BÖLÜM 1
Çatı katında bulduğu siyah kaplı ajandayı meraklı gözlerle inceledikten sonra eliyle silip çantasına attı. Üzeri tozlarla kaplı olduğu için neredeyse gözden kaçıracaktı. Başka bir şeyler bulabilme umuduyla etrafa biraz daha bakındıktan sonra sessizce merdivenlerden inip tavan arasının kapağını kapattı. Eteğindeki tozları çırparak odasına doğru giderken, “Hayır, tavanda yok!” diye bağırdı.
Odasına geçip kapısını kilitledi. Yatağına yüzüstü uzanıp çantasından eskimiş siyah kaplı ajandayı çıkardı. Merak içindeydi. Sayfaları heyecanla çevirirken aldığı keyif paha biçilmezdi. Oysa o sayfalarda yazanlar onu şaşırtmalıydı, değil mi? Ruhunun karanlık yönü genlerinden ona aktarılan bir mirastı ve bu karanlık ruh, ajandada yazılanlardan keyif almaya müsaitti. Yirmi sayfa kadar okuduktan sonra göz kapaklarının isyanına daha fazla dayanamayıp uykuya daldı.
Uyandığında güneş henüz doğmamıştı. Gece boyunca süren işkence ve ölüm sahneleri rüya değil, gerçek gibiydi; her anını yaşamıştı sanki. Ajandada okudukları bilinçaltına işlemiş olmalıydı. Lavaboya girip ihtiyaçlarını giderdikten sonra okul formasını giyerek kasvetli odasını terk etti. Alt kattaki mutfağa indiğinde kahvaltı çoktan hazırlanmış, onu bekliyordu. Uykudan kalktığında pek iştahı olmazdı, yine de bir bardak çay ile beraber birkaç lokma yiyerek çantasını alıp dışarı çıktı.
Servis bekleyen diğer çocuklardan biraz uzakta durdu. Kulaklığından “Testere” filminin gerilim dolu fon müziği yükseliyordu. Okul servisi geldiğinde en son binen olmak için bekledi. Kafasını önüne eğerek en arka koltuğa geçti. Asosyal oluşu ve ona bir ucube gibi davranmaları, istemsizce kendini soyutlamasına sebep oluyordu. Servis yolculuğu boyunca hiç kimse ile konuşmadı. Gerilim müzikleri dinleyerek elindeki telefondan tarihi işkence çeşitlerini inceledi.
Servis bir süre yolculuğuna devam ettikten sonra okulun önünde durdu. Telefonunu sessize alarak çantasındaki gizli bölmeye saklayıp servis aracından indi. Lise son sınıfa gidiyordu ve okulda bir hayli popülerdi. Bu popülerlik alımlı bir genç kız olduğu ya da muhteşem bir sese sahip olduğu için değildi. Zira yürürken saçları gözlerinin önüne gelir ve neredeyse yüzü bile görünmezdi. Popülerliğinin sebebi, gizemli ve ürkütücü davranışlarıydı. Sınıf arkadaşları ismini kısaltıp “Elf” diye çağırarak dalga geçerdi Elfida’yla. O ise hiçbirine aldırış etmezdi.
Bugün de attıkları lafları duymazdan gelerek yoluna devam ediyordu ki birkaç kişilik erkek grubunun önünden geçerken içlerinden birinin taktığı çelmeyle yere düştü. Yere düşmesiyle çantasının içindekiler okulun koridoruna dağıldı. Dizini fayanslara sertçe çarptığı için kanıyordu. Acıyan dizine aldırış etmeden, eliyle saçlarını gözlerinin önünden çekip çelme takan kişinin gözlerinin içine öfkeyle baktı. Kaan, alaycı gülüşü ile kahkaha atıyor, arkadaşları da onunla beraber gülüyordu. Bir süre hiçbir şey söylemeden gözlerine baktı. Dağılan eşyalarını toplayıp lavaboya yöneldiğinde ders zili çalmaya başladı. Çalan zile aldırış etmeden lavaboya girip, çantasından ıslak mendil çıkararak kanayan dizini silmeye başladı. Acı çekiyordu ve küçük düşürülmüştü. Buna rağmen üzgün görünmüyordu. Aksine, keyif alır gibi bir hali vardı. Eline bulaşan kanı lavaboda yıkamadan önce ağzına götürüp tadına baktı. Kanın metalik ve ekşimsi tadı hoşuna gidiyordu.
