Kalemden kurşun,

Uyanışın somutçası..

8
46
37
1
Elimdeki son kurşun, ama kalem olan, Kurşun kalem yani… Yaza yaza bitirdim. Evde ne kadar kağıt varsa tarihi bir vesika olsun diye yazdım da yazdım. Acımı perçinlemekten başka ne işe yaradı bu kadar yazmak? Yaramaz mı ya, hiç yaramaz mı? Delirmekten kıl payı yırttım. Birileri bir şey yapmazsa yırtma konusunda bir daha bu kadar şanslı olabilir miyim bilmiyorum. Ağustos ayı, günlerden pazar. Sabah seherinde ezan sesiyle uyanmışım. Pencereyi araladım biraz, hava miss. Elhamdülillah, dedim sabahın sahibine.. Neyse hanıma da seslendim naiften, “Cemaat olalım mı? Seriyorum seccadeni, hadi canım, Rabbimin huzurundan huzurlu yer bulamayız..” dedim ve lavobaya geçtim. İki emanetimiz var, gül goncası. Biri on bir biri yedi yaşında. Büyük olan Hamza, küçük olan Hatice Feyza. Bir zamandır namaz hususunda konuşuyoruz, sıkmadan takip ediyoruz, küçük ödüller vs. alışsınlar diye bir çabadayız. Abdestimi alıp salona geçtiğimde çocukların odasında tıkırtılar geldiğini fark ettim. Bi bakayım dedim kapıdan benim gül gonacaları abdest alıyor. Bu sahneyi kavonozlayıp kalbimin bir köşesine yerleştirdim. Eşim de abdestini alıp geldi, serdik seccadelerimizi. Erkekler önde, kızlar arkada… Hepimiz bir seher vakti huzurda. Dua faslı, Kuran-ı Kerim’den bir iki sayfa ve okuduğumuz ayetler üzerine kısa bir muhabbet derken gün iyice ağardı. Okul yokken uykuya karşı daha dirençli bizim gül goncaları. “Uyumayacağız.”dediler. Dedim “ O zaman bahçeye, hem sulayalım hem de kahvaltı için toplayalım bir şeyler.” “Oleyyyy” diye bir ses koridorun sonuna doğru koşturdu azalarak. Biraz sonra kıyafetlerini değiştirip yanıma geldiler. Çıkmak için hazırdık.. O ana kadar telefonumu koyduğum yeri hatırlamıyordum ki bir haber ajansından gelen bildirimle yerini belli etti. Doğruldum yerimden sese doğru yöneldim ve hayra niyet diyerek uzattım elimi. Ekrandaki yazı, aylardır ruhumu paramparça eden, nefes almamı güçleştiren en önemli gündemim Gazze ile ilgiliydi. “ İsrail’in bu gece gerçekleştirdiği saldırıda sığınma kampında kalan onlarca çocuk ve kadın hayatını kaybetti.” Neye kahredeceğimi, nereye savuracağımı içimdeki yangını bilemedim. Her gün yeni bir kor ekleniyor da gram azalmıyor yangının şiddeti. Ah Gazzem dedim, Ya Kahhar çıktı peşinden ağzımdan. Gözlerim dolu dolu oldu. Fotoğraflar, kanlar, çaresiz çocuklar ve o halde bile metanetli duruşlarıyla mübarek analar. Sanki birden yine feri çekildi bacaklarımın. “Gitmesek mi bu sabah bahçeye çocuklar?”diyecek oldum ama çocukların sevinçle gözlerime baktığı fark edince sustum… İçimdeki çaresizlik büyüdükçe büyüdü. Hani şair diyor ya şiirinde “Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi taşınacak suyu göster,kırılacak odunu kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde…” Yaşadığım için, imkanlarım için, sağlığım ve özgürlüğüm için utanıyordum. Biri fark edecek diye gizlersin ya kabahatli olduğun bir durumu, içten içe bilirsin de bir tek senin bilmen bile örseler ruhunu. O misal …
Okuduğunuz için teşekkürler.Bir hikayenin daha sonuna geldiniz.