Düşüncelerim

Şüphe ve inanç

6
20
36
1
Bir arkadaşınızı çok sevdiğinizi ve bir gün onun üzerine ciddi bir suç isnat edildiğini hayal edin. İlk tepkiniz ne olurdu? Muhtemelen "O bunu yapmaz, ona güveniyorum," diye düşünürdünüz, değil mi? Çünkü arkadaşınıza olan inancınız, onun karakterine duyduğunuz güvenden ve olayın bilinmezliğinden kaynaklanıyor. Ama ya suçun işlendiğini kendi gözlerinizle görmüş olsaydınız? İşte o zaman inanç yerini kesin bir gerçekliğe bırakırdı ve inancın anlamı kalmazdı. Bu, artık bir inanç değil, bir bilgi olurdu. İnsanların inançla ilgili yaşadığı en büyük çıkmaz tam da burada başlıyor: İnandıkları şeyin kesin ve tartışılmaz olduğunu düşünüyorlar. Şüpheye yer olmadığını savunuyorlar. Oysa gerçek inanç, tam da şüpheden doğar. Şüphe olmadan inançtan söz edilemez. Eğer bir inancın içinde hiç şüphe yoksa, o inanç aslında sorgulanmamış, yüzeysel bir inançtır. Derin ve anlamlı bir inanç ise, şüpheyle sınanmış ve bu sınavdan güçlenerek çıkmış olandır. Aslında, şüphe inancı yıkan bir şey değil, onu güçlendiren bir unsurdur. Şüphe sayesinde inanç sorgulanır, test edilir ve sağlamlaştırılır. Bir şeye sorgusuz sualsiz inanmak mı daha güçlüdür, yoksa tüm soruların ardından hala ona bağlı kalabilmek mi? Şüphe, inanç için bir tehlike değil, tam tersine onun en büyük dayanağıdır. İnsanın içinde beliren o küçük şüphe kıvılcımı, inancını daha derinlemesine düşünmesine, onu sorgulamasına ve sonunda daha güçlü bir inançla sarılmasına neden olur. Bu sadece dini ya da manevi bir inanç için geçerli değil. Günlük yaşamımızda da sürekli inanç ve şüphe arasında bir denge kurmaya çalışıyoruz. Bilime inanmak, adalete inanmak, bir insanın karakterine inanmak… Tüm bu inançların temelinde şüphe yatıyor. Bilimsel bilgi bile kesin değildir; sürekli olarak sorgulanır, deneylerle test edilir ve yeni kanıtlar ortaya çıktıkça değişir. İnsan ilişkileri de böyledir. Bir insana inanmak, onun her zaman mükemmel olduğunu düşünmek değil, onun kusurlarını kabul ederek yine de ona güvenmektir. Şüphe, bu güveni yıkmak yerine daha sağlam temellere oturtur. İnanç ve şüphe, birbiriyle çelişen kavramlar değil; aksine, birbirini besleyen iki güçtür. Pek çok insan inancı, kesinlik ve sorgulanamazlıkla eşdeğer görür. Oysa inanç, şüphenin olduğu yerde filizlenir. Eğer bir konuda yüzde yüz emin olsaydık, buna inanç demez, bilgi derdik. İnanç, belirsizliğin olduğu, cevapların tam olarak net olmadığı durumlarda devreye girer. Tam da bu yüzden şüphe, inancın olmazsa olmazıdır. Bir şeye inanmak için önce onu sorgulamak gerekir. Bu sorgulama, inancın gerçek anlamda anlam kazanması için gereklidir. Eğer bir inanç, şüpheye tahammül edemiyorsa, bu inanç zayıf ve kırılgandır. Oysa şüpheyle yüzleşen inanç, her seferinde daha da güçlenir. Şüphe ve inanç bir arada var olur. Şüphe, inancın düşmanı değil, yol arkadaşıdır. Bir insan şüphe ettikçe, inancını yeniden inşa eder; her defasında daha sağlam, daha güçlü bir inançla yoluna devam eder. Sonuç olarak, inancın özü şüpheyle birlikte var olur. Gerçek bir inanç, şüpheden korkmaz; çünkü şüphe, inancı daha derinlemesine anlamamıza ve onun üzerinde sağlam bir zemin kurmamıza yardımcı olur. İnanç, şüphenin olduğu yerde büyür ve gelişir. İkisi birbirini tamamlar; inanç, şüpheyle var olur ve şüphe, inancı güçlü kılar. İnanç, yalnızca şüpheye rağmen değil, onunla beraber var olan bir kavramdır.