---
Panesiya'da öldürüyorsan vatandaşsındır. Bunu arenada yapıyorsan sporcu, meydanda yapıyorsan savaşçı olursun.
Müsabakalar ölüm demekti. Müsabakalar spordu. Spor kardeşlikti.
Aykırılar...
Felakete hükmettiği bilinen insanlar... Yüzyıllar boyunca diğer insanlarla birlikte yaşadılar.
Panesiya hükümeti, inkılaplar yapmaya kararlıydı. Düzen kurulmalıydı.
Aykırılar isyan çıkardı. Bir iç savaş çıktı. Dullar ve çocuklar ortada kaldı. Kardeş kardeşe sırtını döndü.
Aykırılar, halkta bozgunculuk yaptığı gerekçesiyle soykırım edildiler.
Görmezden gelinen melezler dışında Aykırılar, tarihin kanlı sayfalarında kayboldular.
Şüphesiz ki onlar, kendi yaktıkları ateşte yandılar.
---
SOYKIRIM YILLARI
Panesiya İmparatorluğu'nun kıdemli muhafızları, gümüş renkli zırhlarını şıngırdatarak sıraya dizilmiş insanları düzende tutmaya çalışıyordu.
Sıraya dizilen idam mahkûmlarının çoğu kadın ve çocuklardan oluşuyordu. Çünkü, onların eşleri ve babaları savaşta ölmüştü.
Kadınlardan bazıları, alev rengi saçlarının arasından muhafızlara tiksintiyle bakıyor ve nefretlerini açıkça ifade etmekten çekinmiyorlardı.
Kimileriyse, kendinden küçüklerin hizasına eğiliyor, saçlarını okşuyor ve onları az sonra çekecekleri acılara hazırlıyordu.
Colastine de o kadınların arasındaydı. O da tıpkı diğer anneler gibi oğlunun hizasına eğildi ve pelerinini iliklemek bahanesiyle sırtını okşadı.
Yüzünde diğer insanlardan farklı bir ifadeyle etrafa bakıyordu.
Bakışlarında kararlılık vardı. Endişe vardı. Korku vardı.
Colastine cesur bir kadındı.
Yeşil şalını alev rengi saçlarının üzerine çekti ve ellerini oğlunun omuzlarına koydu. Kulağına fısıldadı:
" Dün akşam sana tembihlediğim şeyleri hatırlıyor musun?"
Çocuk başını ürkekçe salladı.
Kadın kırmızı gözlerini gururla kapattı ve doğruldu. Bakışlarını muhafızlara çevirdi. Planına göre az sonra ölmesi gerekiyordu.
Eteğinin ucunu kaldırdı. Harekete geçmek için hazırlandı. Bakışlarıyla muhafızları süzdü ve infaz binasının çıkış kapısının aksi yönüne doğru bağırarak, çığlıklar atarak koşmaya başladı.
Sıradaki insanlar bu ani çığlık karşısında irkildi ve şaşkın bakışlarla olanları anlamaya çalıştı.
Muhafızlardan kimileri, bu şaşkın insanları dizginlemek için silahlarını doğrulttu. Kimileriyse, kadının çıkardığı bu kargaşaya son vermek için Colastine'nin üzerine yürüdü.
Küçük çocuklar korkuyla içlerine büzüldüler ve ağlamaya başladılar.
Kadının bu cesur hareketinden cesaret alan kimileriyse muhafızların üzerine atladılar.
Tüm bu kargaşanın ortasında, küçük çocuk tam da annesine söz verdiği gibi infaz binasından çıktı ve oradan kaçmaya başladı.
Çocuk, zayıf bünyesine rağmen ardına bakmadan koşuyor ve kesik nefesleri arasında dualar okuyordu.
Çocuk aklıyla pek çok şeyin farkında değildi. Buna rağmen annesinin sözünü dinlemesi gerektiğini biliyordu.
Çünkü anneler hep en iyisini bilirdi.
"Vakti geldiğinde koş, yavrum," demişti annesi ona. "Ormana koş ve sakın ardına bakma. Tanrı seni koruyacak."
Tanrı onu koruyacaktı.
Çocuk, şehrin kalabalık gürültüsünü geride bıraktı ve kenar mahalleleri aşıp ormana vardı.
Ağaçların arasında koşmaya ve dualar okumaya devam etti. Nihayet, ardında bıraktığı kilometrelerin ardından nefeslenmek için durdu, ellerini dizlerine dayadı.
Etrafına bakındı. Gözleri ahşap bir sandığı arıyordu. Ağaçların diplerine, çalıların altlarına tek tek baktı. Nihayet sandığı buldu, kapağını açtı ve içindeki küçük çocuğu kucağına aldı.
---