Sihirli Kağıt

3

15
50
40
Böylece yedinci kurbanım, dördüncü gereksizi de ortadan kaldırmış oldum. İlk üç tanesi koşulların kurbanı olmuştu. Akşama doğru tekrar markete uğradım ve bu sefer günlük bira limitimi üçe çıkardım. Televizyonu açtım ve bir iki saatliğine bana hiçbir yararı olmayan programlar ve sözde realityler tarafından hipnoza uğradım. Bizi hipnotize ettiler. O programları izledik. O programları hepimiz izledik. O programları izlediğimiz için birbirimizi eleştirdik ama buna rağmen izlemeye devam ettik. Çünkü biz köleleriydik onların, ne isterlerse onu izliyorduk. Adeta bir zafer kazanmış edasıyla bastım kumandanın düğmesine, kanal değişince hipnozdan kurtulduğumu hissettim. Birkaç haber kanalı dolaştım. Neyi aradığımı biliyordum. Üç gün önce bir psikolog ve yanındaki iki yardımcısı ortadan kayboldu. Aileleri illaki polise gitmişti. Ya da bu olay bir şekilde medyaya yansımıştı. Ya da yansımalıydı. Çünkü görmek istiyordum. Birilerinin benim olayımı konuşmasını istiyordum. Ve bir anda aradığım şeyi bulup televizyonun sesini yükselttim. Ekranın altında koskoca harflerle yazıyordu; Psikolog Büşra Nupıl ve iki yardımcısı kayıplara karıştı. Yardımcılarının ismi bile yazmıyor. Gariban her yerde gariban. Yazık. Programın moderatörü, tipinden gazeteci olduğunu anladığım kel bir adam, yaşlı bir kadın ve Büşra’nın meslektaşı olan bir adam bu olayı tartışıyorlardı. “Şimdi Selim hocam bu konuda sizin de görüşleriniz önemli tabi. Sonuçta meslektaşısınız ve neyi neden yapacağına dair bir fikriniz vardır diye düşünüyorum.” “Teşekkür ederim Adnan. Şimdi tahmin yürüttüğümüz için, bir olayın birden çok nedeni olabilir. Benim konuyla ilgili teorim üçünün de küçük bir tatile çıktığı.” “Bir saniye” diye araya girdi Gazeteci Fikret; “Sözünü balla kesiyorum. Tatilden kasıt tam olarak nedir. Yani hava koşulları malum.” “Fikret hocam, müsaade ederseniz tamamlayacaktım. Tatilden kastım o şekilde bir tatil değil, bir gezinti olabilir, birilerine ziyaret olabilir. Hem bu sadece bir teori. Kaçırılmış olma ihtimalleri de var.” “İhtimalden ziyade, bu çok bariz değil midir?” yüksek sesle konuşmuştu yaşlı ve çirkin kadın. Programın moderatörü ses üstüne ses binmemesi adına kontrolü ele aldı; “Evet Derya hocam, biraz önce Selim hocamız bir olayın bir çok nedeni olabileceğini söyledi. Elbette ki ben de kendisine katılıyorum. Peki siz bir bayan olarak, bir hemcinsiniz neyi neden yaptığına dair bize neler söyleyebilirsiniz.” “Adnancım, sonunda bana da söz hakkı verdiğin için teşekkür ederim. Benim şahsi fikrim ortada kesinlikle bir kaçırılma vakası var.” “Kesin diyemezsiniz hocam” diyerek tekrar araya girdi gazeteci; “Siz neye dayanaraktan kesin diyorsunuz, elinizde bu konuyla ilgili somut deliller var mı?” “Sevgili Fikret, sözümü henüz bitirmedim. Biraz öncede Selimin sözünü kesmiştin. Bana da bir müsaade et istersen.” “Estağfurullah Derya Hanım da. Niyetim kötü bir şey değil. Selim varsayımlar üzerine konuştuğunu