Çantasındaki sargı bezini dizine sardıktan sonra lavabodan çıktı. Hafif topallayarak sınıfına ulaşıp kapıyı tıklattı. Öğretmenin, “Gir!” sesiyle kapıyı açıp içeri girdi. Sınıfa girdiğinde Hazal ve Fatih hariç tüm sınıf gülmeye başladı. Hazal, Elfida ile -zor da olsa- arkadaşlık kuran tek kişiydi. Fatih ise Elfida’nın gizemli ve masum tavırlarına aşık olmuştu, peşinde dolaşan tek erkekti. Elfida’nın gizemli hali Fatih için çözülmesi gereken, sırlarla dolu bir kitap gibiydi.
Filiz Hoca alaylı bir ifadeyle, “Elfida Hanım, hoş geldiniz. Buyurun lütfen, yerinize geçin. Biz sizi bekleriz, dersin ne önemi var?” diyerek dalga geçtikten sonra elindeki cetveli masaya vurdu. “Susun bakayım! Şaklabanlar! Geç kızım sen de yerine, bir daha geç gelirsen almam derse seni, bilesin. Burası Dingo’nun ahırı mı? Herkes kurallara uyacak!” Marker kalemi alıp tahtaya bir şeyler yazmaya başladı. Elfida aksayarak en arkadaki sırasına, Hazal’ın yanına geçip kollarını masaya koydu. Yüzünü de kollarının üzerine koyarak uyku moduna geçti.
Hazal omzundan dürterek fısıldadı. “Ne oldu dizine? Yoksa Kaan ve serseri tayfası sana bir şey mi yaptı?” Elfida cevap vermek yerine omuzlarını silkmekle yetindi. Fatih gözlerini bir saniye bile ayırmadan ona bakıyordu. Bu yaptıklarının hesabını soracaktı. Kaan ve arkadaşlarına öfkeli bir şekilde bakıp sabırsızlıkla teneffüs zilinin çalmasını beklemeye başladı.
Elfida, uyku moduna geçtiği okul sırasında Kaan’ı bir güzel pataklamanın hayalini kuruyordu. İstese bunu çok da rahat yapabilirdi. O, Aziz’den olma, Sıla’dan doğmaydı; Arslan ailesinin bir ferdiydi. Sıla onu, güçlü bir kız olarak büyüsün, hiç kimse ona zarar veremesin, bir erkeğe ihtiyaç duymadan kendini savunabilsin diye özel olarak yetiştirmişti ama çok mecbur kalmadıkça kavga etmeyeceğine de söz verdirmişti. Bir öğrenci gibi davranmalı, aldığı özel eğitimlerden kimseye söz etmemeliydi. Eğitim amacı normal insanlarla kavga etmek değil, örgüte hizmet etmekti ama Elfida henüz örgüte hizmet için yetiştirildiğini tam olarak bilmiyordu.
Tüm bunları düşünürken aklına mükemmel bir fikir geldi. Kimliğimi saklarsam ve kim olduğum anlaşılmazsa sorun olmaz, diye düşündü. Teneffüs zilinin çalması ile Filiz Hoca sınıftan ayrılmıştı.
Kaan, “Uzaylı Elf, canın çok acıyor mu?” diye laf atarak gülmeye başladı. Elfida duymazdan gelip cevap vermezken Hazal, “Geri zekalı, aptal! Kendi gücünde insanlar ile uğraşsana, ne istiyorsun zavallı kızdan, ne zararı var sana?” diye bağırdı.
Kaan gülerek, “Sen konuşma, avukat. O ucubenin duruşu bile görüntü kirliliği, göz zevkimi bozuyor.” dedi. Bu sırada Fatih, Kaan’ın yanına kadar sokulmuştu.
