2. Bölüm Hayriye Number One
"Ya abi vallahi anlamıyorum. Böyle bir sebepten dolayı beni ödüllendirilmem gerekirken kovuldum! Benim gibi birini kovabildiler..."
"Abim... Bak," Sabır diler gibi nefes verdi. "Salak salak aynı şeyleri tekrarlayıp durmayı kes önce." Bu sefer gerçekten sabrının sonuna gelmişti sanırım. Dudaklarını ıslatarak gözlerini ovuşturdu. "Aynı şeyi defalarca duymaktan sıkıldım. Tamam, seni kovarak büyük bir hata yapmışlar. Yine tamam, senin yaptığın kötü bir şey değildi. Ama olmuş bitmiş artık, niye uzatıp duruyorsun anlamıyorum."
Ona olan bakışlarım büyüdü. Ellerimi abartıyla havada salladım. "İşsizim abi. Anlıyor musun? İşim yok! Bu ne demek biliyor musun? Param bitecek benim, kendime istediğimi alamayacağım anlıyor musun?"
"Bana fakir edebiyatı yapma Leman! Sen çalışmak zorunda olmadığın halde gidip çalışıyorsun, parayla ne alakası var?"
"Ne demek parayla ne alakası var? Çalışınca karşılığında öpücük mü alıyorum abi?"
Yaslanarak oturduğu koltukta hayal kırıklığıyla öne doğru eğildi. "Sen harbiden salaksın." Ciddi olup olmadığımı kontrol ediyor gibi gözlerini kıstı. "Ne demek istediğimi anlıyor musun diye kontrol ediyorum ama yok, cidden ümitsiz vakasın."
"Babamın parasını nereye kadar yiyeceğim acaba?" derken gayet ciddiydim. Ailecek durumumuz iyiydi ama ben kendi paramı yemekten zevk alıyordum. Babamdan sürekli para istemek ve çalışmadan boş vakitler geçirmek bana göre değildi. Hangisi şımarıklık sayılırdı bilmem ama ben kendi başıma bir şeyler yapmak istiyordum işte.
"İyi o zaman yeniden iş aramaya başlayabilirsin. Bu geçen seferki gibi aylar mı sürer yoksa yıllar mı bilmem, şimdiden kolay gelsin." Huzursuzca yerinde kıpırdandı. Bu durumdan memnun olmadığını alenen belli ediyordu. Ama bir yandan benimle gurur duyduğuna da emindim. Çünkü kendisi de benden farklı şeyler yapmamıştı. Ki şu an kendi parasını yiyordu.
"Yaa..." Annemin yüksek sesle konuşarak salona girişi abimin karizmatik (!) oturuşunu yerinden sıçratırken gülmemek adına dudaklarımı birbirine bastırıp başımı başka yöne çevirdim. "Neredeymiş peki?"
Annemin bana kaş göz yaparak tam karşımdaki koltuğa oturuşunu izledim. Dudaklarını oynatarak bir şey demeye çalışıyordu. Kaşlarını kaldırarak gözleriyle telefonu tutan eline doğru gösterdi. Bu demek oluyordu ki telefonda konuştuğu şey doğrudan benimle alakalıydı. "Öyle miymiş... Hmm," Gözlerini bir açıp bir kapattı.
"Annem yine selektör yapıyor Leman." Kısık sesli bir kahkaha attı abim olacak adam. "Kesin yine falcı Huriye ile konuşuyor." Derken annemin dedikodu yaparken büründüğü halden farksız bir duruşu vardı. Bir elini yumruk yaparak omuzumdan iterken diğer eliyle utanır gibi ağzını kapattı. "Kesin Jüpiter'in kaydı diye evlenemeyeceksin kız."