söyledi. Siz kesin bir kanıya varıyorsunuz.” Moderatör tekrar araya girdi; “Hocam ne olur.” “Hayır Adnan. Bakın bizi insanlar seyrediyor. Şu konunun bir özetini geçelim kardeşim. Büşra Nupıl, 17 Kasım Pazartesi günü sabah kalkıp annesiyle beraber kahvaltısını yapıyor ve işe gidiyor. Akşamüzeri her zaman döndüğü saatte eve dönmüyor. Annesi ilk önce şüphelenmiyor her hangi bir şeyden ki sonradan söylediklerine göre Büşra geç kalacağı zaman hep arayıp haber verirmiş. Aradan birkaç saat geçtikten sonra birkaç sefer telefonla aramayı deniyor ama ulaşamıyor. Sonra büyük kızını arıyor belki ablasıyladır mantığıyla. Büyük kızıyla da değil. Bunlar bir araya geliyorlar. Belki çıkar gelir diye birkaç saat bekliyorlar. Sonunda Büşra’nın asistanına telefon açıyorlar. Asistana da ulaşamıyorlar. Asistanın ailesinden birilerine ulaşmaya çalışıyorlar, yine sonuç yok. 18 Kasım Salı günü saat 3.30 civarında karakola gidiyorlar. Polisler ilkten çok üstünde durmuyorlar olayın, çünkü bilirsiniz önceden şöyle bir prosedür vardı, en az 24 saat geçmeden… “O eskidendi ama hocam” diyerek bu kez Selim, Fikret’in sözünü kesiyor. “Ya Selim. Ben ne dedim? Ben de öyle dedim zaten. Anlatıyorum işte, bölme artık ne olursun. Konuyu dağıtmayalım.” “Pardon hocam.” “Polis olayın üzerinde fazla durmayınca ablası veryansın ediyor tabi. Sosyal medyada kız kardeşinin resimlerini paylaşıp olaydan kısaca bahsediyor. Haber oradan yayılıyor zaten. 19 Kasım, yani bu sabahki gazetelerde bu vakaya yer verdiler sayfalarında.” Kahvesinden koca bir yudum alan Derya aynı tutumuyla konuşmaya başladı. “Fikret Bey, müsaade var mı? Bittiyse tabi.” “Buyurun.” “Adnancım?” “Hocam estağfurullah, buyurun lütfen.” “Biraz önce Fikret Beyin söylediği gibi polis ilk etapta olayı dikkate almasada, ki bu aslında yanlış bir tabir. Polis olayı illaki dikkate almıştır. Bu kanundur. Fakat olayın üzerinde durulması için biraz zaman gerekir, şu an polisler bu olayı araştırıyorlar.” “Olay medyaya yansıyınca hep öyle olur Derya Hocam” diyerek sessizliğini bozdu Selim. “Selim, bir saniye, bu söyleyeceklerim özellikle senide ilgilendiriyor aslında.” “Dinliyorum hocam.” “Ben bir kesinlik var demiyorum. Tamam yanlış ifade etmiş olabilirim, ben kuvvetle muhtemelde bir kaçırılma söz konusudur diyorum. Az önce sözlerimi çarpıtan Fikret beyinde içten içe böyle düşündüğüne eminim.” “Adnan cevap verebilir miyim?” “Hocam bir saniye.” “Adnan cevap hakkım yok mu benim?” “Hocam tabi ki var da önce Derya Hocam sözünü bitirsin.” “Ben bitirdim sözümü Adnan, cevap verebilir.” “Buyurun o zaman Fikret hocam.” “Teşekkürler Adnan. 