“Senin göz zevkine sokarım lan, ibne! Gücün kızlara mı yetiyor, bana da vursana erkeksen!” diyerek kaldırdığı yumruğunu Kaan’ın gözünün üstüne indirdi. Fatih’in yumruğuyla ortalık birden karıştı. Kaan ve Fatih birbirine girdiler. Kaan’ın ekibi Fatih’i ortalarına aldı ve vurmaya başladılar. Elfida daha fazla dayanamayarak kafasını kaldırıp, “Yeter!” diye bağırdı. Herkes olduğu yerde durmuş, ona bakıyordu. Tam o sırada ders zili çalmış ve matematikçi derse girmişti. Gençler üstünü başını düzelterek yerlerine oturdular.
Matematikçi Kazım Hoca gülerek, “Len! Ahıra mı girdik, sınıfa mı belli değil. Sesiniz iki kat alttan geliyor. Tepişmeyin! Hepinize bir çarparım, kırılıp bölünürsünüz. Sonra kırılan parçalarınızı yapıştırıp toplarım. Artık yapışmayanlar kalır, onları da siz çıkarır çöpe atarsınız.” dedi. “Vay arkadaş! Adamları döverken bile dört işlem yaptım. Nasıl bir matematikçiyim ben ya?” diyerek böbürlenip tahtayı silmeye başladı.
Sınıfın kızları Fatih’in etrafında pervaneydi ama Fatih, Elfida’dan başkasına bakmıyordu. Kaan ve arkadaşları gruplaşmış, Fatih’i bir yerde kıstırıp dövmenin planını yapıyorlardı. Çıkışta takip edip uygun bir yerde attığı yumruğun hesabını sormak istiyorlardı.
Beden dersinde öğretmen, antrenman yaptırdıktan sonra öğrencileri serbest bırakmıştı. Hazal ve Elfida oturmuş, müzik dinliyorlardı. Fatih yanlarına doğru gelirken Kaan ve arkadaşları önünü kestiler. Kaan, “Attığın yumruğun hesabını vereceksin, bu iş burada bitmedi.” diyerek tehdit etti.
“Ne zaman, nerede istersen. Tabii yüreğin yetip teke tek çıkabilirsen.”
“Oğlum, sen kimsin? Tek başıma senin gibi iki tanesini yerim lan ben!”
“Tabii tabii.” diye karşılık verdi Fatih ağzını eğerek.
Kaan iyice sinirlenmişti. Yumruklarını sıkıp yüzüne alaylı bir ifade kondurarak, “Yüreğin varsa akşam halı sahanın altındaki inşaata gel. Gör bak, seni nasıl yiyorum.” dedi.
Fatih, “Geleceğim lan, senden korkan senin gibi olsun.” diyerek uzaklaştı Kaan’ın yanından.
Hazal, konuşulan her şeyi duymuştu. Elfida’yı dürterek, “Duydun mu kız? Akşam seninki senin için kapışacakmış.” dedi.
“Ne diyorsun sen, benimki kim? Ne kapışması?”
Hazal heyecanla yanıtladı. “Fatih yaa, Kaan ile halı sahanın altındaki inşaatta buluşup kavga edeceklermiş.”
Elfida omuz silkerek, “Bana ne, ne yapıyorlarsa yapsınlar. Hem seninki falan deme. Benim Fatih’le aramda hiçbir şey yok.” deyip kulaklığını taktı.
***
Okul çıkışı servise binmedi Elfida. Kulaklığını takıp montunun kapüşonunu kafasına çekti. Epeyce yürüdükten sonra çarşıya gelmişti. Mağazanın birine girerek maske ve beş eldiven aldı. Bir şeyler daha alarak parasını ödeyip mağazadan çıktı. Eve mesaj atıp geç geleceğini, ödevi için Hazal’la beraber çalışacağını yazdı. Herkesten önce halı sahanın altındaki inşaata gidip inşaatı keşfetmeye başladı. Aldığı malzemeleri çıkarıp maskesini taktı. Üzerindeki elbiseleri çıkarıp siyah bir tişört giydi. Onun üzerine de pelerine benzeyen bir şey taktı. Kendi kıyafetlerini çantasına doldurup sakladı.