"Abi annem böyle diye diye kısmetimi kapatıyor gibi geliyor zaten, bir de sen başlama lütfen." Uzun süredir yok şu gezegen kaydı yok bu gezegen kaydı diyerek benim karşıma çıkan herkesin olumsuz olduğunu yorumlayan annem yüzünden gerçekten kimseyle adam akıllı ilişki dahi kuramıyordum. Bir şeyi kırk defa söyleyince gerçek olurmuş misali, gerçekten de kimseyle olmuyordu. Benim bu güzel yüzüm asla kısmet açısından gülmüyordu. O kadar da iyi niyetli bir insan olmama rağmen böyle psikolojik açıdan suistimal ediliyordum.
"Leman sana harika bir haberim var!" Annemin telefonu yanına fırlatışı ve yerinden heyecanla kalkışı ardından abim tekrar ufak çaplı bir irkilme yaşadı. Bunu çabuk toparlamış olsa gerek çok geçmeden parıldayan gözleri anneme döndü.
"Leman'a koca mı buldun?" dedi birden.
"Abi!"
"Sedat!" Annem de hiddetle ona döndüğünde yerine sakince pustu. "Kızım sen ona bakma, yok öyle bir şey."
Olsaydı fena mı olurdu be anne?
"Ne haberi o zaman?" diye sordum heyecanla.
"Sana iş buldum." Gururla ellerini birbirine vurup kalktığı koltuğa tekrar oturdu. "Yani Hayriye teyzen bulmuş."
Şaka?
"Geçen seferki gibi falcıya sekreter olacaksın dersen eğer kendimi şuracıkta asarım anne!" Gayet sakin ve duruşumu bozmadan düz bir sesle söylediğim bu tehdit içerikli cümle annemin keyfini anında kaçırdı. Haklı olduğumu biliyor olması gerekiyordu şu an. İş iştir kafasıyla beni bir şekilde ikna edip oraya sokmuştu ama ben daha ikinci günde fal baktırmaya gelen kadınlarla ufak bir münakaşa yaşadığım için kovulmuştum. Yasadışı bir iş yaptığımı hissettiğim için bu kovuluşum da beni çok üzmemişti üstelik. İnsanlara yalan söylemenin ne manası vardı yani.
"Yok hanımefendi bu sefer sekreterlik direkt şirkette olacakmış. Bunu beğenebilir misiniz acaba?" diyerek gözlerini kısıp burun kıvırdı. Trip mi atıyordu şu an?
"Bana hiç burun kıvırma anne! Sırf senin arkadaşın diye kabul etmiştim o işi. Başıma gelmedik şey de kalmadı iki günde, hâlâ bana kızıyor olamazsın bu konuda." Sinirle öne eğildim. "Gelen kadınlar beni falcının stajyeri sanıp el falı baktırdılar. İstediklerini söylemedim diye beddua edip suratıma tükürdüler. Benden kaçak kurbağa bacağı istediler ya! Kaçak sigara ister gibi yurtdışı bağlantılarımı kullanarak kurbağa bacağı istedi manyaklar."
"Normal şirket diyor Leman." dedi abim zorla gülüyormuş gibi sesler çıkararak. Bak nasıl da konuyu değiştiriyorlar ama.
"Nasıl normal? Falcı veya astroloji ile ilgili olmayan normallerden mi?"
"Leman senin ağzını burnunu büzerim canım kızım." Annemin gülümseyişi kalbimin ortalarında bir yeri deşelediğinde fark ettim ortaya bomba gibi bıraktığı tehdidi. Gerçi cümleye tehditle başlayıp güzelliğimle bitirdiği için tehlike çok da ciddi olmayabilirdi de. "Normal bildiğin şirketmiş işte. Reklam şirketi miymiş neymiş."
"Beni niye işe alsınlar peki anne? Vasfım mı var benim? Hani o şirkete girmek isteyecek ve bunun için birbirini yiyecek de onlarca insan varken neden ben gireyim oraya?"
