Mezarlık Gülü |DİLHUN

Giriş: Kara Yazılı Kaderin Kanlı İmzası

9
40
95
Gözlerimin buğusunu gidermek için ellerimin ayasını gözlerimin üzerine bastırdım. Parmaklarım sancıyan zihnimi yatıştırmak istercesine şakaklarıma doğru yola çıkmıştı. Buz kütlesini andıran parmaklarımı şakaklarıma bastırıyordum, içerdeki kargaşayı durdurma hayaliyle. Nafileydi. Ruhumu kanatma eşiğinden içeri sızan, buhran dolu düşünceleri zihnimden atabilmek olanaksızdı. Montumun kapüşonunu başıma geçirerek ani duraksayışımı sokağın köşesinde bıraktım. Attığım her adımda sarsılan vücuduma zihnim isyan ediyordu. Bu çetrefilli ağrının altında düşüncelerim tökezliyordu. Bugünde işyerime giden bu yolda ilerlemeye koyulmuştum. Çok zaman olmuştu bu yolu yürümeye başlayalı. Sürekli duraksayışlarım varış süremi uzatıyordu. Parmaklarım havadan daha soğuktu. Şehrin kalabalık gürültüsünden kaçarak daha sessiz sokaklara daldım. Dudaklarımdan çıkan sıcak nefesim buhar olarak havaya karışmaya devam ediyordu. Havanın soğukluğuna rağmen zihnimin içinde sürekli çakan kıvılcımlar sönmüyordu. Moraran ellerimi ceplerim sokmuş, omuzlarımı çeneme doğru çekerek ısınmaya çalışıyordum. Titreyen çenemi kontrol edememek, zihnimdeki kıvılcımları çoğaltıyordu. Bugün nasıl bitecekti, bilmiyordum. Ardımda kalan gürültülü caddelerin sesleri boş sokağa sızıyordu. Sesler sanki beni takip ediyordu. Bu izbe düşüncelerimin arasında bir an önce kulübe varmak da vardı. Sokağın sonuna doğru yaklaşıyordum, bitmek bilmeyen adımlarımca. İleriye vurmuş bakışlarıma biri denk düştü. Telaşlı adımları yürüdüğüm sokağın başında durmuştu tekinsiz bakışları ise geldiği sokağa bakmaktaydı. Ve görmeyi beklediği şeyi gördüğünde hiç mutlu olamamıştı. Duyduğum sesle adımlarım durdu. Sesinden cüssesinin iri olduğu belli olan bir köpek, sokağın ötesinden semayı titretiyordu. Bu adamın bedenini zapt etmiş bu telaş, o köpekten mi kaynaklanıyordu? O adam öne doğru meylettirdiği bedeniyle benim olduğum sokağa girmiş, bana doğru koşuyordu. Zincirlerini koparmış öfkesiyle kesintisiz havlayan köpeğin sesi sancıyan zihnimde uğulduyor, kanım şakaklarıma hücum ediyordu. Ve işte bedenimdeki bu alarm korkunun emareleriydi. O köpek belli ki bu adamın peşindeydi ve o adam da kaçışı benim yönümde görmüştü. Aldığım nefes ciğerlerime ulaşmazken savunmasız bir şekilde üzerime doğru gelen tehlikeyi samimiyetle kucaklıyordum. Tehlike adamın çıktığı sokaktan esiyordu, benimde kaçmam gerekiyordu. Donup kaldığım sokak ortasında yüzüme soğuk rüzgârlar vuruyordu. Aralanmış dudaklarımdan dışarıya sızan nefesim, birbirine olan mesafelerini uzatmış kirpiklerimi okşuyordu. Yabancı, aramızdaki mesafeyi iri adımlarıyla katledip bana yaklaşırken sokağın başından gelen patırtılar ilişti kulağıma. Kalbimin atışı kulaklarımda uğulduyor, tenimin renk atışına şahitlik ediyordum. Yüreğimde kökleşen korku, ruhumu katlediyordu. Öfkesinin esiri olmuş köpeğin sesini bastıran bir bağırtı duyuldu, kimsesiz sokakta. “Korkak gibi kaçma,” Sokağın başında biri daha belirdiğinde bana yaklaşan adam aniden durup arkasını döndü. O bakışında içinin nasıl ürperdiğini, korkmuş yüreğimde hissediyordum. Sokağın başındaki koşmaya başladığında duran adamda koşmaya devam etti. Bana iyice yaklaşan bu adamı kovalayan bir köpek değil meğer insanmış. Tehlikenin geçtiğini düşünen beynimle ciğerlerimde tutuklu kalan nefesim dudaklarımdan dışarıya süzüldü. Bedenim aniden gevşemişti. Boşluğa