Gizli bir yere saklanıp beklemeye başladı. Bir süre bekledikten sonra Kaan ve arkadaşlarının geldiğini gördü. Kaan, arkadaşlarına sopaları dağıtarak, “Bana bakın lan! Ben dövüşürken dayak yediğimi görürseniz hiç düşünmeden dalın; kafasını, kolunu, bacağını kırın. Bir daha bize çatmaması gerektiğini anlasın.” dedi. Uzaktan onları dinleyen Elfida, ajandada yazılanları kafasında kurguluyordu. Saklandığı yerde kafasını sallayarak, “Gülün bakalım, son gülen iyi güler.” dedi.
Fatih hiç korkmadan, belirlenen saatte söylenen yere gelince Kaan ve arkadaşlarını gördü. “Yüreğin yemedi mi lan tek gelmeye? Biliyordum kahpelik yapacağını.” dedi öfkeli bir şekilde.
“Onlar karışmayacak, seni nasıl benzettiğimi seyretmek için geldiler.”
Fatih, “Gel lan, kim kimi benzetiyor görelim.” diyerek üzerine yürüdü.
Kaan da koşarak Fatih’in üzerine saldırdı. Karşılıklı dövüşmeye başladılar. Fatih teknik olarak Kaan’dan çok daha iyiydi. Birkaç hamleden sonra üstünlüğü almış ve Kaan’ı yumrukları ile hallaca çevirmişti. Dayak yediğini gören arkadaşları sopaları çıkararak Fatih’in üzerine saldırdılar. Bu sırada Elfida saklandığı yerden çıkıp, bağırarak dikkatleri kendi üzerine çekti. Ne olduğunu anlamak için hepsi birden sesin geldiği yöne baktılar.
Elfida sesini kalınlaştırarak, “Erkek misiniz lan siz? Altı kişi, bir kişiye saldırıyorsunuz. O erkekliğinizi bir de bana gösterin.” diyerek taklalar atıp aralarına girdi. Mükemmel tekniklerle attığı tekmeler hepsini şaşkına çeviriyordu. Kaan’ın yakasından tuttuğu gibi havaya fırlatıp yere yapıştırdı. Mert ve Sinan aynı anda sopayla saldırdı. Mert’in kolunu ters çevirip tek hamleyle kırdı. Sinan’ın hamlesini de tekmesiyle savuşturup düşürdüğü sopayla bacaklarına vurmaya başladı.
Fatih, yediği dayaktan dolayı ayağa kalkmakta zorlanırken, bu gizemli kişinin kavgasını imrenerek seyrediyordu. Elfida sopayı sertçe savurarak Kaan’ın hayalarına vurdu. Kaan ve arkadaşları yerdeydi; kolları ve bacakları kırık bir şekilde, acılar içinde kıvranıyorlardı. Elfida, “Bir daha böyle şerefsizlik yaparsanız bu kadar merhametli davranmam.” diyerek, hepsinin üzerine kırmızı eldiven atıp hızla koşmaya başladı.
Sakladığı yerden çantasını alarak hızlıca üzerini değiştirip eve gitti. Sessizce odasına girdi, çantasından kamerasını çıkardı. Kameradaki hafıza kartını çıkarıp bilgisayara taktı. Bir hacker kadar hakimdi bilgisayara. Kavga görüntülerini sosyal mecrada, IP adresi anlaşılmayacak şekilde ayarlayarak paylaştı. Videonun içeriğine de, “Şerefsizlik yaparken iyi düşünün, sizin de üzerinize kırmızı eldiven atılabilir. Sonunuz bu şerefsizler gibi olmasın.” yazdı. Videoyu yayınladıktan sonra bilgisayarı kapatıp siyah kaplı ajandayı çıkardı, kaldığı yerden okumaya devam etti.
***
Elfida, dövüşürken onu izleyen ve görüntüye alan takım elbiseli adamın farkında değildi. Elfida’nın her hareketini kayıt altına alan kişi, “Efendim, haklıymışsınız.” diyerek görüntüleri izletti
****değerli okurlarım lütfen yıldıza basıp bölümü değerlendirmeyi ihmal etmeyin