“İnsan hayalleri yaşar, mücadele eder ve ölür.” Nereden duyduğumu hatırlamadığım bu cümle dün akşam tekrar aklıma geldi. Çocukluğumda duyduğum, okuduğum veya bir film sahnesinde duyduğumu hatırlayamadığım bu söz, hiçbir zaman benim mottom olmadı. Çünkü çok uzun süre hayallerim olmadı benim. İnsan denen varlığın neden bir hayale ihtiyacı olduğunu hiçbir zaman anlayamamıştım. Çünkü yaşamak için, ne bir sebebe, neden bir hayale ihtiyaç duymamalı insanın. Umut ve hayallerin, sadece satılan bir meta olduğunu insan çok acı şekilde öğreniyor. Evet satılan bir meta. Nasıl diye soracak olursan, insan ruhunu köleleştirmek için uydurulan ve insan ruhunu saran örümcek ağı gibi bir kanser. İnsan ruhunun kanseridir umut ve hayaller ve asla iyileşmezler. Çünkü artık ona muhtaçsındır ve asla gerçekleşmezler. İnsan kaygısız ve nedensiz yaşamalı bu hayatı. Milyar yaşındaki evrende, belki mikro saniyenin daha da azı bir zaman kaplayan yaşam süresinde boş serüvenler peşinde koşmamalı. Belli bir döneme kadar bu şekilde yaşayan ben, bir diğer kanser türü olan aşk ile tanıştım. O ana kadar kaygısız tasasız bir hayat yaşarken, bu illet yüzünden, bir uyuşturucunun insan vücuduna yaptığı kısa mutluluk hissi sonrası gelen, büyük yıkımla karşılaştım. Tedavisi olmayan bu hastalık yüzünden hem ruhen hem de fiziken çöktüm. Yavaş yavaş toparlasam da asla eski gibi olamadım. Zaman zaman nükseden hastalık nöbetleri yüzünden artık, rahat nefes alamıyorum. Ruhumun yavaş yavaş kaybolduğunu hissediyorum. Ne acıdır ki, bunu bilerek kendime yapıyorum. Aşk, insan ruhunu kemiren en kötü vebadan daha ölümcül olduğunu asla unutmamam gerekirken, aşk haşhaşının etkisi o kadar güçlü ki, onu tekrar tekrar ruhumun derinliklerine çekme konusunda tereddüt etmiyorum. Bu hastalık aynı anda size ölme isteğinizi tavan yaparken, aynı zamanda yaşam sevincini aynı hazla veriyor. Çünkü artık beyniniz vücudunuza hükmetmiyor, anlayamıyorsunuz. Kalbinizin işgali altına girmiş ve onun istekleri doğrultusunda yaşıyorsunuz. Kalbin hükmettiği vücut ve ruh, sizi insanlığınızdan alıp, aklı olmayan bir hayvana çevirdiğini ancak, her darbe yediğinizde ve ağladığınızda anlıyorsunuz. Öyle gözyaşları gözlerinizden değil, kalbinizden, kalbinizden ruhunuza damlıyor ve kanlı şekilde. Her bir damla kanlı gözyaşınız, ruhunuzda artık tamir edilemeyecek yaralar bırakıyor. Sanki bir bataklığa düşmüş gibi, ne kadar kıvranırsanız o kadar çok acı çekeceğinizin garantisi bu. İnsanoğlunun en büyük Sado mazoşistliği olan bu duygular size acı çekerken mutluluk hissi vermesi ile, daha çok, daha çok bu acıyı hissetmek istiyorsunuz. Ölüm denen olgunun gerçekleşmesi belki bu hastalığın tek çaresi gibi görünse de dini inançlar gereği bu hastalık ruhunuza işlendiği için, asla kurtulamazsınız. Ölüm, bedenin bu dünyayı terk etmesi ve yok olması olsa da ruh ilelebet yaşayacağı için, bu hastalık ruhunuz nerede olursa olsun sizi rahat bırakmayacaktır. Boş umut ve hayaller ile hayatı boşa harcayacağına, her saniyenin kıymetini bilerek yaşa ey yaşlı dostum. Her ne kadar genç olursan ol unutma, yaşadıkların ruhunu bedeninden önce yaşlandıracaktır.
Sevgilerim ile,