“Varlığın ebedi kum saati sürekli baş aşağı çevriliyor, tekrar tekrar.”
“Bu düşüncenin sana sahip olmasına izin ver, o zaman ben de senin ebediyen değişeceğine söz veririm.”
“Bu fikirden hoşlanıyor musun, yoksa nefret mi ediyorsun?”
“Bu fikirden hoşlanacağın bir yaşamı yaşa.”
“Bir bahiste Nietzsche’nin tuttuğu taraf.”
“Yaşamını tamamla.”
“Doğru zamanda öl.”
“İnançlarını değiştirme cesareti.”
“Bu yaşam, senin ebedi yaşamındır.”
Ekmeğimden koca bir ısırık alıp yanaklarım şişirirken ona bakmıyordum. Bir cevap bile beklemiyordum keyfim çoktan kaçmıştı ama Barış konuşmaya devam etti
“Yüzün kızarıyor.”
“Bu da iyi değil. Hatta berbat.”
Küçük, çilli yüzüm kızardğında öyle tatlı bir pembeye bürünmüyordu.
Kıpkırmızı tuhaf bir şeye dönüşüyordum. “Ama yüzün hep benimle konuşurken kızarıyor. Bunun üstünde düşünüyordum.”
“Ne düşünüyordun?”
Rahat davranmaya çalışıyordum ama cevabını duyduğum
an öyle bir şok geçirdim ki Barış'ın bunu fark etmemesi imkânsızdı.
Elimde kocaman döner ekmeği, ağzımda çiğnemeyi unuttuğum bir lokma. Kalbimde ise kulaklarımı sağır eden bir gürültüyle karşısında kalakaldım.
“Birce, sen benden hoşlanıyor musun?”
“Ondan hoşlanıyor musun? Çünkü onun bir parça tadına bakmak isterdim. Tabii eğer sen onunla ilgilenmiyorsan.”
Hayır demek için dudaklarımı araladım ama ağzımdan tek bir kelime çıkmadı. Hiçbir şey. Ne bir hayır, ne de bir evet. Hiçbir şey.
Val fal taşı gibi açılmış gözlerle kendi etrafında dönerek omuzlarımı kavradı. “Aman Tanrım, onunla ilgileniyorsun? Onun, senin iç çamaşırını alevlendirmesini istiyorsun.”
Senden hoşlanıyor, evlat. Bunu göremiyorsan savaşta tüfekle mantar tabancasını birbirinden nasıl ayıracaksın?
Hangi savaş demiştiniz bu arada?
Kendi kafandaki savaş.
Doğru. Durum nasıl?
İlerleme kaydediyorsun, asker. Görmüyor musun?
“Onunla evlenme ihtimalin yok mu hiç?”
“Kesinlikle yok.”
“Âşık mı sana?”
“Öyle bir şey hissettirmiyor.”
“Ondan hoşlanıyor musun?”
“Pek hoşlandığım söylenemez. Biraz sinirimi bozuyor.”
"Ebedi dönüş."
"Varlığın ebedi kum saati sürekli baş aşağı çevriliyor, tekrar tekrar."
"Bu düşüncenin sana sahip olmasına izin ver, o zaman ben de senin ebediyen değişeceğine söz veririm."
"Bu fikirden hoşlanıyor musun, yoksa nefret mi ediyorsun?"
"Bu fikirden hoşlanacağın bir yaşamı yaşa."
"Yaşamını tamamla."
"Doğru zamanda öl,"
"İnançlarını değiştirme cesareti."
"Bu yaşam, senin ebedi yaşamındır."
''Oğuz'dan sadece hoşlanıyor musun? Ya da hissettiklerin daha fazlası mı?''
''Daha fazlası.''
Hızlıca verdiğim cevaptan sonra duraksayarak iç çekti. ''Çok hızlı başladınız?''
Yanağımdaki kiri elimin içiyle silmeye çalıştım. ''Çünkü vaktimiz yok.''
''İnsanlar olarak böyleyiz değil mi?'' Melodi'nin sesi kısıldı ve fersiz gözleriyle yüzüme döndü. İkimiz de yan yana, metronun ortasında yatıyorduk. ''Vaktimiz olduğunu düşerek her şeyi erteliyoruz. İyiliği, mutluluğu, sevini, sevdiğimize onu sevdiğimizi söylemeyi... Fakat zamanımızın az olduğunu bir şekilde öğrendiğimizde o küçücük zamana çaresizce her şeyi sığdırmaya çalışıyoruz. Keşke biraz içimizden geldiği gibi yaşasak.''