bildiğim davranışlara iten olaylardan olabildiğince uzak durabilirim. Sorduğum sorular ve bugünkü sohbetimizin konusu olan "hata" kavramı çerçevesinde biraz düşünmek üzere huzurunuzdan ayrılıyorum değerli okurlarım. Hepiniz için kendinizle barışık olduğunuz, huzurlu bir hayat diliyorum. ...Yazmakla birlikte unutulması güç bir mazinin kapılarını da aralamış oluyorum. Hatta bu aralamak değil, bir kapıyı sonuna kadar açmak gibi. Bu durumu lehime veya aleyhime çevirmek de benim elimde. Biz, geçmişimizi anımsayıp yaşamak istemediğimiz durumları tekrarlamaktan kaçınabilir ya da bir diğer seçenek olarak yaşanmışlığa takılıp üzülebilir, kendimizi bir adım sonrasına taşımaya dahi güç yettiremeyebiliriz. Yazdıklarımı iki kapak arasında birleştirip kitaplığımın en baş köşesine yerleştireceğim konusunda şüphem, aynı kitabın başkaları için de bu değere sahip olacağına ise inancım yok. Söylediklerimin tamamı olmasa da bir kısmı, alıcıları tarafından derin manalar taşıyabilir çünkü kendilerinden bir parça bulacak olmaları pek mümkün. Sonuç itibarıyla insanoğlu birçok konuda aynı dertten muzdarip. "Herkeste bir geçim derdi!" Söz konusu "geçim" kavramı benim için maddiyat değil. Ha, yok canım zengin olduğum için demedim! Önemli olan gönül zenginliği, derler. Ben de aynı anlayıştayım. Konumuza dönelim... Geçim derdi, en ortak sorunlarımızdan biri. Buradaki "geçim" kelimesinin yerini istediğiniz gibi doldurabilirsiniz. Bana sorarsanız bu boşluğu; insanlarla geçim, benliğimle, hayallerimle, hedeflerimle, fikirlerimle, sorumluluklarımla geçim gibi buna benzer pek çok sözcükle doldurabilirim. Evet, geçinemediğim o kadar çok şey var ki! Hangi birini düzelteceğimi şaşırmış vaziyetteyim. Öyle ki bazen elimdeki seçenekleri azaltabilmek için kendilerini tamamen ortadan kaldırıldığım dahi oluyor. İşe yarıyor mu diye soracak olursanız kesinlikle yarıyor diyebilirim. Hayatımızın bitmek bilmeyen bu yolcuğunda heybemize doluşturduklarımızın hepsi için "işe yarar" demeyeceğimize göre yükümüzü hafifletmek adına da olsa bazılarını geride bırakmakta sakınca olmadığını düşünüyorum. ...Son zamanlarda kendimde bir değişim seziyorum. Bu işin sonu pek hayra alamet görünmüyor açıkçası. Ya alışık olmadığım için öyle hissediyorumdur ya da gerçekten düşündüğüm gibi olacak. Öfke nöbetleri geçirmeye bahane arayan biri olarak üstümde anlam veremediğim bir sakinlik taşıyorum. Daha önce bana böylesine yakışan bir şey denememiştim hiç. Sanırım bu anlamsız halimin kısa süreceğinden korkuyorum. Sizinle tanışalı hayli zaman oldu. Ne kadar takıntılı bir insan olduğumu biliyorsunuzdur. En ufak bir olumsuzluğun beni nasıl yıkacağını da... Normal şartlarda çok büyük tepki vereceğim olaylar karşısında naifliğimi koruyorum ki sadece bu da değil, aynı zamanda çevremi de sakinleştirmeye çalışıyorum. Gereksiz kalabalıktan kurtulduğum için olsa gerek, yüreğimin hafifliği bana iyi geliyor. Umarım bu durum kısa sürmez ve ben hep böyle kalırım. Karşılacağım kötü bir durumda da tepkilerim aynı olursa artık iyileştiğime inanacağım. Eğer iyileşirsem sizi unuturum demiştim, hatırladınız mı? Evet, umarım sizi unutacak kadar iyi olurum. Lütfen darılmayın! Açık konuşalım ki hiçbirinizin benden bir farkı yok. Yeteri kadar iyi