"Diyalog çok hızlı ilerliyor Leman, biraz yavaş sorar mısın soruları? Yetişemiyorum." Dedi annem burun deliklerini büyüterek. Bu hali benim dikkatimi kısa bir an dağıtmıştı ama çabuk toparlayarak tekrar söze giriyordum ki abim eliyle dudaklarımı kapattı. Hızlı konuştuğumu biliyordum ama aklımdan geçen onlarca şeye yetişemediğim için oluyordu bunlar. Engelleyebildiğim bir şey de değildi üstelik.
"Sus da annem anlatsın artık." Elini ağzımdan çekmeden anneme döndü. Bu muydu beni susturma yöntemin yani? Hah!
"Bak şimdi; bir kere anlatacağım bir daha da ağzımı açarsam namerdim Leman, iyi dinle!" Önüne düşen kısa saçlarını hızlıca geriye atıp gözlerini kırpıştırdı. Bu hali gözüme aşırı tatlı geldi kısa bir an. "Dinliyor musun beni?"
Abimin elini sertçe çekiştirdim ama yerinden hareket dahi ettiremediğim için başımı sallayabildim. Abim, "Bi başlarsa susmaz anne, sen anlatmaya başla en iyisi." Derken epey keyifli görünüyordu. Sanki kendisi her sabah bizim başımızın etini yemiyormuş gibi bu hali çok da masum görünmüyordu gözümde. Sahtekâr!
"Hayriye'nin komşusunun oğlunun arkadaşının şirketiymiş orası. Şirkete vasıflı vasıfsız fark etmeksizin patrona asistan arıyorlarmış. Hayriye senin işsiz olduğunu söylemiş oğlana. O da ben onu şirkete sokarım falan demiş."
Kimin nesinin neyiymiş?
Tüm gücümle abimin elini nihayet uzaklaştırıp derin bir nefes aldım. "Ne demek vasıflı vasıfsız ya? Şirkete çaycı alırken bile soruyorlar bu işi yapabilir misin diye, kim n'apsın vasıfsız elemanı anne? Üstelik şirkete sokmak nasıl bir tabir Allah aşkına! Sen koca şirketin patronusun ve yanında çalışacak asistanın vasıfsız olmasını umursamazsın öyle mi yani?"
"Her haltı sorgulamak zorunda mısın sen? Bir şeyi de uzatmadan, eşelemeden kabul etsen bir yerlerin şişer değil mi?" dedi abim bezdim der gibi bakarak.
"Hayriye'nin komşusunun oğlu patronun arkadaşıymış, o yüzden kolay girersin işe sen merak etme."
"Ben hâlâ saçma buluyorum ama bu kabul etmeyeceğim anlamına gelmiyor anneciğim. Hiç iş bulmayla uğraşacak kafada değilim zaten. Söyle Hayriye karısına, kabul ettiğimi falan söylesin de başlayayım bir ara." Gayet rahat bir tavırla geriye yaslanıp esnedim. İyi bari en azından işi aylarca aramadan bulmuştum. Birkaç gün çalışsam da yeterdi. En azından harçlığım çıkardı.
"Bir ara? Sanki bakkala çırak olarak başlayacak şu rahatlığa bak."
"Anne sen beni dinleyip Hayriye'yi arar mısın lütfen. Ben şimdi gidiyorum, sen haber verirsin bana. Kovulmamın şerefine de birkaç gün tatil yapmama izin verirseniz eğer odama çekilmek istiyorum."
Abim anında havaya girerken çenesini yukarıya kaldırıp elini kapıya doğru iter gibi salladı. "Çekilebilirsin."
***
"İki ekmek dedi annem, çabuk ol abla!" Arkamdan defalarca kez tekrar ettiği cümleyi yeniledi Defne. Hırsla arkamı döndüm. Eh ama yeter yani! Sürekli ekmek almaya ben mi gidecektim yani? Çalışmıyorum diye beni hor görüyorlardı resmen.
