PİYANİST

RESİTAL

5
30
28
1. RESİTAL Canınla canım arasında, bundan önce bir geçmiş vardı; orada tanışmıştık biz. Bazı ruhlar evvelden aşinadır birbirine. -Hz. Mevlana Bir rivayete göre çok ama çok eski bir zamanda evrenin dört bir yanını kaos sarmış. Bu kaos zaman içinde kaybolacağı yerde daha fazla artmış ve tüm evreni ele geçirmiş. Her yerde insan ölüleri, savaş ve nefret varmış. Dünya yeşilligini ve berrak sularını kana bulamış. Temiz nehirler kan akan sulara dönüşmüş, topraklar yağmurla değil kanla beslenmeye başlamış. Taş betondan evler yerine insan etleri kullanılmış ve dünya yaşanılmayacak bir hale gelmiş. Öyle ki insanlar benliklerini ve nereden geldiklerini unutmuşlar, kim olduklarını, ne uğruna yaşadıklarını ve amaçlarını. Amaçlarını kaybeden insanoğlu kalplerinide kaybetmiş, yüreklerinde hiç sevgi kırıntısı kalmayacak raddeye gelene kadar yok olmuşlar. İnsanlar çocuklarına mutlu sonlu masallar yerine, kötü ve sevgiden uzak masallar anlatmaya başlamış. Bu sayede tüm evreni sevginin tam tersi nefret kaplamış. O nefret zamanla büyümüş, büyümüş ve dur ne bilmeden ilerlemiş. Ta ki yıllardır düşman olan nadiler ve cadılar bir araya gelip insana en yakın o efsanevi canlıyı yaratana kadar. Buna agapi denmiş, agapi yaratılana kadar kaos ve nefret dur durak bilmemiş. Nadiler yarattığı kaosun sonucunu bir anlaşmayla ödemiş, bedelini henüz bilmedikleri bir kefarete karşılık dünyadaki kaos son bulmuş ve sevgi tekrardan gelmiş, insanlar düzelmiş. Fakat nadiler yıllardır cadılarla yaptıkları anlaşmaya rağmen ödemeleri gereken bedeli asırlardır öğrenememiş. Dudaklardan dökülen kelimeler etkileyici olduğu kadar zehirliydide. Yavaş yavaş zehirlerdi ruhunuzu siz fark etmeden. Zihniniz ele geçirilirdi ve bunu fark etmezdiniz bile. Bu yüzden kelimeleri kullanmayı bilen insanları seviyordum. Onları zehirli bir oka çevirebilen insanları. Beni kendilerine çekiyor büyüleniyordum. Kelimeleri sanki birer lütufmuş gibi kullanabilen insanlar, onlar eşi benzeri olmayan kişilerdi hep gözümde. Dilleri zehirli ama ruha şifa olan o insanlar, kelimeleri istedikleri kalıba sokabiliyorlardı. Kelimeleri seviyordum. Tellafuzumuz için önemli olan her şeyide öyle. Ama kelimeler eşsizdi benim için. Onları kullanmak ve notalara dökmek. İçindeki hüznü aktarmak her bir parçaya. Tuşlara her basışında kulağına dolan müziği dinlemek. Çalmak özgürce bir kalbi çalabildiğimiz gibi. Vurgulamak notaları sertçe ama kırmadan bir insanın kalbini sevebildiğimiz gibi. "Irene hanım on dakika içinde hazır olmalısınız." Bugün büyük bir gündü. Bugün türkiyedeki ilk resitalimdi. Heycanlıydım aynı zamanda ürkütücü derecede sakin.Ve ben,Irene Cora. Babam bir yunan, Antoni Cora. Annem ise türk. Babamla annem türkiyedeki bir piyano resitalinde tanışmışlar. Bu yüzden bende hayatımın aşkını bir resitalde bulacağımı düşünürdüm hep. Resitallere gelecek olursam eğer beş yaşından beri piyano çalıyorum. Babam büyük bir Ludwig van Beethoven hayranı olduğundan küçüklüğümde yaptığım tek şey piyano dinlemek ve resitalleri izlemekti. Zamanla piyanoya tutkum oluştu ve öyle bir boyuta geldi ki. Dünyaca bilinen ünlü bir piyanist oldum. Kendi bestelerimi yazdım, yazılmış bestelere kendi tarzımda değişiklikler katarak bunu dinleyicilere sundum. Anlayacağınız piyanonun ruhunu yaşadım, piyanoyla bütünleştim ve onun ruhu oldum. Eğer bir şeye ruhumu satacak olsaydım bu kesinlikle piyano olurdu. O tuşlara dokunmak ve tekrar tekrar çalmanın nasıl eşsiz bir duygu olduğunu size sadece kelimelerle ifade edebilirim. Onu kalpten dinlemek böylesine içten gelerek. İlk çıktığım resitalimi hatırlıyorumda hala dün gibi aklımda. Heyecen var bünyemde sadece, birazda beğenilmeme korkusu. Onca insanın önüne çıkacağım sonuçta ama bir şekilde o heycanımı yenmiştim. Anne ve babamın bunda katkısı çok fazlaydı. Çok güzel bir hayat sunmuşlardı bana, çok mutlu ve dolu dolu bir hayat, çocukluğumu dibine kadar yaşatan bir hayat. "Irene Cora, sıra sizde efendim." Kapıyı tıklatarak içeri girdiğinde gelen kişiye tebessüm ettim. Ellerime siyah dirseklerime kadar uzanan kadife eldivenleri takarken ayağa kalkmıştım. "Geliyorum." Aynada kendimle göz göze geldim. Güzel bir kadındım, güzel bir fiziğim, güzel bir yaşantım ve