düşmüş gibi hissediyordum. Korkudan titreyen bacaklarımla bedenim geriye doğru sendelemişti. Dengemi sağlamak için bir adımımı geri çıkardığım esnada bana doğru koşmakta olan adam tam önümde yere serilmişti. Ayaklarımın yanından geçen taşa şaşkınlıkla baktım. Kovalayan rolünde olan diğer, yabancı durmuştu. Ayaklarımın önüne serdiği bedene gülümseyerek bakıyordu. Bu gülüş içimi ürpertecek kadar tekinsizdi. “Sen daha, o korkak kıçını kaldıramadan ensende biterim, demedim mi sana?” Savurduğu kelimeler öfke barındırsa da yüzündeki gülümseme maskeliyordu, gerçek duygularını. “Vazgeç artık şu aptallıktan.” Yerdeki adam başını tutarak yerden doğrulmaya çalışıyordu. Omuzlarını saran deri ceketinin kapüşonunu kafasına geçirmiş olduğundan yüzünü göremediğim adam sendeleyerek gerilediğinde, endişeyle ona baktım. Sırtı bana dönüktü. İkisi de beni fark etmemişti. Birbirlerine olan kinlerine o kadar bürünmüştü ki gözleri, nefeslerinin nefesime karıştığı bir mesafedeyken bile varlığımı fark edemiyorlardı. Yanımdan gerileyerek kaçmaya devam eden yaralı adamın omzu omzuma çarpmış, beni tersi yönüme çevirmişti. Şimdi onunla yüz yüzeydim. İki büklümdü, yüzünü göremiyordum. Adımları geriliyordu ama bedeninden yayılan öfkenin seviyesi bir kademe gerilemiyordu. İki azılı düşmanın tam aralarında duruyordum. Kati surette, bedenime komut verip hareket edemiyordum. Donup kaldığım yerde tehlike sınırlarından içeriye büyük bir çekimle alınıyordum. Yüzüm gerilemekte olan adama dönükken arkamdan yükselen ses içimi titretiyordu. “Madem korkuyorsun ne demeye benimle savaşıyorsun? Korkağın teki olmana rağmen gereksiz düşmanlıklar doğurmaktan da geri durmuyorsun. Aptalsın.” Yaralanan adamın duyduğu sözler hoşuna gidecek türden değildi belli ki. Bedeninden yayılan bu öfkenin bir ateş misali harlanması gözlü görülecek nitelikteydi. Geriye doğru sendeleyen adamın başı önüne eğikti. Yüzü katiyen gözükmüyordu. Bedeninin duruşundan ne denli acı çektiğini kestirebiliyordum. Başını tutan eliyle iki büklüm eğildiğinde sokağı inletircesine bağırdı. Duyduğu acıyı içimde duyumsuyordum. Doğrulduğunda başını tutan eli yanına düşerek arkasına gitti. Sokak lambalarının altında parlayan metali gördüğümde beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Ben, iki azılı düşmanın, en çetrefilli savaşının ortasına düşmüştüm. Ne yapacağımı bilemez hâlde geriledi, ürkek mesafelerim. Ellerim iki yanımda savrulurken gelmemesini istediğim hamlesini seyrediyordum. Kendinden emin bir şekilde yavaş adımlarıyla fütursuzca aramızdaki mesafelerin idamını verdi. Ne ben hareket edebiliyordum ne de nefesini ensemde hissettiğim adam. Aldığımız nefesleri bile sorgulayarak veriyor, kesik kesik alıyorduk. Hedefi ben olmasam da, hedefiyle arasında ben vardım. Başıma gelebilecekleri hesaplayamıyor, hesaplamak istemiyordum. Bu alacak verecek hesabının içinden çıkılmazdı, biliyordum. Ve sanki beni bu durumdan kurtaracak olan hareket buymuş gibi gözlerimin önüne düşen kapüşonumu başımın üzerinden enseme sıyırıyordum. Panik anında saçmalıyordum. Ensemde bir insan nefesi vardı ama sanki ölümün soluğu gibiydi. Bütün tüylerim ürpermiş algılarım sokak lambasının ışığıyla parlayan metale kilitlenmişti. Tenimde açacağı bir kesiği bekler gibi öylece bekliyordum. Azrail’den kaçamayacağımı bildiğimden miydi bu telaşsızlığım? Yoksa Azrail’in, ölümü çok arzuladığım bir zamanda gelmiş olmasından mıydı bu bekleyişim? Sancıyan