"Lan geri zekâlı, sen dururken ben niye gidiyorum ekmek almaya? Küçük olan sen misin ben mi? Saçmalığa bak ya..." Elimi ona uzatıp başımı eğdim. "Bak bu tartışmanın sonunda tıpış tıpış ekmek almaya gidecek tarafın kim olduğunu biliyor, o yüzden bu konuyu uzatmadan halledebiliriz"
"Evet, sen gideceksin muhtemelen."
Tepeme çıkan sinirime engel olmamaya karar vererek bağırdım. "Evet yüksek ihtimalle ben gideceğim Defne! Bu yüzden bu açıklanamayan durumu ben algılayana kadar bakkal yolunda düşünerek aklımı dağıtacak bir anlaşma yapacağız."
Kaşlarını kaldırarak güldü. "Yoksa?"
Üzerine doğru ağır ağır iki adım attım. "Yoksa... O yeni aldığın cağnım test kitapların var ya hani..." Devamını getirmeden dudaklarımı birbirine bastırıp başımı yavaş yavaş aşağı yukarı salladım. Tehdidim alenen belli oluyordu bence. Onca para döküp aldığı kitaplarına dokunmama kıyacağını düşünmüyorum. Ki benim tehdidim asla boşa olmazdı. Yaparım dediysem o kitaplara ne kadar ödediğine bakmadan kesip biçerim.
"Tamam kes! Şu suratını da düzelt. Uykudan uyanmış Habeş maymunları gibi, o dudak ne ya öyle?" Yüzünü buruştururken yüzünde gram utanç yoktu. Bu gençliğin nereye gittiğine dair uzun bir konuşma yapmak istiyordum şu an. Yaşım bunu yapmam için daha çok gençti ama beynimde yavaştan filizlenmeye başladığını hissettiğim öğütlerim vardı. Geleceğin en best ihtiyarı olacağıma inancım tamdı.
"Abla olan sen misin ben miyim, şu hallere bak şu tavırlara bak! Yazık, yazık!" dedim yaka silkerek. Ders çalışıyor diye eli sıcak sudan soğuk suya değmiyordu resmen. Sabah akşam yemeden içmeden aklı fikri tamamen dersleriydi. Bu, çoğu zaman bizi endişelendiriyordu ama yaptığımız ve yapacağımız hiçbir şey onu bundan alıkoyamıyordu artık. Akranları gibi olmayı bırak onların yaptığı klasik şeylerden bir haber Wednesdey Addams misali dünyaya tamamen karanlık falan bakıyordu sanırım.
"Hadi anlaşalım da git artık." Kapıyı gösterip elindeki kitabı ve kalemi yanındaki masaya bıraktı. "Annem gelecek birazdan."
"Anlaşma yapmadan şuradan şuraya gitmem merak etme. Param yok, para ver bana anlaşma yapmış olalım, ne dersin?" Dizlerime vurarak ayağa kalktım. Bence mantıklı bir anlaşma teklifiydi. Param vardı ama ne gerek vardı ki elimi cüzdanıma atmaya. Bunu benim yerime yapacak biri varken üstelik. Ne münasebet!
"Pardon?" İnanamıyormuş gibi beni baştan ayağa süzüp gözlerini belertti. "Oradan para basıyor gibi mi görünüyorum. Çalışan sensin ben değil, abla olan yine sensin ben değil. Utanmıyor musun benden para istemeye ya?"
Cümlesi biter bitmez hızlıca başımı olumsuz anlamda salladım. "Yo!" Sabah sabah beni Hulusi'yle mecbur kıldıysa bedelini ödeyecekti tabii. Hiç onun dedikodularını dinleyecek durumda da değildim üstelik.
Hırsla ayakları üzerinde tepinerek birkaç adım ötesindeki çekmeceyi açıp içini kurcaladı. Az önceki çirkin ifadesinden gram bir şey kaybetmeyen yüzü bana döndüğünde, "Ne alacaksın, ona göre para vereceğim." Diye sordu.
"Çokomel..."
Derin bir nefes aldı. "Sende yok mu onu alacak para? Bir çikolata için mi para istiyorsun?"