dudak uçuklatacak kadar iyi bir ailem vardı. Her şeyim vardı. Belime kadar uzanan kahve saçlarım, yeşil gözlerim, buğdat tenim ve dolgun dudaklar. Güzeldim ve farkındaydım. Özgüvenli bir kadındım, kendine saygısı olan ve kendini her koşulda seven. Ama bazen yetersiz hissediyordum işte kendimi. Bu histen kurtulamıyordum hiçbir zaman. Yaptığımı sanıyordum. Ama ben yapamıyorum, kendimden bir adım öne gidemiyorum hiçbir zaman. Aynı yerde sayıp duruyorum, ne bir adım ileri gidebiliyorum hayatta ne de geri. Ben olduğum yere çakılı kalmışım, çıkaranım yok. Önüne gelen bir çekiç alıp daha çok vuruyor ve ben olduğum yerde sayıyorum. İsmim anons edildiğinde dalgalı saçlarımı açık bırakmış, önlerimdeki perçemlerimden birkaç tutam saçıda, koyu mavi bir kurdeleyle arkada birleştirmiştim. Son kez aynadan kendime baktım kırmızı rujum taşmamış olması gerektiği gibiydi. Siyah göz makyajımında akmadığına emin olarak kulisten çıktım. Sahneye doğru adımladığımda bileğimi saran siyah topuklularım yerde tok bir ses bırakıyor seyircilerin alkışıyla uyumlu bir ritim oluşturuyordu. İçeriyi saran loş ışıklar seyircileri daha rahat görmemi sağlıyordu. Elbisemin uçlarını tutarak zarifçe selam verdikten sonra piyanoya doğru ilerledim. Tabureye oturduktan sonra elbise seçimim için bir kez daha teşekkür ettim içimden kendime. Vücudumu saran, straplez siyah elbisem, eldivenimin kadife kumaşına uyumluydu. Seyircilerin alkışları sustuğunda parmaklarım ezbere bildiği tuşlara zarifçe basıyordu. Her bir tuşa dokunuşumda ruhumdan bir parça aydınlanıyor gibi hissediyordum. Okyanusun içinde nefes alabilmek gibiydi bu his, gözlerimi kapatıp kendimi sadece sese odakladım. İçimden gelen duyguları aktarıyordum piyano tuşlarına. Benim özelliğim buydu, hiç hazırlanmadığım daha önce hiç çalmadığım o besteyi şu an burada türkiyede düzenlenen resitalde çalıyordum. İçimden nasıl gelirse o şekilde basıyordum tuşlara. Eksik ya da hatalı olması değildi önemli olan, önemli olan müziğin o eşsiz ahengini yakalayabilmemdi. Etrafta kimse yoktu, her bir tuşa basışımda insanlar siliniyordu teker teker. Sahnede yalnızca ben ve piyano kalıyordu. İçim tarifi olmayan bir huzurla doluydu. Sussuz kalmış bir çöldeki ağacın ölümüne az kala bir damla su bulması gibiydi notalar. Her biri ruhumu bütünleştiriyordu. Ruhu aydınlıktan yoksun kalıp karanlığa saplanmış çıkış yolu ararken boşunadır oradan oraya koşturmalarım. Notalarımın bu denli haykırışla çıkması boşunadır anlamayana dinletmek için. Boşunadır vedasız sözlerim, sevgisiz bakan gözlerim. Susmak boşunadır konuşanı dinlemeyen için. "Ren." Bir tuş daha. "Koş." Bir tuşa daha bastım. "Kefaretin o olduğunu bilemezsiniz." "Geliyorlar baba." Bir tuş daha. "Ölmesi gerekiyor antoni." Son piyano tuşunada basarak resitali sonlandırdığımda büyük bir alkış tufanı yayıldı etrafa, herkes delice alkışlıyordu. Açıkcası türkiyede bu kadar ilgi görmeyi beklemiyordum. Türkiyeye daha önce hiç gelmemiştim, çoğu ülkede alışıktım bu ilgiye fakat türkiyede de bu kadar ilgi görmem gururumu okşuyordu. Oturduğum yerden kalktığımda elimi karnımın üzerine koyarak eğilip selam vermiştim herkese. Alkış sesleri susmuyordu. Bu sesler ruhumu doyurmaya yetiyordu. Benim ruhum her zaman açtı ve bazen doymak bilmiyordu fakat şu an doymuştu. Seyircilerin arasından babamla göz göze geldiğimde mavi gözleri gururla parladı Bethoween'dan sonra en sevdiği piyanistin ben olduğuna emindim, hatta belkide babam için en iyisi bendim. Mavi gözler tekrar beni bulduğunda babamın hemen yanında duran biricik arkadaşım lenaya kaydı bakışlarım, gülen gözlerle beni izliyordu. Annem lenanın omzuna kolunu atmış, ikisi birbirine sarılarak bana bakıyordu. Bakışlarımı tekrar babama çevirdiğimde etrafı beyaz bir sis kaplamaya başladı. İlk başta yangın çıktığını düşünmüştüm fakat babamın bakışlarında aynı şeyi görünce yaptığım en iyi şeyi yaparak sakin kaldım. Onlar geliyor olamazdı, fakat babamın bakışları her şeyi açıklıyordu.Onlar gelmişti, benim için gelmişler ve benden, ailemden istedikleri şeyi almaya gelmişlerdi. Asırlardır bu günü bekliyordum. Onların, nadilerin gelişine kendimi hazırlamıştım. Ne kadar güçlü oldukları umrumda değildi. Onlar iblisti, şeytanla anlaşma yapmış ruhlardı ve benim