zihnimde tek bir düşünce vardı. Bütün can acıma rağmen oradan gitmeyi reddediyordu. Bıçak tenime doğru geliyordu. Yoksa uzun zamandır arzuladığım son mu gerçekleşiyordu? Tenime ilişecek gibi duran metalin istediği, tenimin ardında bekleyende gizliydi. Mesafelerin boynuna yağıl urganı geçiren adımlar şiddetlendi. Her adımı yere serildiğinde ruhum başladı pare pare çekilmeye. Ve ölümü bunca zamandır arzulamama rağmen hiç beklemediğim bir anda geliyordu ecelim. Öne doğru savrulan adımlarına eşlik eden kolu bütün düşüncelerime diz çöktürüyordu. Aniden sağ koluma kurtuluşu gibi tutunan el, bedenimi sağıma doğru çektiğinde bıçak tenime emaresini bırakarak dudaklarımdaki tiz bir çığlığı esir düştüğü yerden kurtardı. Bu kan kokan hamleye karşılık her ne kadar bedenim geriye doğru çekmeye çalışsam da olan olmuş, tenim bir yaraya mührünü vurmuştu. Darbeden korumaya çalışarak geriye doğru çektiğim kollarım ardımdaki adamın öne uzattığı kollarına asılmıştı. Belimin sol tarafından karnıma doğru keskin bir acı zerk olmuştu bedenime. Hissettiğim acıyla buğulanan gözlerim sol tarafıma doğru düştüğünde titreyen elim acıyı durdurmak istercesine kızıllığa bulanan tişörtümün üzerine yerleşmişti. Bakışlarım kanımın bulaştığı metale ilişti. Canım bir kat daha yandı, o metalin tenimde bıraktığı sıcak izi düşündükçe. Metali tutan elin sahibine ilişen bakışlarım kapüşonun gölgelediği yüzüne yerleşti. Başını eğmiş karnıma doğru bakıyordu. Yalnızca aralanmış titreşen dudaklarını görüyordum. Neye şaşırıyordu? Onun amacı birini yaralamak değil miydi? İstediği ben değildim, arkamdaki nefesi tenimi kızıştıran adam olsa da ne fark ederdi? Sonuçta yapmak istediği canilik değil miydi? Dudakları perişanca titriyordu. Tenime ne acılar bahşettiğini biliyor muydu? Titreyen yüz hatlarımla, kıvrılan kaşlarımla ve dolan gözlerimle bu acın kollarına esir düşüyordum. Bakışlarım karnıma doğru indiğinde gözlerimden süzülen sıcacık tane yanağımı okşadı. Yarama bastırdığım elimi yüzüme çevirdim. Avuçlarımı süsleyen kader çizgilerime kan dolmuştu. Kaderime bulaştığı gibi ruhuma da bulaşmıştı kanım. Ürperen gözlerim, titreyen ellerime bakarken baktığım yere bakan iki göz daha vardı. Birinin nefesi ensemi kavuruyordu. Kollarımın altından uzanan elleri semaya doğru dönmüş, ne yapacağını bilemez hâlde öylece bedenimi ayakta tutarak duruyordu. Kollarının arasında kayan bedenimi tutabilmek için sağ eli karnıma tutunmaya kalktığında ateşe değmişçesine elini geri çekmişti. Canımın yanacağını sanarak düşüşümü seyretmesi, can acımı ne denli dindirirdi? Önümdeki gölge, sahibinin karanlıklara karışmasıyla gözden kaybolmuştu. Başım ardımdaki adamın göğsüne düşerken nefesi yanağımı okşuyordu. Ben yere düşerken o beni bırakmamış, benimle birlikte yere çökmüştü. Bacakları yan taraflarımdan uzanırken gözlerimin önüne karanlık düşüyordu. Gücümün çekildiğini elimin yaramın üstünden kayıp gitmesiyle anlıyordum. Soğuk ve keskin acı tenimi kemiriyor, ruhum inceliyordu. Nefesimin buharı gittikçe hafifliyordu. Karanlık sevdalım olup koynuma usul usul girerken gördüğüm son şey, gecenin karanlığında korkuyla parlayan maviliklerdi. Ve son duyduğum ses yanağımı kavrayan sıcacık elin sahibi, burnunu çekip adımı seslenmesiydi. “Eyşan?” İşte, ben bugün, kara yazılı kaderimin altını kanımla imzalıyordum. İki azılı düşmanın arasına girip bedenimi bir savaşa; ruhumu ise bir uçuruma sürüklüyordum, bilmiyordum. BÖLÜM SONU.