Zamanın maskesi

BÖLÜM 1: Gölgedeki Adam

7
20
47
1
Londra'nın o soğuk, sisli sabahlarından biriydi. Şehir, yorgun bir uyanışa hazırlanırken Lucien Kane her zamanki gibi erkenden uyanmış, penceresinin yanında durmuştu. Puslu sokaklarda hareket eden insanları izliyordu. Kimi işe yetişmeye çalışıyor, kimi ise sokakta ısınmaya çalışan bir köpeğin yanından hızla geçiyordu. Şehir, her zamanki karmaşık ve alışılmış hayatını sürdürüyordu. Ancak Lucien için bu sıradan sabahların bir anlamı kalmamış gibiydi. Elindeki kahve kupası soğumuştu. Dışarıyı izlerken derin bir nefes aldı ve başını gökyüzüne çevirdi. Londra'nın meşhur sisinin arasından zorlukla görünen gri bulutlar, ona her zaman kendini izole hissettiren bir manzara sunuyordu. Lucien bir süredir yalnız hissediyordu, ama bu yalnızlık garip bir şekilde rahatsız edici değildi. Onun için, yalnızlık bir kalkan gibiydi. İnsanların sürekli konuşmalarından, sorularından ve yaşam karmaşasından uzak durmayı öğrenmişti. Fakat son bir haftadır, yalnızlık bile yeterince güvenli gelmiyordu. Rüyaları... O lanet olası rüyalar, zihnini ele geçiriyordu. Eski bir saat, çatlak bir ayna, bir figür... ve o fısıltı: “Zaman seni seçti.” Rüyanın içeriği her gece aynıydı, ama her seferinde daha da gerçekçi geliyordu. Lucien, bu rüyaların bir anlamı olup olmadığını bilmiyordu. Belki sadece stresin bir sonucuydu. Belki de geçmişinden gelen bir hesaplaşma. “Hayır,” diye mırıldandı kendi kendine. “Sadece bir rüya. Hepsi bu.” --- Rutin Bir Gün Lucien, kahvesini bitirip giyindikten sonra, yavaşça Londra Doğa Tarihi Müzesi'ne doğru yola çıktı. Her gün geçtiği sokaklardan geçerken, şehrin canlılığına karışmamayı başarıyordu. Metro istasyonuna vardığında, kalabalığın içine girdi ve başını hafifçe öne eğerek bir köşede beklemeye başladı o sırada kafasında eski bir Amerikan şarkısı çalıyordu. Geçmişi hatırlatan bu şarkıyı sokaktan geçerken eski bir dükkandan duymuştu. Baya olmuştu duymayalı, neredeyse 15 yıl.. Tren geldiğinde, insanların birbirini itekleyerek vagonlara doluştuğunu gördü. Kendine bir yer bulup oturdu. Tam karşısında, yaşlı bir adam dikkatini çekti. Adam, Lucien’e dik dik bakıyordu. Gözleri derin, sorgulayıcı bir ifadeye sahipti. Bu bakışlar Lucien’i rahatsız etti, ama yüzünü başka bir yöne çevirdi. Tren birkaç durak sonra boşaldığında, yaşlı adam hâlâ onun karşısında oturuyordu. Lucien, istemsizce tekrar adama baktı. Adamın yüzü şimdi tamamen duygusuzdu. Ve birden, Lucien adamın dudaklarının kıpırdadığını fark etti. Adam sessizce bir şeyler mırıldanıyordu. Lucien, tam ne dediğini anlayacakken tren bir sarsıntıyla durdu ve yaşlı adam hızla kalkarak dışarı çıktı. --- Müzede Bir Gariplik Müzeye vardığında, Lucien’in gözü her zamanki gibi sergi alanlarına kaydı. Antika saatler, vitrinlerin arkasında sıradan ziyaretçiler için sergileniyordu. Bu saatlerden biri, özellikle ilgisini çekmişti. Altın çerçeveli, küçük bir masa saatiydi. Mekanizması garip bir şekilde farklı görünüyordu. Diğer saatlere kıyasla daha karmaşık ve daha… canlıydı. Ellen, Lucien’in en yakın arkadaşı ve meslektaşı, bir kutu taşıyarak sergiye geldi. “Hey Lucien! Yeni parçalar geldi. Sanırım hoşuna gidecek şeyler var,” dedi neşeli bir sesle. Lucien, Ellen’ın yanına yürüdü ve kutuya baktı. İçinde eski kitaplar, parçalanmış saat mekanizmaları ve tozlu belgeler vardı. Ellen, dikkatini altın çerçeveli saate çekerek gülümsedi. “Bu saat hakkında ilginç bir şey fark ettim,” dedi Ellen. “Bu saatin tarihi kayıtları yok.” Lucien kaşlarını çattı. “Ne demek istiyorsun? Bu kadar eski bir saatin hiçbir kaydı olmaması mümkün değil.” Ellen omuzlarını silkti. “Hiçbir şey bulamadım. Ama görünüşe göre bu saatin kendisi de bizim gibi gizemlerden hoşlanıyor.” Lucien, saati eline alıp yakından inceledi. Üzerindeki desenler, eski bir dilde yazılmış gibi görünüyordu, ama tam olarak ne olduğunu çıkaramıyordu. Saat, elindeyken bir anda hafif bir sıcaklık yaydı. Lucien hızla geri çekildi ve saati yerine koydu. “Bir şey mi oldu?” diye sordu Ellen. “Yok bir şey,” diye cevapladı Lucien. Ama yalan söylüyordu. Saatin yaydığı sıcaklık, rüyasında hissettiği o garip hissi anımsatmıştı. --- Gölgedeki Adam Yeniden Müzeden çıkıp eve dönerken, Lucien sokak lambalarının ışığında yürüyordu. Yağmur ince ince yağmaya başlamıştı. Caddede yalnız olduğunu düşünüyordu tam düşüncelere dalacakken arkadan gelen ayak sesleri duydu. Arkasına baktığında, sabah metroda gördüğü yaşlı adamı fark etti. Adam, birkaç metre ötede, ellerini cebine sokmuş şekilde onu izliyordu. Lucien hızlandı, ama adam da hızlandı. Sokak bir anda sessizleşmiş gibiydi; yağmur damlalarının sesi dışında hiçbir şey duyulmuyordu. Lucien bir köşe başından dönüp karanlık bir ara sokağa girdi. Arkasından gelen adamı kaybetmek istiyordu. Ama sokağın ortasında durduğunda, adamın tam önünde belirdiğini gördü. “Lucien Kane,” dedi yaşlı adam, alçak ve ürkütücü bir sesle. Lucien şaşkına dönmüştü. “Siz kimsiniz? Ne istiyorsunuz benden?” Adam, gülümseyerek ona yaklaştı. “Zaman seni seçti,” dedi -bu rüyalarında duyduğu cümleydi- ve cebinden küçük bir not kağıdı çıkararak Lucien’e uzattı. Lucien, titreyen elleriyle notu aldı. Notta bir adres yazıyordu: Blackwood Sokak, 13 Numara. Neden? bu adreste ne var neden bana verdi.. diye kafasında bir sürü soru ile yalnız kaldı. Adam bir anda karanlıkta kayboldu. Lucien, olduğu yerde donup kalmıştı. Notu cebine koydu ve derin bir nefes aldı. ---