nezimde şeytan yok edilmesi gereken bir şekilden ibaretti. Nadiler eski topraklardan kalma güçlü bir topluluktu, güçlerini çığlık, nefret, acı ve kaostan alıyorlardı. Sizin en savunmasız, en çaresiz, en umutsuz hissettiğiniz anlardan faydalanıyor ve sizleri istedikleri gibi yönlendirebiliyorlardı. Sadece bir çığlıklarıyla tüm dünyanın düzenini alt üst edecek güçleri vardı. Nadiler yenilmezdi, tarih hep onları efsanevi mitolojik bir varlık olarak anlattı, yenilmez oluşlarını, kargaşalarını, tabi bu düzen bozuldu, yenilmez sandıkları otoriteleri küçük bir kız çocuğu yani benim ortaya çıkmamla son buldu. Bana gelirsek ben Irene Cora. Nadiler ve cadıların yarattığı en güçlü, en korkutucu şeyim. Onlar babamı bir nehirde tanrı ve insanların babası olan zeusun yardımıyla yarattılar, insanların nefreti dur durak bilmiyordu ve bu kaosu durdurabilecek tek şey sevgiydi. Onlarda babamı bir agapi olarak yarattı. Sevginin en yüksek biçmi. Fakat babam dünyaya sevginin yanı sıra kaosuda getirmişti.Beni. Ben beklenmedik bir çocuktum ve yaratılan agapi soyunun doğmuş haliydim. Nadilerde bu yüzden korkuyordu, ben onlar tarafından yaratılmamıştım. Ben böyle doğmuştum. Nadiler ve cadıların da korkma sebebi buydu. Benim doğumumdan sonra her türlü kaos dünyayı sararken babam bunu engelliyordu, fakat ben büyüdükçe gücüm arttı, gücüm arttıkça bana savaş açan kişi sayısıda artmıştı fakat şimdi bana savaş açan herkesi tek tek avlıyordum. Savaş ise savaş, kan ise kan. Benden aldıkları her şeyi onlardan geri alacaktım. "Buradan hemen gitmelisin ren, bu bir emir." Babam kolumdan tutup beni kendine çektiğinde ben etrafa yayılmış sisi ve insanların bir o yana bir bu yana kaçmalarına odaklanmıştım. Hiçbir şeyden haberi olmayan insanlar bir oraya bir buraya koşuşturuyordu sadece. Basit bir yangın olduğunu düşünüyorlardı belkide. "Bu sefer kaçmayacağım." Kaçmayacaktım. Bu sefer kaçan onlar olacaktı ben değil. Bu sefer bizden değil onlardan biri ölecekti. Dökülen kanın bedeli ödenecekti, ödeyeceklerdi. "Beni dinle ırene, bu bir oyun değil. Güçlerin türkiyede sandığın kadar yeterli değil. O yüzden buradalar, seni burada yok etme şansları daha fazla. Güç alanının oldukça dışında bulunuyorsun. Zarar görmen an meselesi." Elime hızla bir kağıt tutuşturdu."Git buradan, ben onları oyalayacağım." Yüzüme bir toz bulutu üfleyerek eski lisanı konuştu babam, olduğum yerden farklı bir yere geçtiğimde geçiş için portal açtığını anlamıştım. Karanlık bir sokaktaydım, etrafı aydınlatan sadece küçük bir sokak lambası vardı. Nerede olduğuma dair en ufak bir fikrim bile olmadığından sadece yürüyordum. En azından nereye gideceğimi söyleyebilirlerdi fakat babamın beni buraya boş yere göndereceğini düşünmüyordum. Elime tutuşturdugu kağıt aklıma geldiğinde sararmış kağıdı açtım. Kız ve oğlan bir araya geldiğinde yıkım olur.Yıkım olur ve aşk olur.Kaderse eğer onları bağlayan. O sondur kaçınılmaz olan. Onu bul, kalbinin sesi olanı, o burada, Hep buradaydı. İyi ama öldürücü.Kötü ama, o yalnızca kötü. Evvelden aşina sana.Tam orada, sakın yanlış yöne bakma. Notta yazan tek şey bunlardan ibaretti. Kimi bulmam gerektiğine dair en ufak bir fikrim bile yoktu, babam bu konuda bana daha önce hiçbir şey söylememişti. Kalbimin sesi olan kişi kimdi? Ve beni yolladığı yerde bulacağıma nasıl bu kadar emindi. Sadece bir not ve bir portalla beni buraya göndermişti fakat öncesinde bana hiçbir şey söylememişlerdi. En nefret ettiğim şey benden bir şey saklanmasıydı ve babam bunu sürekli yapıyordu. Benden sakladığı şeylerin benim iyiliğim için olduğunu söylüyordu fakat benden sakladığı her şey aksine beni bilinmezliğe sokuyor hiç beklemediğim anlarda beklenmeyen durumlara giriyordum. Sokak lambası bir anda patladığında etraf tamamen karanlığa gömülmüştü. Gözümün önüne düşen saç tutamını kulağımın arkasına sıkıştırdığımda parmağımı şıklatarak işaret parmağımdan önümü aydınlatmak adına ateş çıkarttım. En azından şu anlık gözümün önünü görebiliyordum. Nereye gideceğime dair en ufak bir fikrim yoktu o yüzden sokağın çıkışına doğru yürümeye devam ettim. Yakınlarda ne bir ev ne de başka bir şey vardı. Dümdüz duvar ve karanlık tek bir sokak. Yürümeye devam ettiğimde ayağımdaki topuklularla lanet etmiştim. Yolun