"Bir değil," Yanına kadar varıp cüzdanından çıkarmak üzere olduğu 50 TL'yi kaptım. "Bir sürü çokomel."
Onun bir şey söylemesine izin vermeden odayı terk ederken arkamdan bağırdı. "Vizyonsuz!"
Odayı terk edişim ve evden ayrılışımın daha altıncı dakikasında yolu neredeyse yarıladım. Sabah sabah yürüyüş yapmak ve biraz temiz hava almak iyi gelmişti aslında. Gerçi benim sabah dediğim öğlen on iki falandı. Kendime tatil verdiğim günler erken kalkmadığım için benim için de gayet normal saatlerdi. Güzellik uykumu uzun tutmayı seviyordum.
Bakkalın önüne geldiğim vakit etrafıma doluşmasını beklediğim insan sürüsü beklenildiği gibi yanıma ilişirken kahkaha atmama engel olamadım. Bu saatte bile beni buluyor olmalarına bayılıyordum. Hepsinin annesi birer mobesa kamerası dahi olsa seviyordum bu çocukları. "Ne yapıyorsunuz burada yine? Okulunuz yok mu sizin?" dedim bacağıma yapışan Buğra'nın başını okşayarak.
"Ne okulu Leman ya? Cumartesi bugün." Hee!
"Ay evet aklımdan çıkmış... Hem sen hâlâ öğrenemedin mi bana ismimle hitap edemeyeceğini Buğra!" Lafı değiştirip bozulduğumu belli etmemeye çalıştım. Bu çocukların bana hiç iyi niyetli bakmadığını düşünüyordum bazen ama ilkokul çocuklarını bana sarkıntılık yaptıkları için fırçalayacak değildim. Bence çok komik ve tatlıydılar. Hele o bana fıstık demeye çalışırken eksik dişleri arasından yüzüme tükürmeleri falan her seferinde gülmeme sebep oluyordu.
"Ama Leman yaa..." derken elimi yüzüne doğru uzatıp kaşlarımı çattım.
"Abime söylerim görürsünüz bak." Gözlerimi kısıp ettiğim tehdit onları pek etkilemiş görünmüyordu. Boş boş bana bakmaya devam ediyorlardı. "Size Nasrettin Hoca hikayesi anlatması konusunda onu tembihlerim. Sizin bunun için ne kadar hevesli olduğunu falan söy-..." devamını getirmeme dahi izin vermeden yanımdan koşarak uzaklaştılar. Onlarda herkes gibi biliyorlardı tabii abimin huyunu. Üstelik öğrencileri olmadıkları halde bu denli bıkkınlardı bu olaydan. Daha önce de söylemiştim. Öğrencilerinin durumunu gerçekten merak ediyordum.
"Günaydın Leman." Hulusi abinin şen şakrak sesi beni kendime getirdi. Ona doğru ilerleyip bakkala girdim. Dikkatimi çeken ilk şey sigaralarla dolu olması gereken yerin hayvan mamaları ve yemleri ile dolu olduğuydu. Bakkalda?
"Abi bunlar ne?" diye sordum şaşkınlıkla. Resmen ağzım açık kalmıştı. Arkamı dönüp deterjan reyonlarını görmesem burası Petshop falan derdim yani. "İş değiştirmeye mi karar verdin ne bunlar?" Sona doğru kıkırdamama engel olamadım.
"O şeref yoksunu şerefsiz Yunus'a mecbur kalmasın kimse diye aldım kızım bunlar. Kimse ondan almasın yemini falan." Kısık gözlerle uzaklara bakarak konuşuyordu. Kesin Yunus abi yine bir şeyler yapıp delirtmişti Hulusi'yi.
"İyi de abi arkaya falan koysaydın bari. Tam arkanda her yere dizmişsin, olmuş mu sence?"
"İnsanlar görsün de burada da satıldığını, ondan sonra alırım arkaya."
