Kapıyı açtığında karşısında bir postacı vardı Ahmet'in.
-Ahmet bey siz misiniz ? dedi.
-Evet benim, buyrun.
Çantasından çıkardığı zarfı Ahmet'e verdi postacı ve iyi günler dedi. Size de diyip kapıyı kapadı. Şaşırmıştı. Teknoloji çağında yaşıyoruz, bu mektup nerden çıktı şimdi diye düşündü kendi kendine. Kapı çalmadan önce yaptığı şekersiz kahvesini eline alıp, odasında bahçesini gören pencerenin kenarına geldi ve bir sigara yakıp derin bir nefes çekti sigarasından. Ardından tebessüm edip zarfı açtı. İçinden çıkan kağıda baktı. Gözüne ilk takılan sağ üst köşede yazılı olan tarih oldu. 8 Kasım 2004. Mektubun 20 sene önce yazıldığını görünce gözünde bir ışık canlandı ve hemen okumaya başladı.
"Merhaba Ahmet. Sana bu mektubu 2004 senesinden yazıyorum. Dersimiz Türkçe ve Mehmet hocamız herkese mektup yazdırdı. 30 yaşımıza yazdığımız bu mektupları alıp, 20 sene sonra elimize geçecek şekilde bize gönderecekmiş."
Gözleri dolmuştu Ahmet'in. Hatırlamıştı o günü. Aradan 20 sene geçmesine rağmen hatırlamıştı. Hasretini çektiği eski günleri, ilk okulda en çok sevdiği ve üzerinde çok emeği olan Mehmet hocasını, en yakın arkadaşı Anıl'ı, yaptıkları yaramazlıkları. Gözleri doldu o günleri hatırlayınca. Küllükteki sigarasını aldı ve derin bir nefes daha çekti. Havaya üflediği dumanla kağıda tekrar döndü. Şöyle devam ediyordu.
"Umarım iyisindir. Ben iyiyim. Mehmet hoca şu mektup işini anlatınca bayağı güldük. 20 sene sonraya mektupmu yazılırmış. Ama yinede yazdık hepimiz. Ben asker olmak istiyorum. Dayım gibi bir asker. 20 sene sonra bu mektup eline geçtiğinde umarım asker olmuşsundur Ahmetcim..."