taşları çok fazla bozuktu ve yürümemi zorlaştırıyordu. Çok fazla aldırış etmeden yoluma devam ettiğimde kalın bir erkek sesi kulaklarıma dolmuştu. Adımlarımı sessiz atmaya çalışsamda ayağımdaki ayakkabıların buna pek faydası olmadığından bu fikirden vazgeçip doğruca yürümeye başladım. "Kaybedeceğim hangi savaşa girdiğimi gördün?" Tok ses boş sokakta yankılandı. Sesin geldiği yöne yürümeye devam ettim. Türkiyedeki ilk resitalimde başıma böyle bir şey geleceğini hiç düşünmemiştim. Nadilerin peşimi bıraktığını ve bana sonunda huzur vermek istedikleri düşüncesine körü körüne inancaktım ki bugünü beklediklerini öğrenmiş oldum. Zaten uzunca bir sessizlikten bir şeyler olacağını tahmin etmem gerekiyordu. Beni yıllar önce yaptıkları anlaşmanın kefareti olarak görmeleri ve öldürmek istemeleri kadar saçma bir düşünce yoktu. Onca sene ödemedikleri bedeli benim canımla mı ödeyecekleri? Kefaretin ölmem gerektiği konusunda da bir hayli emin gibilerdi. Gerçi kefaret ne olursa olsun onlar beni kurban eder tekrar bir kaos başlatırlardı. Nadilerin olayı buydu. Bileğimden tutulup bir anda duvarın dibine çekilmemle boğazıma bıçak dayanması bir olmuştu. Bana öfkeyle bakan bir çift koyu kahve gözler vardı. Gözleri ölümü çağrıştırıyordu. Sanki ölüm onun gözlerinde hayat bulmuş gibiydi, ölen bir şey hayat bulup yeşerebilseydi eğer bu gözlerin sahibi olurdu.Sanki ondan önce ölüm yok gibiydi. Koyu siyah saçları ıslaktı ve birkaç tutam yüzüne düşmüştü, sert yüz hatları aydınlattığım ateşten az çok belli oluyordu. Yüzünü çok iyi seçemiyordum fakat en azından gözlerini görebiliyordum. "Burada işin ne?" Boğazdan gelen sesi biraz beni ürkütsede belli etmedim. Kimseye korkumu ya da zayıflıklarımı belli edecek değildim. Çünkü insanlar zayıf noktalarınızdan beslenirdi. Tabi karşımdaki insansa. "Sana boynuma bir adet bıçak dayama hakkını kim verdi?" Parmağımdaki ateşi avucumun içine aldığımda koyu gözlerin sahibi yüzünü geri çekmişti. Benden korkmuyordu. "Sana benim bölgeme girme hakkını kim verdiyse o." Sesinde tereddüt yoktu. Sanki her gün benim gibi insanlarla karşılaşmış ve bu duruma oldukça alışmış gibiydi. "Babamı tanıdığını sanmıyorum." Bıçağı boğazımdan çektiğinde, duvarın tepesinde duran meşaleyi yeni fark etmiştim. Tek bir hareketle meşaleyi ateşe verdiğimde karanlık sokak loş bir ışıkla aydınlanmıştı. Kafamı koyu gözlerin sahibine çevirdiğimde zihnime kazılı olan o yüzü hatırlamıştım. "Sen." Aynı anda konuştuğumuzda bu sefer öfkelenen ben olmuştum. Onun burada ne işi vardı. Benim bölgem diyerek neyi kastediyordu? Her şeyden önemlisi onu nasıl tanımamıştım? "Sen geberip gitmemiş miydin?" Nadilerden korkup kaçıp giden sendin. Tek bir açıklama dahi yapmadan savaşın ortasında çekip gitmişti. Şimdi benden neden korkmadığını anlıyordum. Benim aksime, o beni kokumdan tanımış olmalıydı. Ben hafızamda onunla ilgili ne varsa söküp atma tarafındaydım. "Henüz beni öldürecek güçte biriyle tanışmadım." Bedenini benden iyice uzaklaştırdığında alaycılığından hiçbir şey kaybetmediğini gördüm ve bu daha çok sinirimi bozmuştu. "Beni unutuyorsun bay Merlin Sidar Sheldon." Gözlerindeki alay yüzüne yansıdığında gülüşü genişledi, yaralıydı. Merlin Sidar Sheldonu kim yaralayabilirdi ki? "Seni unutmak mümkün mü Irene Cora." Boğazından yukarı acılı bir öksürük çıktığında ona karşı acıma duygum yoktu. Derin bir yaraydı acısını hissedebiliyordum, sadece o kadar. Fazlası yoktu. "Yine nereden kaçarken yaralandın?" Bu sefer gülen bendim. Yaslandığım duvardan kendimi geri çekmiştim. "Kaçmıyordum. Aksine önemli bir iş üzerindeyken birden buraya çekildim. Karşımda seni görmem en son beklediğim şeydi Irene." Ellerini saçlarına daldırdığında acısını belli etmemeye çalıştığını anlayabiliyordum. Fakat onu kim yaraladıysa derin yaralamıştı, nasıl yaralayacağını bilen biriydi. "Buraya çekildim derken? Hep burada değil miydin? Az önce burasının senin bölgen olduğunu söylüyordun." Saçlarımı geriye doğru atarken sidarın bakışları üzerimdeydi. "Burası benim alanım Irene ama ben burada değildim. Romadaydım ve birden kendimi burada buldum. Asıl senin burada işin ne?" Buraya çekilmesine anlam veremiyordum. Romadan buraya nasıl gelmişti hemde portal olmadan. "Resitaldeydim, nadiler gelince