"İyi bari." Dedim gülerek. Alacağım ekmeklerin parasını uzatacakken bana doğru eğilerek fısıldadı.
"Bu sefer ne yapmış biliyor musun?"
"Kim ne yapmış Hulusi abi?"
"Yunus yahu Yunus." Hızlıca devamını getirdi. "Sokaktaki farelerin kuyruklarını kesip beyaza boyuyormuş." Aceleyle geriye çekildi.
"Ne?"
"Hamster diye satacakmış onları."
"Sen ciddi misin?" Bu sefer şaka yapıyor herhalde.
Geçen sefer evcil kedileri evlerden kaçırıp satıyormuş dediği için adamın dükkanının önüne zorla polis getirtmişti ama Yunus abi kendisinin suçsuz olduğunu bir şekilde kanıtlamıştı. Üstelik sadece bu değildi. Bukalemun diye iguana falan da sattığını söyleyip duruyordu Hulusi abi.
Tabii bunlar onun kendi kafasınca kurduğu bir takım komplo teorilerinden öteye gitmiyordu. Çünkü sadece Yunus abi için değil, neredeyse bütün mahalleli için garip düşünceleri vardı.
Manavın ot ticareti 'doğal olarak' yaptığını, kuaförün kaçak dövme 'evet bildiğimiz kola yapılan dövmelerden bahsediyorum' tezgâhı olduğunu, imamın da gece yarıları pavyona gittiğini iddia ediyordu.
Yani artık şaşırtmıyordu bir bakıma.
"Abi bu dediğini kesin kanıtlarım bak ben. Şimdi kahvaltıya yetişmem gerekiyor, hadi teşekkür ederim. Kolay gelsin!" Elimdeki parayı önüne bırakıp hızlıca dışarıya çıktım. Ekmek dolabından iç ekmeği poşete attıktan sonra aklıma gelen şey yüzünden omuzumu düşürdüm. Ağlamaklı bir ifadeyle mecburiyetten dükkânın açık kapısından tekrar girdim. Diğer cebimdeki TL'yi de önüne bırakırken gülümsemeye çalıştım. "Çikolata alacaktım da..."
Bana burun kıvırarak yerine oturdu. "Siz inanmayın bana." Trip modunu çok çekmemek adına ekmek poşetine çikolataları doldurdum.
"Görüşürüz abi." Diyerek kapıdan bir hışımla çıktım. Bu sefer ucuz yırttığımı söylemek isterim.
Yoksa bu manyağın daha neler anlatacağını tahmin edemezdiniz.
Günün geri kalanında evin içinde dört dönerek vakit geçirecek şeyler aradım. Annem ve babam alışveriş bahanesiyle dışarıya çıkmışlardı. Defne zaten odasından dışarıya çıkmazdı. Abim ise arkadaşlarıyla buluşacağı için çıkmıştı. Tuğba zaten bugün de çalışıyordu.
Anlaşılan tek başıma kalmıştım.
Aslında pazartesi gideceğim iş görüşmesi için birkaç kıyafet denemesi yapabilirdim. Başka işim de yoktu zaten.
Evet iş görüşmesi!
Hayriye kırk yılın başı bir işe yaramış ve iş görüşmesini ayarlamıştı. Bundan sonrası daha zordu gerçi. Rezil olup geldiğimle kalacaktım ama denemeye de değerdi yani.
Bu yüzden bu deneyişi bile zevkli hale getirmem gerekir diye düşünüp dolabımı uzun uzun kurcaladım. İş görüşmesi için giyeceğim bir sürü şey vardı ama bu iş görüşmesi için giyeceğim hiçbir şey yoktu. Nasıl oluyor o diyeceksiniz. Hemen açıklayayım.
Neticede bu zamana kadar böylesine büyük şirketlerde çalışmamış biri olarak üzerime giyebileceğim resmi elbiselerim yoktu. Ya kot pantolon tişörtle gidecektim ya da renkli yaz elbiselerimle şirkete güneş gibi doğacaktım. Ayağıma da parmak arası terlik de giyerdim. Mis!
