"Askeri darbenin en kötü günlerinde Diyarbakırlılar hapishaneden gelen işkence çığlıklarıyla sindirilmişken, Ankara'dan şehre müfettiş kılıklı bir adam gelmiş. Esrarengiz ziyaretçi kendisini havaalanından oteline götüren taksinin Kürt şoförüne Diyarbakır'da hayatın nasıl olduğunu sormuş. Şoför de bütün Kürtlerin yeni askeri yönetimden çok memnun olduğunu, Türk bayrağından baskasına inanmadıklarını, ayrılıkçı teröristlerin hapse atılmasından sonra şehir halkının çok mutlu olduğunu söylemiş. 'Ben avukatım.' demiş Ankara'dan gelen ziyaretçi. 'Hapiste işkence görenleri, Kürtçe konuştu diye köpeklere yedirilenleri savunmaya geldim.' Bunun üzerine şoför ilk sözlerinin tam tersi bir havaya girmiş. Hapishanede Kürtlere yapılan işkenceleri, canlı canlı lağımlara atılanları, dövüle dövüle öldürülenleri sayıp dökmüş. Ankara'dan gelen avukat dayanamayıp şoförün sözünü kesmiş. 'Ama az önce tam tersini söylüyordun,' demiş. Diyarbakırlı şoför de 'Avukat Bey, haklısınız,' demiş. 'İlk söylediğim resmi görüşümdü. İkinci söylediğim de şahsi görüşümdür.'"
Orhan Pamuk'un bazı kitaplarını severim ama hakkındaki eleştirilerden bazıları hiç de önemsenmeyecek gibi değil.
mobil.hurriyet.com.tr/resad-ekrem-cem...blog.milliyet.com.tr/orhan-pamuk-un-...
Bu arada Orhan Pamuk Nobel'i hak etti mi etmedi mi ya da 1915 olayları soykırım mıydı katliam mıydı tartışmalarından ayrı olarak şunu söylemek isterim ki 2005'te yapılan ve Türkiye'de büyük tepkiyle karşılanan o açıklamadan sonra 2006'da verilen o ödül siyasidir.
Etkileri illa vardır, yok diyemeyiz ama şu da bir gerçek ki Orhan Pamuk yazarlığı ile beraber Nobel'i kesinlikle hak etmiştir, belki de siyasi tarafı hiç yoktur, onun için verilen bir ödüle olumsuz taraflar bulmak yerine olumlu taraflarına, hak ettiği taraflarına bakmak bence doğru olanıdır.
Bakanlara rüşvet verilecek diye, nesiller boyu beyzadeler ve burjuvalar, ziyafetler çekecek yahut ateşin karşısında yan gelip oturacak diye, bütün bir halk, babadan oğla, kuyuların dibinde ölmekteydiler.
Bizim şu anda yaşamakta olduğumuz gibi yaşamak, kuşkusuz, budalalık. Ama yaşamımızın böyle olmasının nedeni kadın emeğinin bir hiç yerine konulmasıdır. Bu ayrıca, bugüne dek insanlığın kurtuluşu düşlerini kuran insanların bile kadının da kurtuluşu konusunu dikkate almamalarının bir sonucudur. Bu ayrıca, bu arkadaşların, erkeklik onurlarını "yemek-çamaşır-bulaşık" işlerine karıştırmamak istemelerinin, dolayısıyla da bütün bu işlerin bir yük hayvanı gibi kadının sırtına yüklemesinin bir sonucudur.
Kadının kurtulması demek ona üniversite kapılarının, yargı, parlamento kapılarının açılması demek değildir; çünkü bu durumda, kurtulan kadın ev işlerini bir başka kadının üzerine yıkacaktır. Kadının kurtulması demek onun mutfak ve çamaşır gibi insanı kütleştiren işlerden kurtulması demektir.
Güzel bir kitapti.hayata bi küçük çocuğun gözünden bakmak.ırkçılığın önyargıların birer saçmalık oldugunu göstermeye çalışan bir avukat ve olaylarin 8 yaşındaki kizinin bakış açısıyla anlatilmasi.aticus a hayran oldum, scout a ise ayri bir hayran kaldim .özellikle scott un amcasına soyledigi şu sözü çok guzeldi 'sana laf yetiştirmek istemiyorum, anlatmak istiyorum.'
Harper Lee'nin devam kitabı niteliğinde yıllar sonra yeni bir kitabı çıktı. Bu kitabın büyüsüne kapılıp hemen onu da alıp okumuştum. Benim için hayal kırıklığı oldu. Keşke ikinci kitap hiç olmasaydı da tüm karakterler bu kitapta olduğu gibi aklımda kalsaydı... Neyse, eğer alıp okumak isterseniz elbette alıp okuyun ama nacizane tavsiyem benim hatama düşmeyip öncesinde kitabı ve yorumlarını iyice araştırmanız yönünde olacaktır.
Bir yerde okuduğuma göre yeni çıkan kitap Bülbülü Öldürmek'ten önce yazılmış. Başkarakter kadının çocukluk anıları kitabın normal zaman akışındaki olaylardan daha fazla beğenildiği için direkt çocukluk anıları üzerine bir kitap yazılıp basılmış (Bülbülü Öldürmek). Keşke onunla da sınırlı kalsaydı.
Okudun mu bilmiyorum, ama okumadıysan bundan sonra yazarın "Bitmeyen Kavga" romanını okumanı tavsiye ederim. Gazap Üzümleri'nden önce yazılmış olmasına rağmen (tabi Gazap Üzümleri gibi olayı çok yönden ele alan bir kitap değil) ben sanki onu, Gazap Üzümleri'nin devamı olarak görüyorum. Gazap Üzümleri'nde anlatılan California'nın itilip kakılan, buna karşı doğru dürüst bir direniş göstermeyen işçi ailelerinin doğru örgütlenirlerse neler başarabildiğini anlatıyor bize Bitmeyen Kavga romanı.
Yok abi çay kaşığı kalsın şeker kullanmıyorum. Hem bak sağlığına da zararlı. Obezite falan. Bak Ceyda şeker kullanmıyorum. Ne kadar kuulum. Aynen canım. Evet şekeri hayatımdan çıkardım. Aynen Sevim. Hı hı. E garson alsana şu çay kaşığını!
Şeker kullanmıyorum deyip arkadaşlarına şeker kullanmamalarını telkin etmeyi sanki saklanması gereken yüz kızartıcı bir suçmuş gibi lanse etmek ne kadar doğru? Varoş mahalle girişlerindeki yabancı büyüklere "Zaten bu burada bana bir şey yapamaz" güvencesiyle saygısız bir üslupla seslenen mahalleli çocuklar gibi kendinden yaşça büyük birine "Kardeşim" diyerek hitap eden (Burada da internet ortamında olmanın verdiği güvenle) birinin kitap sitesinde işinin ne olduğunu çok merak ediyorum. Yakında alıntılara ve incelemelerin altına iletide de gördüğümüz düşük seviyeli bir mizahla "Edebiyat yapma lan" vb. cümleler yazacağından endişeleniyorum.