olsaydınız burada ne işiniz olurdu ki? Bırakın hatırlamayı, tanışmazdınız bile. Bu sebeple beni anlayışla karşılayacağınızı düşünüyorum. Bugün sözü pek uzatmayacağım. Ne halde olduğumu merak ettiğinizi varsayarak kısa süreliğine uğramak istedim. Bugünlerde pek yoğunum, boş boş oturmaya alışık olduğum için yoğun olmanın zevkini tadamamıştım. Böylesi çok daha iyi... Siz de kendinizi kötü hissederseniz mutlaka uğraşacak bir şeyler bulun, iyi gelecektir......"Ben; güllere dikenlerinin ızdırap çektirdiği, papatyaların bir umut uğruna yolunduğu, paylaşmalık gösterişlerin kurbanı, yeşilleri talan edilen bağ bahçelerin garip görücüsü... Şu iki günlük ömrümü feda ettiğim telaşa bakın! Kendisinden fazla fazla var diye midir çimleri ezmem? Bana benziyor diye midir papatyaları sevmem? Tutanın elini kanatsa da çiçeklerin şahı denildiği için midir gülleri benimseyememem? Ah, ben... Şu kırların yoksul taliplisi, çiçeklere bile kafa tutan iflah olmaz yabancısı. Sürgün edin dünyanın en ücra köşesine! Uzak tutun beni yeşilinden, beyazından, sarısından... Ben hayırsızın, kıymet bilmezin biriyim; yaklaştırmayın mavisine, kahvesine, kırmızısına... Kapatın gözlerimi ve mahkum edin siyahına. Nasıl olsa anlamam bundan gayrısını." demiş ademin biri. Ne demek istemiş, bunları yazarken ne hissetmiş kim bilir? Belli ki dünyanın adaletsizliğini kabullenemeyen, insanlığa olan öfkesini kendine kusan biri. Ne kolay öyle değil mi? Herkes gücünün yettiğine geçiriyor dişlerini. Kimi de kendinden başkasına kıyamadığından ya da sadece kendine güç yettirebildiği için yapar bunu. Tüm sözlerine benliğini siper eder de öyle döker içini. Kaç kırgınlık, kaç kızgınlık, kaç hayal kırıklığı barındırır bütün bunlar? Olsun, içerde tutmaktan iyidir. ...Şu son zamanlarda yine bir tükenmişlik hissi var üzerimde. Düzeldiğime inandıkça bir umutsuzluk baş gösteriyor. Bunun sebebi ben değilim. İster inanın ister inanmayın ama gerçekten tüm hatanın bende olmadığını anladım. Hayat, yalnızca benim kontrolüm altında ilerlemiyor. Benim dışımda gerçekleşen bir yığın olay ve bu olaylara sebep olan bir yığın insan var. Ben, kendimi kontrol edebilirim ama başkalarının düşüncelerini, duygularını, davranışlarını kontrol edemem ki. Onların aldığı kararlar üzerinde ne kadarlık bir etkiye sahip olabilirim? Evet, yaptıklarından payımı almam kaçınılmaz bir olay fakat bu kadar etkileniyor olmam akıl dışı değil mi? Ben sadece sebep olduklarımdan sorumluyum ve ancak bu tür durumlar etkileyebilir beni. Her şeyden önce bunu kabullenmem ve daha fazlasını yüklenmemem gerektiğini anladım. Vay be, ne çok şey anlamışım! Şu birkaç yıllık ömrümde öğrenemediğimi şu an öğrendiğimi anladım. Acaba zamanımın geri kalanında kendime kattıklarımı ne denli icra edebilirim? Böyle mantıklı konuşmalar yapınca kendimle gurur duyuyorum. Demek ki adam oluyorum(!) Bu şekilde devam edersem epey yok kat edeceğim gibi görünüyor. Bir yandan tedirgin, bir yandan heyecanlı, bir yandan isteksiz fakat bir o kadar hevesliyim. Bendeki bu çelişki kafamı karmakarışıklaştırmakta olsa da hedefimden şaşmamak ve amaçladığım sonuca varmak konusunda epey ısrarcıyım. Bu işin sonunda nelerle karşılaşacağımı merak ettiğim kadar umursamamaya çalışıyorum. Çünkü olumsuz bir