Salaktım ya ben çünkü.
Çantamı ve cüzdanımı kaptığım gibi evden çıktım. Birkaç mahalle ötemizde yeni açılan bir butik olduğunu geçenlerde Tuğba'dan öğrenmiştim. Yeni açıldığı için çoğu şey kısa süreliğine de olsa uygun fiyatlıydı. Bunu değerlendirmem gerekiyordu.
Toplu taşıma para vermemek adına kan ter içinde yarım saatte oraya vardım. Nefesim nereye kaçtığını bilemediğim için birkaç dakika mağazanın önünde nefeslenirken ellerimi dizime dayadım. Yürüyerek geldiğim halde bu kadar yorulmam norma miydi.
Arkandan atlıcı mı koşturuyordu Leman? Acelen var sanki!
"Sus! Vallahi seni de keserim." Dedim kendi kendime.
Eğildiğim yerden hızlıca dikleşmek için hareket ettiğim an kafamı bir şeye vurmamla acıyla inledim. Kafama sert bir şey değmişti.
"Ah!" Çarptığım şey de benimle beraber acı çekiyor olsa gerek ses çıkarıyordu. Hayat ne garip. Sen kovuldun diye yakınların seninle alay etsin, başını çarptın diye duvar seninle birlikte acı çeksin. Cansız nesneler bile dile geldi halime. Anlatsam inanmazlar.
"İyi misin?" Acı içindeki ses son nefesini verir gibi konuştu. Duvar dile geldi desem de inanmazlar vallahi.
"İyiyim." Dedim elimi duvara dayayarak. Başımın acısından gözlerimi açamıyordum.
"Sağol ben de iyiyim." Karakteristik ses tonu içimi gıdıklarken ne renk bir duvar olduğuna bakmak adına zar zor gözlerimi açtım.
Hmm kumral...
"İyi misiniz gerçekten? Kusura bakmayın lütfen." derken elimi hızlıca çektim duvar üzerinden.
Kumral duvar.
"İyiyim de siz..." Çenesini okşayarak gözlerini bana çevirdiğinde sözleri yarıda kaldı.
"İyiyim dedim ya! Kaç kere cevap alınca ikna oluyorsunuz?" Başımın acısıyla gerginliğim bir anda arttı. Salak gibi sesimi yükseldiğimi fark ettim.
"Beni tanıdınız mı?" Şaşırmış gibi gözlerini büyüterek bana bakakaldı. Sanki yıllar önce onu terk eden annesini başka çocuklara annelik yaparken görmüş gibi şaşkındı.
Benzetmem de yıkılıyor yine.
Adamı gözüm bir yerden ısırıyor diye düşünürken bir anda gözümün önüne gelen benzer bir sahne sonrası kafam çalıştı. Kovulduğum gün şerefsiz Mustafa beni kovalarken çarptığım adamdı bu. "E-evet hatırladım." dedim kuru bir sesle.
Kızarmış çenesini bırakıp duruşunu düzeltti. "Garip bir karşılaşma oldu yine." dedi mahcupça. Ensesini kaşıyarak ağırlığını sağ bacağına verdi.
Aniden aklıma gelen şeyle kaşlarım çatıldı. "Sen benim tepemde ne yapıyordun pardon?"
Sorduğum soru garip gelmiş olsa gerek kısa bir an kaşlarını çattı. "Nefes nefese eğilmiş bir şekilde duruyordun, bir şeyin var sandım o yüzden bende sana doğru eğilmiştim ama birden kalkınca çenem kafana çarptı." derken gayet dürüst görünüyordu aslında ama bu benzeri karşılaşmamız biraz kafamı karıştırmıştı.
