"Yavrum dur! Nereye gidiyorsun?"
"Annen merek edecek kaçma!"
"Oğlum yağmur yağıyor.. ne yapıyorsun?"
Hiddetle salladım kafamı. Kesik kesik nefesler alıyor, şakaklarımdan akan yağmur tanelerini görmezden geliyordum.. Zifiri karanlığı kendine yuva belleyen sokağa adımladım hızlıca.
İnsanlar arkamdan bağırıyor, kaybolup kaybolmadığımı sorup beni durdurmaya çalışıyordu.. Kaybetmiştim evet! fakat evimi, adresimi, annemi veya babamı değil! Çocuk yaşta çocukluğumu kaybetmiştim. Dışarda top oynayamadan, mahallede volta atamadan, bakkala ekmek almaya gönderilemeden kaybetmiştim.
Çocukluk aklı işte.. bulmaya çalışıyordum o dar, o leş kokan sokakta. Bulmaya çalışıyordum gecenin dördünde, en kızgın yağmur tanelerinin altında benliğimi..
Cılız bacaklarıma lanet ederek daha da hızlı koşmaya başladım. Uzun uzun binaların altında yok oluyordu cılız bedenim. Beni aileme götürmek için peşimden koşanları umursamadan koştum. İki sokağı birbirine bağlayan, ince, karanlığa bir kere daha hapsolmuş bir sokağın yanından geçtiğim sırada bir el uzandı aciz bedenime..
Doğrudan kendine çekti beni ve susmamı işaret etti! Dışardaki yaşayan ölülerden kurtulmanın tek yoluydu burada saklanmak. Doğmaya yüz tutmuş güneşin yaydığı ışığın altında aniden gözlerimi çevirdim beni çeken bedene; Okyanusu içinde barındıran emarelerini dikmişti gözlerime..
...
Yağmurun en şiddetli olduğu, insanların kendinden kaçtığı o gece hayatımın dönüm noktasıydı. O gece insanlardan kaçmak, daha küçük yaşta işlediğim en büyük günahtı. Yağmurun her damlası şakaklarım dan boşalırken, nefesim kesiliyordu. Karanlık herkesi içine çekerken ara sokakta elimden tutup beni kendine çeken kişi, beni doğacak felaketten kurtarmış; hayatıma bir yön vermişti.