babam beni buraya birini bulmam için gönderdi, senin bölgen olduğuna göre burada yaşayan herkesi bilirsin diye tahmin ediyorum." O kişinin adını bile bilmiyorum, bildiğim tek şey kalbimin sesi olduğu. Belkide benden bahsetmiyordu, burada yaşayan birine vermem gerekiyordu o notu. "Antoni neden seni buraya göndersin? Burada benden başka kimse yok." Dediğinde şiddetli bir rüzgar esti ve tam yanımızda bir portal daha açıldı. Sidarın önüne bir kağıt parçası düştüğünde portal geri kapanmış, sidar yere düşen kağıdı almıştı. "Bu da ne demek şimdi? Birileri kendi kendine portal mı açıyor?" Dediğimde sidar bir bana birde elindeki kağıda bakıyordu. "Bunu yapabilen tek bir kişi var Irene, o da baban." Haklıydı babamdan başka kimse hiçlikten portal açamıyordu. Sidara baktığımda elindeki kağıdı açmış ve sesli bir şekilde okumuştu. Oğlan kızı bulduğunda yıkım olur. Yıkım olur ve aşk olur. Yazılmış kaderinden kaçamazsın.Yazılmış olan hep oradadır.Onu buldun.Sesin olanı.En başından beri hep oradaydı. Kötü ama yaşatan.İyi ama, o yalnızca iyi. Evvelden aşina değilsin, çünkü hiç doğru yeri göremedin.Yanıldın, yanıldıkça susayacaksın. Sidarın elinden kağıdı çekip aldığımda babamın elime tutuşturdugu notla çok benzediğini fark ettim. Elimdeki kağıdı sidara uzattığımda hızlı bir şekilde okuyup bana geri vermişti. "Antoni en başından beri biliyordu. Beni buraya getiren de oydu." Yumruk yaptığı elini duvara geçirirken duvar içine çökmüş ve parçaları yere serilmişti. "Kaderimde yazılı olan sen değilsin sidar. Hiç bir zaman olmadın. En başından beri bir savaş vardı ve sen o savaştan kaçarak ortada bir kader varsa bile bunu yok ettin." Bu saçmalıktan ibaretti. Babam beni sidarın yanına yollayarak ne halt ettiğini sanıyordu bilmiyordum fakat Merlin Sidar Sheldon benim kaderim değil yalnızca kabusum olabilirdi. Hatta hiçbir şeyim. "Savaştan kaçmadım Irene." Öfkeyle bağırdığında bana doğru bir adım atmıştı. "Yalan söylüyorsun. Sen hep yalan söylersin sidar. Hep söyledin." "Antoni geri çekilmemi ve buradan gitmemi söyledi. Bugünün geleceğini biliyordu ve o yüzden beni yolladı. Nadilerin ve cadıların senle beni yan yana görmelerini istemedi. Babanı şimdi anlıyorum. Bizi bir arada görselerdi ikimizde orada ölecektik. Antoninin yıkımdan kastı buydu." Şimdi sidarın ne demek istediğini daha iyi anlıyordum. Babam benden sidardan uzak durmam gerektiğini söyleyip duruyordu. Bu yüzden onunla yan yana gelmemi istememişti hiçbir zaman. Sidarın beni aldattığını söylemişti, onu benden uzaklaştırmıştı. Bana yalan söylemişti. "Ben sana yalan söylemedim. Ben seni aldatmadım da Irene." "Her erkek aldatır bayım, bazen bir insanla bazen bir yalanla." Yalanda bir aldatmadır. Sen bana gerçeği söylemeyerek beni aldattın. Sen herkesin yaptığı şeyi yapmayı tercih ettin. Saklamayı tercih ettin, kaçmayı tercih ettin. "Sana yalan söyleyen babandı ren, bunun sende farkındasın." "Bana öyle seslenme." Eskiden bana sürekli Irene demek yerine ren derlerdi ve bundan nefret ederdim. Nefret ettiğim kadar babam ve sidarın söylemesi hoşuma da gidiyordu. Fakat şimdi değil. Şu an çok fazla şey oluyordu ve sidarın hiçbir şey olmamış gibi birden ortaya çıkması aklımda olan, planladığım her şeyi tehlikeye atıyordu. "Anlamadığım bir şey var, madem sen kaderime yazılmış birisin. Neden babam en başından beri beni senden uzak tuttu." Dediğimde sidar bakışlarını yerden çekip bana çevirmişti. "Gücünün potansiyelini bilmiyordu, senin gücünün potansiyelini kimse bilmiyordu ırene. Ne cadılar ne de nadiler. Baban bile nasıl bir güce sahip olduğunu bilmiyordu. Sen yaratılışın düzenini bozacak bir güce sahipsin. Bunu anladığında seni benden uzak tuttu ama bunu anlayan tek baban değildi, cadılar gücünün potansiyelini ilk fark ettiklerinde seni ortadan kaldırmak istediler fakat başarılı olamadılar. Sana karşı beni yarattılar, kaderlerimizi bağladıklarını baban ilk o zaman öğrendi. Nasıl bir gücü içinde taşıdığından haberin bile yok." Haklıydı, nasıl bir güce ev sahipliği yaptığımı bilmiyordum. Fakat potansiyelimi biliyordum. Gücümün doğurduğu kaosu biliyordum. Babamın aksine ben sevgi değil nefret yayıyordum. "Aramızdaki farkta bu bay sidar. Sen onlar tarafından yaratıldın. Ben ise böyle doğdum. Bu gücü bana onlar bahşetmedi. Ben bu güçle doğdum ve onlar kontrol edemediği her şeyden korkarlar." Nadiler kontrolü seviyordu, onların kontrolünde gerçekleşen her şeye itirazları vardı. Bilmedikleri şeylerin ortadan kalkmasını isterlerdi. Onlara zararı olsun olmasın Nadilerden fazla güç onlar için sadece tehditten ibaretti. "Haklısın Irene, Antoni de bu yüzden seni buraya yolladı. Onu şimdi anlayabiliyorum. Türkiye seni zayıf düşüren tek yer çünkü annen bir türk ve bi gücü olmayan tek kadın. Seni zayıf düşüren yer annenin kanının geldiği bu topraklar. Bu yüzden asırlardır bu anı bekliyorlar. Annenin rahmine bu topraklarda düştün." Ben sidara türkiyede olduğumu söylememiştim ki? Sidar benim türkiyede olduğumu nereden biliyordu? En önemlisi türkiyede olduğumu bile bilmeyen biri beni zayıf düşüren ülkenin burası olduğuna nasıl bu kadar emindi. Belli etmedim ve konuşmayı normal akışında devam ettirdim. "Bu dediğine inanmıyorum. Güç insanın içinde olan bir şey. Ve benim gücümü benden başka kimse zayıf düşüremez." Tamamen saçmalıktı, güç insanın içinde olan bir şeydi, özünde olan ve benim olan, bana ait olan bir şeyi benden öylece alamazdı kimse. Güç azalırdı ama kaybolmazdı. "Bana değil babana inan Irene. Seni buraya ne amaçla gönderdiğini bende bilmiyorum fakat nadiler sonunda peşine düşmeye karar verdiler ise şu an güvende olduğun tek yer burası." Haklıydı ama ben kaçmaktan sıkılmıştım. Kimse için bir tehdit değildim onca yıl boyunca da tehdit olacak hiçbir davranışta bulunmamıştım. Sırf babamı agapi olarak yarattılar diye beni de kendi himayeleri altına almalarına hakları yoktu. Ben bendim ve sadece kendime odaklıydım. Yıllarca yaptığım tek şey ise piyano çalmaktan ibaretti. Ne bir güç gösterisinde bulunmuştum ne de etrafta kaosa neden olacak bir şey yapmıştım. Yaptığım tek şey piyano çalmaktan ibaretti. Resitaller dışında pek fazla dışarı çıktığımda söylenemezdi. Benimle sorunları neydi ? "Babam benden çok fazla şey saklıyor sidar, fakat bu yinede mantıklı gelmiyor." Hiçbir şey şu an bana mantıklı gelmiyordu zaten. İçimde kabaran bir öfke vardı ve etrafı yakıp kavurmaktan deli gibi korkuyordum. "Antoni şu an nerede?" Meşalenin aydınlattığı kısma doğru ilerledi. "Resitalin yapıldığı yerde, nadiler ve cadılar oraya geldi. Şu an ne olduğuna dair bir fikrim yok." Gerçekten şu an orada neler olduğuna dair bir fikrim yoktu. Tek temennim babamın onlarla başa çıkabilmesi idi. Daha önce bunu yapmış ve başarmıştı da fakat nadilerin önde gelenlerinden biri olan emily babamı oğlu gibi gördüğünden tolerans göstermişti. Fazlası değil. "Buradan gitmemiz gerek. Babanın açtığı geçitlerden haberleri olacaktır." Dediğinde bir patlama sesi duyuldu önce ardından etrafımızı koyu gri bir sis kaplamaya başladı. Bulmuşlardı bile. Benden bu kadar korkmalarını gerektirecek ne yapmıştım ben? Kendimi kanıtlamaya yönelik güç gösterisi bile yapmamıştım. Hayatım boyunca yaptığım tek şey piyano çalmaktan ibaretti. Ayrıca sidar az önce bana güvende olduğun tek yer burası diyordu, peki nasıl güvendeydim ben. Sidar kolumdan tutup beni kenara çektiğinde, dokunduğu yer yanmaya başladı acı içinde kolumu sidardan çektiğimde anlamayan gözlerle bana bakıyordu. Gri sis daha çok etrafa yayıldığında sidar gözleri ile ara sokağı işaret etmişti. Sokağa doğru hızlı adımlarla ilerlerken sis bütün sokağı kaplamıştı. Sokağın önüne geldiğimizde köşedeki dar merdivenlerden aşağı inmeye başladık. Sidar önden gidiyor bende hemen arkasından ilerliyordum. Gri sis olduğum yeri biliyor gibi her bir adım atışımda daha çok yayılıyordu. Nadiler sisle hareket ediyor, gidecekleri yere sis yardımı ile gidebiliyorlardı. Sis olmasa nadiler birer hiçten ibaretlerdi fakat cadılar zamanında nadiler için sis yaratabilme imkanı vermişlerdi. Özellikle yağmurlu havalarda sis çıktığı zaman, işte o gün kaos doğuyor dünyaya büyüleyici bir güzelliğin yanında kötülüğüde sürüklüyordu. Gerçi nadilerin olduğu yerde sadece kötülük vardı bunu bildikleri için babamı yaratmışlardı. Bir agapi yaratmak kolay değildi fakat dünyaya sevginin tekrar gelmesi gerekiyordu. Cadıların da bulduğu tek çözüm yolu buydu. Fakat yarattıkları şeyin sonuçlarını bilmiyorlardı. Yarattıkları şey saf sevgiden ibaret olsada babamın