Üstelik yüzü metrelerce öteden ben tatlıyım, ben masumum, ben akıllı ve usluyum, ben örnek alınacak bir erkeğim enerjisi veriyordu. Hani annelerimizin eli yüzü düzgün, temiz yüzlü çocuk dediği tipler olur ya, he işte onlardan. Hafif kirli sakallı, siyah dalgalı saçlara sahipti. Gözleri de normal kahverengiydi işte. İri yarı değildi ama geniş omuzları ve uzun boyuyla yanında küçük göründüğüme emindim.
"Beni mi takip ediyorsun klişelerine girmeyeceğim ama evet tekrar benzer şekilde karşılaşmamız çok garip." dedim birkaç adım gerileyerek. Şimdi daha sağlıklı hissediyordum. Kafam biraz acıyordu ama onun kızarmış hatta morarmaya yüz tutmuş çenesinden daha fazla acıdığını söyleyemezdim. Çaktırmıyordu bence.
"Yanlış anlamazsan bir şey sormak istiyorum." dedi birden yüzümü inceleyerek. Sanki vereceğim cevabın doğru olup olmadığını test edecekmiş gibi bakıyordu gözlerime. Sormasını bekliyor gibi başımı salladım. "Beni tanıyor olabilir misin acaba?"
"Nasıl yani?" İşte bunu beklemiyordum.
Nereden tanıyayım ben seni ya?
"Beni bir yerde görmüş olabilir misin? Televizyon veya gazetede falan. Yani bu karşıma çıkışların, çarpışmalarımız falan sanki biraz garip."
"Bir dakika bir dakika!" Dudaklarım alayla kıvrıldı. "Ben bilerek mi yapıyorum yani. Sizi takip ediyorum sonra da yalandan çarpışıyoruz falan."
"Ben öyle demek istemedim, sadece bu olanlar fazla garip geldi ve anlamlandırmaya çalışıyorum." Söylemekle söylememek arasında kaldığı şeyi ortaya attığı için pişman olmuş gibiydi.
"Bakın beyefendi; ben sizi tanımıyorum hayatımda da iki defa gördüm, tıpkı sizin de aynı şekilde beni gördüğünüz gibi." Gözlerimi yumdum. Sanki adam bana birazdan para avcısı muamelesi yapmayacakmış gibi derin derin nefesler aldım. "Ne demeye çalışıyorsunuz bilmiyorum ama hepsi tesadüflerden ibaret o kadar. Üstelik bu durumda sizin söylediklerini benim söylemem gerekirken üste mi çıkmaya çalışıyorsunuz anlamıyorum."
"Ne?" Sesi boğuklaştı. Bunu beklemiyordu sanırım.
"Tabii siz alıştınız sanırım her çarpıştığınız kadın tarafından asılınılmaya. Bu da yeni taktik herhalde. Bende tutmadı ama üzgünüm!"
Oh ne güzel koydum ama lafı.
Dinsizin hakkından imansız gelir misali. O minik oklarını bana çevirmeden kendi mızraklarımı ona yönelttim.
"Hanımefendi siz iyi misiniz? Küçücük bir olayı fazla abarttınız sanırım." Dudakları gerginlikle bir açılık bi kapanıyordu. Kalın kaşları ise çatılmıştı.
"Ben değil siz başlattınız!" Öfkeyle üzerine doğru bir adım atmıştım ki bileğimin burkulmasıyla dengemi kaybettim ve üzerine doğru ağır çekimde bir uçuş gerçekleştirdim.
Bu yaşadıklarımız şaka mı?
Hayatımın tam ortasında iki günde bir gördüğüm adamın her karşılaşmamızda üstüne düşüşümle yeni bir döneme girdiğini hissediyorum.
Ben böyle saçma şeyler yaşayacak insan mıydım?
Değildim.
Ben aklıyla dalga geçtiğim ergen kızların hayallerini süsleyecek olaylar yaşayacak insan mıydım?
Değildim.
Neler oluyor anlamıyorum!
***
Bölüm sonu
.
.
.
Eğlence yeni yeni başlıyor sıkı tutunun hsksjs
Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyleee