“Peki sizin ayrıcalığınız ne?" diye soruyor. “Çok basit.” diyorum. “Okumak, sadece okumak. Okuyan insan dünyanın aklına yaslar sırtını.O zenginlerin arkadaşları- birkaç finansçı, üç beş holding yöneticisi, üstelik içtenlikten her zaman şüphe duyulan ilişkiler içindeler. Oysa benim dostlarım dünyanın gelmiş geçmiş en akıllı, en yaratıcı insanları: Aristoteles, Platon, İbn Rüşd, Faulkner, Homeros, Nietzsche, İbn Haldun… bunları hangi maddiyatla bir tutabilirsin?”
"....Homeros 'un dizelerini Laurim 'lu ya da Edapteon 'lu bir Yunanlı gibi okuma kudretini bana kim bahşedecek ?"
Reklam
"Ben de bir şair oldum ve bir yıl boyunca kendi yarattığım Cennet'te yaşadım; Homeros ile Shakespeare'in adlarının verildiği tapınakta bir mevki elde edebileceğimi hayal ettim."
"Temiz bir kalp, zehirli dillerin bozduğunu düzeltir."
"Tanrı, ister sözlerde, ister şarkılarda, ister sahnede olsun, gerçekten nasılsa hep öyle anlatılmalıdır." "Tabii, öyle olmalıdır." "Şimdi bana söyle: Tanrı aslında iyidir, onu öyle göstermeli, değil mi?" "Elbette." "Ama iyi şeylerin hiçbiri zararlı olamaz, değil mi?" "Öyle
" Osmanlı - Bizans karşılaşmasında kim Doğulu, kim Batılıdır?" sorusu akla geliyor ister istemez. Yeni Eflatunculuğu yasaklayan Bizans mı, yoksa bu felsefeyi, yanlız onu mu, Homeros'un Truva savaşını anlattığı İlyeda destanını da tercüme ettiren Osmanlı mı Batılı bir tavır içerisindedir?
Reklam
İskender çevresine dehşet içerisinde bakıyordu; Ölüler ülkesi Hades'in böyle bir yer olduğunu hayal etmişti, o anda aklına Homeros'un dizeleri geldi: Güneş batarken ve kararırken tekmil yollar, Vardık sınırlarına derin akışlı okeanos'un, Oradadır Kimmerlerin ülkesi ve kenti, Oldum olası bol sisle ve bulutlarla örtülü, Parlak güneşi onları ışınlarıyla göremez hiçbir vakit, Ne yükseldiği vakit yıldızlı göğe, Ne de gökten toprağa döndüğü vakit. Öylece serili durur bir uğursuz gece, Bu zavallı ölülerin üstünde.
-Beni mi çağırdınız, küçük bey? - diye sordu. -Hayır, seni çağırmadım. Ama dur bakayım, senin adın Domingo değil mi? -Evet, Küçük bey, -diye yanıtladı Domingo, kendisine sorulan soruyu hiç yadırgamadan. -Peki senin adın niçin Domingo? -Bana Domingo derler çünkü. "Pekala, çok iyi,“ dedi kendi kendine Augusto; ‘bize ne ad verirlerse adımız odur. Homeros zamanında insanların ve nesnelerin ikişer adı vardı: birisi insanların taktıkları ad, öteki de tanrıların verdikleri ad. Tanrı beni nasıl adlandıracak? Peki niçin öteki insanların bana verdikleri addan başka bir ad takmayayım kendime? Niçin Eugenia’ya başkalarının, kapıcı Margarita’nın söylediği addan farklı bir ad koymayayım? Ona ne ad koysam ki?’”
Eğer Homeros'un küçük dünyasındaki Truva herşeyden önce cinsel bir dramsa;Sezar saralı ve homoseksüel ise, IX. Charles veremli ve ileri derece sinir hastası, VIII. Henri söylendiğine göre frengili, II. Katherina sadik ve şehvet delisi; XVI. Louis yarı iktidarsız ve Hitler ruh hastasıysa, o zaman tarih de, bu büyük kişilerin yaptığı şekilde cinseldir.
Pek bir şey yapmamışlar. Kitaplığı soymuşlar ama pek çabalarına değecek bir şey almamışlar. Odayı alt üst etmişler, çekmeceleri, kitapları dağıtmışlar, Alexander Pope’un nadir bulunan bir Homeros cildini çalmışlar.
Sayfa 97
Reklam
"Daha James Joyce'den beri, yaşamımızın en büyük serüveninin serüvensizlik olduğunu biliyoruz. Truva'da savaşmış olan Ulysse, denizleri dolaşarak evine döndü. Gemisini kendisi kullanıyordu ve her adada bir metresi vardı. Hayır, bizim yaşamımız bu değil, Homeros'un Odisseus'u kendi içine taşınmıştır. Kendi içinde özümlenmiştir. Adalar, denizler ... bütün bunlar, bugün kendi iç varlığımızın sesinden başka bir şey değildir."
Yanıp kül olmuş bir şatodan başka bir şey bırakmayın ölüme..
"Sıra oldu her bir ordu, başta komutanları. Troyalılar çığlık çığlığa yürüdüler kuşlar gibi, Turnalar göklere yükselir de hani, Fırtınadan sağanak yağmurdan kaçar, Okeanos akıntılarına doğru bağıra çağıra uçarlarsa nasıl Pigme cücelerine korkunç bir savaş, Ölüm, yokluk getirerek şafak vakti."
Sayfa 61 - Kum Saati YayınlarıKitabı okudu
Resim