kanından gelen sadece kaostan ibaretti. Ben kaostan ibarettim,Ve kaos bir düzendi. İnsanları hizada tutabilmek için kaos gerekliydi. Tutunacakları bir dal gerekiyordu hepsine. İçlerine işleyen bir korku düzeni sağlamaya yetiyordu. "Seni nasıl bu kadar kolay bulabilirler?" Merdivenleri tamamiyle indiğimizde arkasını dönüp yüzüme baktı."Tabi ya." Elleri ile yüzüme yaklaştığında geri çekildim. "Ne yaptığını sanıyorsun?" Gözlerinde hiçbir duygu belirtisi yoktu. Oysa gözler konuşurdu ama Merlin Sidar Sheldon'un gözlerinde hiçbir duygu yoktu. Onun gözleri konuşmaktan çok uzaktı. Sidarın gözlerine ya da yüzüne bakarak ne hissettiğini asla anlayamazsınız. O kendini ve duygularını saklamakta uzmandı. Size gitmenizi söylüyorsa bu yalan olsa bile gözleri de git derdi size ve sizin kalmak için bahaneniz de olmazdı. Bir insanın gözleri bile size yalan söylüyorsa o zaman durum bambaşka bir hal alırdı. "Saç tokan." Dedi arkadan tutturduğum iki tutam saçıma uzanırken."Seni o toka sayesinde buluyorlar." Ben ne dediğine anlam veremezken sidar saçımdaki tokayı çekip aldı. Aynı zamanda bir portal açmış ve tokayı portaldan içeri fırlatmıştı. "Onu doğum günümde bana babam almıştı." Öfkeyle omzuna vurduğumda yaptığı saçmalığa anlam veremiyordum. "İşte o yüzden seni tam olarak o toka sayesinde buluyorlar." İtiraz etmek için ağzımı açtığım sırada gri sis kaybolmuştu. Haklı olabilir miydi? Ama babamın bana aldığı toka ile nadilerin ne gibi bir alakası vardı. Eğer gerçekten sidarın dediği gibi beni o toka sayesinde bulabiliyorlarsa sidar tokayı portaldan fırlatarak çok iyi yapmıştı. "Bunu nerden anladın bay zeki?" "Antoni sen ortadan kaybolduğunda seni nasıl buluyor sanıyordun Irene?" Tabi ya, babam beni her kaçtığımda ne kadar uzağa gidersem gideyim eliyle koymuş gibi buluyordu ve ben hep o mavi saç tokasını takıyordum çünkü bana onu doğum günümde babam hediye etmişti. Ve her zaman takmam gerektiğini söylemişti, bende çoğunlukla bu tokayı takıyordum. Hem rahattı hem de takınca kendimi huzurlu hissediyordum, anlamalıydım. "Zekan gözlerimi yaşarttı." Yüzüme düşen saç tutamlarını elimle arkaya attığımda yanımda başka bir toka olmadığı için kendime kızıyordum. "Arada sende gözlerini yaşartacak kadar zekanı kullanmayı deneyebilirsin." Dedi saçlarını eliyle geriye doğru tararken."Ya da sen hiç kullanma. Malum en son zekanı kullandığında kendini ölüme sürüklüyordum." Sidara göz devirmeyle yetinmiştim. Haklıydı, benim sonum gelecekse kendi zekamdan olacaktı. Bazen çok tehlikeli bir hal alabiliyordum ve sonuçlarını göz ardı edebiliyordum. Eğer bir şeyi gerçekten istiyorsam o şeyi her türlü alırdım ve bu da pek iyi sonuçlanmazdı. "Her neyse sidar babamın sana verdiği kağıt zerre kadar umrumda değil. Ben gidiyorum kaçmaktan sıkıldım." Arkamı sidara dönüp gidecekken kolumdan tutup beni durdurmasıyla koluma değen elleri vücudumu yakmıştı. Acıyı belli etmemeye çalışsam da kolumu bırakmadığı için dayanılmaz bir hal almıştı. Kolumu sertçe sidardan çektiğimde gerçekten de yandığını gördüm. "Kahretsin. Bu da ne böyle?" Derimin üzerinde pul pul yanık izleri oluşmuştu. "O şey ben dokunduğum için mi oldu?" Sidara öfkeli bakışlarımı çevirdiğimde gözleriyle koluma bakıyordu, baktıkça daha çok yanıyordu sanki. "Bir daha bana dokunmasan iyi edersin." Kolumun sızısı azalmıştı fakat pul pul olan yanık izleri duruyordu. Yeşil ve mavi karışımı bir rengi vardı yanık izinin, bunun ne olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu. "Daha önceden neden olmuyordu peki? Ne zaman olmaya başladı bu?" Sidar bana doğru yaklaştığında bir adım geri gittim. "Buraya geldiğimde bana ilk dokunduğun zaman oldu. Belkide bedenim bile sana nefret besliyodur." Gayet makuldü sidardan nefret etmesi. Sonuçta bir savaşın ortasında mecburda olsa kaçıp gitmişti. "Babanın sana verdiği notta ne yazıyordu Irene?" Elimde duran kağıdı açıp sesli bir şekilde okudum. "Kız ve oğlan bir araya geldiğinde yıkım olur. Yıkım olur ve aşk olur.Kaderse eğer onları bağlayan. O sondur kaçınılmaz olan. Onu bul, kalbinin sesi olanı, o burada, Hep buradaydı. İyi ama öldürücü. Kötü ama, o yalnızca kötü, bilmem ne bilmem ne işte." Kağıdı tekrar katladığımda sidar düşünceli bi şekilde yere bakıyordu."Kötü derken senden