2014 yılındayız. Her taraf kameralarla dolu. Eğer ortada bir kaçırılma söz konusu ise kamera kayıtları kontrol edildikten sonra biraz daha somut verilere erişilecektir elbet…” Hayır orada kamera falan yoktu. Var mıydı? “ …Derya hanım, biraz önce bahsettiğim konuya geri dönüyoruz. Siz benimde sizinle aynı şekilde düşündüğüme emin olduğunuzu söylüyorsunuz. Fakat size su götürmez bir gerçekten bahsedeyim. Sizinle aynı fikirde falan değilim. Sizinle aynı şeyi düşünmüyorum. Ve sizin doğru olduğunu düşündüğünüz her şey doğru falan değil. Ayrıca ben burada kimsenin sözünü çarpıtmadım.” “Fikret Bey. Ben bir davranış bilimleri uzmanıyım. Neyin ne olduğunu iyi bilirim.” “Ne alakası var? Nasıl bilebilirsin ki. Yalnızca tahminde bulunursun. Ne tarz bir davranış bilimi uzmanı olduğunu da anlamış değilim gerçekten.” “Fikret Bey, benimle senli benli konuşmaktan kaçının lütfen. Ayrıca benim tahsilim ve vasfımı sorgulamak size düşmez.” Bu program benim olayımı tartışma platformundan çıkıp kişisel egoları yarıştırma moduna girdi. Televizyonu kapattım ve sosyal medyadaki yorumları okumak için telefonumdan internete girdim. Tamam da orada kamera görmedim. Kafamdaki sorulara kendimce cevap vermeye çalışıyordum. Son üç gündür bunu aralıksız yapıyordum. Benim cevaplara ihtiyacım vardı. Belirsizlik kötüydü. Belirsizlik uyutmuyordu. Belirsizlik zorda olsa daldığım uykumdan karmaşık rüyalar görerek uyanmama neden oluyordu. Yoğun düşüncelerimden kapının çalmasıyla çıktım. İyide bana kimse gelmez ki. Belki Çağatay’dır. Çağatay’ı aramalıyım. “Kim o?” “Polis.” İmkansız. Etraftaki kameralardan biri beni çekmiş olmalı. Sakin olmalıydım. Onlara hiçbir şey bilmediğimi söyleyeceğim. Hiçbir şey bilmiyorum, hiçbir şey görmedim, neden bahsettiğiniz hakkında bir fikrim yok. Bunlar olası cevaplarımdı. Kendimi toparlayıp kapıyı soğukkanlılıkla açtım. Üniformalı iki polis karşımdaydı. Biri çok kısa, diğeri çok uzun. İğrenç bir ikiliydiler gerçekten… “İyi akşamlar. Cevdet Turan sen misin?” Konuşma tarzından hoşlanmadım. “Benim. Hayırdır.” “Sana bir iki sorumuz var.” “Ne hakkında.” “Onu merkezde konuşuruz.” İkisinden de hoşlanmadım. “Ne hakkında diye sordum.” Diğer dangalak araya girdi bu sefer; “Arkadaşım gelmen gerekiyor işte, güçlük çıkarma.” “Bana kimliklerinizi gösterin.” Kimliklerini göstermek zorundaydılar. Cüzdanını çıkarıp katlanır bölmeyi açtı ve şeffaf bandajlı bölümden kimliği gösterdi. “Oldu mu koçum” dedi sinirli bir şekilde kısa boylu olan. “Olmadı koçum.” “Doğru konuş.” “Ne güzel dedin.” Uzun boylu dangalak araya girdi tekrar; “Tamam kardeşim. Bak sana açık konuşacağım. Bir mevzu ile ilgili karakola gelip ifade vermen gerekiyor. Ortada bir suçlama falan yok merak etme. Bir konuda yardımına ihtiyacımız var. Bize yardımcı olman gerekiyor. Bak kimlikleri de gösterdik.” “Ne mağlum kimliğin sahte olmadığı. Belki de öğrenci pasosudur o gösterdiğin. Cüzdandan çıkarıp göster.” Sinirlerime hakim olmaya çalıştım. Birilerinin benimle bu şekilde konuşması hiç hoşuma gitmiyordu. Kim olursa olsun, bu saatten sonra kimseye eyvallahım olmazdı. O an içimden ikisini de yok etmek gelse de bunu yapmadım. Başımı belaya sokmak istemiyordum. Birlikte karakola gittik. Yol boyunca ağzımı açıp tek kelime etmedim. İçten içe korkuyordum. Büyük ihtimalle bana psikoloğu soracaklardı. Kendi kendime olası sorular