Söz konusu hikâye, çözümü düğüme gömülmüş; serimi, ancak genç, coşkulu ve fakat başarısız bir yazarın kaleminden çıkabilecek tarzda, masumiyet kokan aşk beklentisiyle ağdalanmış; klişeye meyleden söyleyişlerle dolu, zayıf bir hikâyedir. Yazar, ana temayı sözcükleri olsun yenilemeyi beceremeden metin boyunca tekrarlamış, hikâyeyi kuvvetli bir omurga üzerine inşa edememiştir. Her ne kadar o sıralarda eline geçen her romanı okuyor olmanın verdiği edebi heyecanı bir parça yansıtmayı başarmış, aşk ve yalnızlık gibi temalarda taze sayılabilecek bir iki unsur yakalamışsa da, hepsi budur. Metinde toplumsal ya da bireysel kuvvetli bir zemin arayışı hissedilmez, daha çok şiirsel olmak isteyen bir söyleyiş egemendir.
Artık hiç de genç olmayan bu başarısız yazar bugünden bakıldığında, hikâyesinin nasıl da aptalcasına umutlu olduğunu görüp hikâyesi için değil, hayatı için acı çekmektedir. Gerçi ondan hâlâ yazar diye söz etmek de doğru olmaz, yazmayı bırakalı çok oldu çünkü. Yazmaya başladığı sıralarda iyi bir yazar olacağına dair sözgelimi 1000 olan umudunun beş yıl sonra 500'e, birkaç yıl daha sonra 250'ye, sonra 125'e, daha sonra 62,5'e düştüğünü aniden farketti ve bunun kaçınılmaz bir şekilde 31,25'e, derken 15,625'e derken azala azala 0,48828125'e; 0,244140625'e hatta 0,0152581890625'e kadar düşeceğini, bunun bir sonunun asla olmayacağını, virgülün sağındaki basamaklarının ağırlığını veya solundaki tek bir sıfırın kavranmayacak kadar büyük boşluğunu taşımanın imkânsızlığını anladı, o an kalemi bıraktı.