bahsettiğine eminim fakat aralarında aşk olacak olan bir çift varsa eğer o kesinlikle biz değiliz. Babam belkide buraya kızı ve oğlanı bulmam için gönderdi beni. Birde bu ihtimalden bakalım." Belkide bizi kurtaracak olan kişi notta bahsedilen kız ve oğlandı. "Kız ve oğlan bir araya geldiğinde yıkım olur." Dedi sidar notta yazanı tekrar ederken."Bu söz sarayın mahzeninde yazıyordu Irene. Kapının hemen yanında." Hatırlamamı beklemek için bana zaman vermişti. O süre zarfında hangi sarayda sözü gördüğümüzü hatırlamaya çalışıyordum. Otho (1 Haziran 1815) Salzburg Yunanistan'ın ilk kralı (1832-62). "O taraftan değil ren. Yakalanacağız senin yüzünden." Elimdeki meşaleyi sidara doğru tuttum, bu koridorlar oldukça karanlıktı ve net gözükmüyordu. "Mahzenlere inelim diyen sensin. Ne diye şimdi korkuyorsun. Yakalanınca kralın bizi öldürecek hali yok ya." Sidar sitemle bana baktı. "Bu önemli bir iş ren. Babanın bizden sakladığı bir şeyler var. Vaktinin çoğunu bu mahzenlerde geçiriyor." Koridorun sonundaki merdivenlere doğru yöneldi."Ve ben bugün sakladığı seyi öğrenmeye kararlıyım." Merdivenlerden inmeye başladık. "Bana iyice delirdin gibi geliyor bayım." Meşaleyi önümü aydınlatması için yere yakın tutuyordum. Elbisenin eteklerine basıp düşmek en son istediğim şeydi. "Bu sarayda delirmemek elde değil hanımefendi." Saç tutamlarını eliyle geriye doğru taramıştı. Bir şey arıyordu ama aradığı şeyi bana söylemiyordu. "Babam bizden neden bir şeyler saklasın Sid." Merdivenleri döndüğümüzde son iki basamak kalmıştı. Son basamakları da iniyorduk. Koridorun sonunda mahzenlerin kapısı vardı ve açıktı. Hiçbir zaman açık olmazdı oysa. "Antoni bizden çok şey saklıyor ren. Baban çok iyi bir yalancı." Öfkeyle sidarın kolunu tutmuştum dönüp bana baktığında meşaleyi kirpiklerine kadar yaklaştırdım. "Babama bir kez daha yalancı dersen seni cehennem ateşinde yakarım Merlin Sidar Sheldon." Sidar kolunu benden çekip mahzenlere doğru umursamadan yürümeye başladı. "Karşılıksız kalmaz Irene Cora." Mahzenlerin önünde durduğumuzda sidar duvardaki kabartmalara bakıyordu onu ardımda bırakarak mahzenlere doğru yöneldim. Sinirlerimi bozmuştu. "Biraz daha duvardaki kabartmalara bakarsan yakalanacağız merlin." Arkamı dönüp baktığımda sidar duvardaki kabartmalara odaklanmıştı duvardan uzaklaşıp yanıma doğru geldi. "Kız ve oğlan birbirini bulduğunda yıkım olur. Yıkım olur ve aşk olur da ne demek?" Hatırladığım anıyla gözlerim sidarı bulmuştu. "O mahzenlerde hiçbir şey bulamadık sidar.""Çünkü Antoni bulmamızı istemedi Irene." Ellerimi saçlarımdan geçirdiğimde mantıklı düşünmeye çalışıyordum. "Baban agapi olarak yaratıldığında sevgi ve saygı getirdi insanlara. Bunun yanı sıra sen geldin Irene ve ardından sana karşılık beni yarattılar. Sencede bunda bir tuhaflık yok mu? Beni ne zaman yarattılar? Buna dair hiçbir şey bilmiyoruz bile. Baban sana hep dürüst mü davrandı Irene yoksa başından beri sana yalan mı söylüyordu?" Sidarın konuşması daha fazla sinirimi bozmaktan başka bir işe yaramıyordu. "Baban o mahzende ne yaptıysa Irene, Bugün bana dokunamama sebebin bu yüzden. O gün ne olduysa bugün ortaya çıkıyor." Durdu, gözleri gözlerimi yıkıp geçer gibi bakıyordu. "Hala anlamadım mı ren?" Gözlerini gözlerimden bir saniye bile çekmemişti. "Yıkım sensin." O an zamanda ne kadar geri gittim bilmiyorum ama babamın sevgisine karşılık doğan bir nefret ve kaos vardı. Ben kaostan ibarettim. Babam ise sevgi ve saygı. Ama bir isim daha vardı. Saf sevgiden oluşan.Merlin Sidar Sheldon. Sevgi ve kaos bir araya geldiğinde yıkım olurdu. Ben yalnızca kötülükten ibarettim, saf kötülüğün vücut bulmuş haliydim.Merlin ise iyi olandı, saf iyilik ve sevgiyle harmanlanmıştı bedeni. Kötü ama yaşatan.İyi ama, o yalnızca iyi. Kötülük başlı başına varken yaşatamazdı kimseyi. Sevgi yaşatabilir miydi ki, kötülükten medet umuyorlardı. Oysa her kötünün içinde bir iyilik, Her iyinin içinde de bir kötülük vardı. Bunu unutuyorlardı. Yıkım sensin. Yıkım bendim.Ben Irene Cora.Bir piyanistten fazlasıydım her zaman, ve şimdi bedel ödetmek zamanı gelmişti. Benden alınan her şey için. Benim sözlüğümde adalet iki kelimeden oluşuyordu,Kana kan. ıllılı.ı
Okuduğunuz için teşekkürler.Bir hikayenin daha sonuna geldiniz.