sorarak, mantıklı cevaplar bulmaya çalıştım. Durup dururken beni sorguya çekemezlerdi. Hakkımda bir suçlama olması ve bana açıklama yapmaları gerekirdi bunun için. Belki başka bir stratejiyle ağzımdan laf alacaklardı. Çok canımı sıkarlarsa, alayını silerim. Saçmalama. Bu kadar basit değil. Mantıklı hareket etmelisin. Bir seferlikte olsa, sinirlerine hakim ol. Gergin görünmem benim aleyhime bir durumdu. Onlara istediklerini vermeyecektim. Kendimi onlara yem etmeyecek kadar akıllı biriydim ben. “Buyur Cevdet Kardeş otur.” Diğer polislerin amirim dediği bu şişman adamında konuşma tarzını beğenmedim. Sakin görünmeye çalışarak oturdum ve sorularını bekledim. “Şener Ayhan senin neyin oluyor?” Aklımca ağzımdan laf almaya çalışıyordu. Şener Ayhan’ı tanıyor muyum diye sormamıştı bile. Kaldı ki bu ismi ilk defa duymuştum. Soğukkanlılıkla kısa ve öz cevaplar vermeye özen gösterdim. “Şener Ayhan kim?” “Tanımıyor musun?” “Hayır.” “Geçenlerde aramış seni galiba. Arabanı satın almak için.” İsmi Şener miymiş o piçin. Bütün bu olan bitenin o piç ile ilgili olduğunu anlayınca biraz rahatladım. “Beni kimse aramadı. Hem ben o ilanı kaldırdım. Vazgeçtim arabamı satmaktan.” “Neden.” Seni hiç ilgilendirmiyor. “Hatırası var.” “Anladım. Sen bu Şener denilen şahısla görüşmedin yani.” “Dediğim gibi ilk defa duyuyorum ismini.” Ki öyleydi. “Bu Şener dediğim şahıs bir süredir kayıp. Abisinin anlattığına göre, en son telefonda görüşmüşler, o da abisine senin arabayı almak için yola çıktığını söylemiş. Ondan sonrada kendisinden hiçbir şekilde haber alınmamış.” “Dediğim gibi. Beni kimse aramadı ve ben kimseyle görüşmedim. Müsaadenizle evime gitmek istiyorum.” “Abisiyle telefonla görüştün mü?” “Evet beni aradı ve bu konuyla ilgili bir şeyler sordu. Size söylediklerimi anlattım onada. Buna rağmen neden burada olduğumu anlamıyorum. Şu an resmen mağdur durumdayım.” “Mağdur durumda mı?” “Evet.” “Nasıl oluyormuş o.” “Evimde oturmuş, televizyon izliyor ve bira içiyordum. Siz benim bu keyfime engel olamazsınız.” Evet olamazlar. Kralı olamaz. Kimsenin suyuna gitmek zorunda değilim. Tehlikeli bir adamla konuştuklarının farkında değiller. “Kaybol ulan! Pezevenge bak. Senin keyfini sikerim.” Cevap vermek istedim. Ağzıma geleni söylemek istedim. İçimden geçenleri bir bir yüzüne vurmak istedim. Yapamadım. Orada dayak yemem olasıydı. Bu yasaktı. Ama bunu yaparlardı. Bunu hep yapmışlardır… Evden apar topar çıktığım için yanıma para alamamıştım. Uzak bir mesafeyi yayan dönmek zorunda kaldım. Memleketin polislerinin bana en ufak bir faydası olmamasından ziyade aksine zararları dokunmuştu. Polisler geldiğinde son biramı yeni açmıştım. O da ısınmış ve içilemez duruma gelmişti artık. Koltuğa fırlattığım ceketime uzanıp her zamanki yerinden kağıdı çıkardım. Bu kağıt hayatımdaki yeni bir sayfaydı artık. O an aklıma bir şey yapmak geldi. Acaba bu kağıdın yaptığını herhangi başka bir kağıt yapabilir miydi? Yazıcımdan bir a4 kağıdı çıkardım. Sonuçta hiç kimse