sonuç almanın beni ne kadar yıpratacağını bilsem de iyi hissettirecek olma ihtimaline tutunuyor ve ancak bu şekilde mutlu olacağımı tahayyül ediyorum. En az sizin kadar habersizim olacaklardan. Bazı cümlelerin bende uyandırdığı haz dönüp tekrar tekrar okutsa da bazı cümlelere olan güvensizliğim onlara göz ucuyla bile uğramama engel olmakta. Yine de tümü bana ait olduğu için bende kıymetli bir yere sahip. Kendiyle barışık olmayan biri, kendine ait şeylerle ne kadar barışık olabilir diye düşündüğümde bu davranışım bana pek de tuhaf gelmiyor. Yine de kendimi olduğum gibi kabullenmemde ve iyi kötü her halimle sevmemde fayda var. Başarıya ancak bu şekilde ulaşabilirim. Siz de bunu hayatınızın pek çok noktasında deneyimlemişsinizdir. O yüzden beni anlayacağınızı düşünerek şimdilik sözlerime son vermek istiyorum. Bugün benim için yorucu ve stresli bir gündü. Olumsuz denebilecek bir olay yaşadım ama her zamanki gibi sakinliğimi korudum ve hayatıma kaldığım yerden devam etmem gerektiğini kendime sıkça hatırlattım. Bunu size gönül rahatlığıyla tavsiye edebilirim, iyi gelecektir. ...Bazen selamsız girişlerle rastgele içimi dökmek, gün içinde yaşadıklarımın bende uyandırdığı hisleri bir açıklama yapmadan anlatmak istiyorum. Gözlerimin ışığını çekip aldılar ve sonra neden parlamadığını sorguladılar. Bu öyle basit bir sorgulama da değildi ayrıca. Suçlarcasına, ayıplarcasına, öyle zamanlar geldi ki hakaret silsilesi yağdırırcasına... Ben de her gece düzelmek ve onların görmek istediği kişiye dönüşmek için dua ettim. Aslında isteğim ne değişmekti ne de onların değer yargılarına bürünmek. Yalnızca sessizlik istedim. Susmalarını ve benimle ilgili yorum yapmaktan vazgeçmelerini... Zihnim yeterince dağınık ve gürültülüyken sözlerine daha fazla tahammül edeceğimi sanmıyorum. Beni anlamayacaklarını bildiğimden karşılarına geçip kendimi açıklama gereğinde de bulunmadım. Hem, içimde tuttuklarım öyle pat diye söylenecek şeyler de değildi. Bu bekleyişimin ne zamana dek süreceği konusunda en ufak bir fikrim olmamasına karşın hâlâ beklemekteyim. Kendime inandığım kadar başkalarını da inandırsam daha çabuk iyileşebilirdim. Fakat onlar öğüt vermekten, suçlamaktan ileri gidemediler. Bunları söylerken bile verilen nasihatlerin tersine hareket etmeye devam ediyor olmam da ne gülünesi bir durum. Çünkü tüm yakınmalar eleştiriye açık olmamam ve pireyi deve yapmam yönünde. Bunlara ek olarak hatırlarsanız size, "İnsanlara güvensizliğim mi yoksa özgüvensizliğim mi?" diye bir soru yöneltmiştim. Çevrem buna da bir cevap getirdi. Ne yazık ki özgüvensizliğim bariz bir şekilde görünmekteymiş. Fakat bu soruna nasıl çözüm getireceğimi bilmiyorum. Bazı konuları uygulamada yetersiz de olsam teorik olarak kısmen bilgi sahibi olabilirim ama bu özgüven eksikliği konusuna dair en ufak bir fikir sahibi değilim. Düşündükçe değişiyor fikrim. Ben, sadece kendimi ait hissettiğim yerlerde ben'im. Ben, sadece güvendiğim insanlarla birlikteyken ben'im. Evet "ben" olmak için kat edeceğim çok yol var. Şimdilik yarım bir benlikle yaşamaya çalışmak ve düzelene dek hayatta kalmalıyım. Daha iç ferahlatıcı cümleler yazabilmek adına, iyileşince görüşürüz......
Okuduğunuz için teşekkürler.Bir hikayenin daha sonuna geldiniz.