herhangi bir nesneye kağıdı uzatıp yok ol demez. Bu neden daha önce aklıma gelmemişti ki? Belki olayın kağıtla hiçbir ilgisi yoktur. Belki diğer kağıtlarla da aynı şey mümkündür. Yazıcıdan aldığım a4 ü mundar olan birama doğru tutup aynı prosedürü uyguladım. Yok ol. Yanılmıştım. Şişe yerli yerindeydi. Sonra aynı şeyi Büşra’nın verdiği kağıtla denedim. Şişe yok olmuştu. Cevaplara ihtiyacım var. Bu merak beni kemirip bitiriyor. Kağıdı alıp incelemeye başladığımda gördüğüm şey gözlerimin fal taşı gibi açılmasına neden olmuştu. Kağıdın üzerinde birden bire bir cümle beliriverdi. Sanki kurşun kalemle yazılmış gibi. Fakat harfler teker teker çıkmamıştı. Cümlenin tamamı bir anda belirmişti. Büşra ile beraberken bu kadar korkmamıştım. Yarın akşam 6 da. Avcılar DemCafeBarBistro. Kırmızı şapka tak. Ayağa kalkıp odada volta atmaya başladım. Yarın akşam 6 da. Avcılar DemCafeBarBistro. Kırmızı şapka tak. Kendime mantıklı açıklamalar yapmaya çalışıyordum. Fakat mantık benden ve bu evden çok uzaktaydı. Olan biten her şey gene tüyler ürpertici derecede gerçekti. Hayır olamaz. O yazıyı ben yazdım. Ben yazdım ve hatırlamıyorum. Ben kesinlikle bir şizofreni hastasıyım. Tedavi olmam lazım. Bütün bu olanları kafamda canlandırıyorum. Başka ne olabilir ki!? Psikologda mı hayaldi? O siyasetçi. Birkaç saat önceki polisler. Bütün bunlar hayal mi? Annemi çok özledim. Annem gelse keşke… Çağatay’ı aramalıyım. Bir süre sonra olan biteni bir nebzede olsa sindirebilmiştim. Bir kağıt vardı ve bir şeyleri yok ediyordu. Şimdi o kağıtta bir yazı belirmişti. Olan biten hayal olamayacak kadar gerçekti. Hala cevaplar arıyordum ve bulamadıkça çıldırıyordum. Çünkü nasıl mantık yürütmem gerektiğini bilmiyordum. Neyi nasıl düşünmem gerektiğini bilmiyordum. Kendime kızdım. Keşke o psikoloğu ciddiye alsaydım. Bir konuda haklıydı. Yüz yıl önce bugünkü akıllı telefonlar hayal bile değildi. Düşünebileceğim her şeyin gerçek olma ihtimali vardı. Ve şuan yaşadıklarım rahatsız edici derecede gerçekti. Birileriyle konuşmamak için, birilerine anlatmamak için kendimi zor tutuyordum. Çağatay’ı aramalıyım. Bana inanmayacaktı. Bende ona bir gösteri yapacaktım. Sonra sorular sormaya başlardı kuşkusuz. Bu sıradan bir kağıt. Hayır. Bu kağıt sihirli. Ve o yazılar gözümün önünde yok oluyordu şimdide. Sanki biri silmiş gibiydi. Az önce yazan şeyler beynime kazınmıştı. Yarın akşam 6 da. Avcılar DemCafeBarBistro. Kırmızı şapka tak. Yarın akşam orada ne olacak? Kırmızı şapka ne alaka? Bu gecede uykuya dalmak pek kolay olmayacak anlaşıldı. Durup dururken bir yazı beliriyor, sonrada silinip gidiveriyordu. Kafamdaki sorulara cevap bulmam için yarın o saatte o kafede olmalıydım. Bu bariz. Fakat kendi kendimi sorguladım. Oraya gidecek kadar cesur muyum? Orada beni bekleyen ne? Cevaplar bulacağımı umduğum için yarın 6 da orada olacaktım. Çünkü aydınlatılmaya, oksijen gibi, su gibi ihtiyacım vardı. Fakat kendime kabul ettirmekte zorlansam da büyük bir korku vardı içimde.