Bugünlük düşünebileceğim başka bir şey var mı diye baktım, aklımın sağına soluna. Yok. Peki. Zaten hayat da yetmeyecek düşünmeye her şeyi... Biz insanlar, sadece iyi bir performans gösterip öyle ölmek istiyoruz. Yoksa, başka yapacak bir şey yok!
Belki, gece yarısından sonra dönüşmüyoruz kırbaçlanmak isteyen bir hilkat garibesine ama hapsolmuşuz görünmeyen duvarlı hücrelere.
Herkesin kendine göre bir hücresi var. Bazılarınınki daha genişse, neyi değiştirir?
Mahkûm olduktan sonra hayata, fark eder mi üçe üç bir oda ya da binlerce kilometrekarelik bir ülke?
İkimiz de, yani bedenim de, zihnim de kaldırabilecekleri bütün yükü taşımışlardı omuzlarında. Kabul ediyorum, yüklerin çoğu hayaliydi. Ama benim için hayal, gerçekten daha fazla acıtacak kadar hissettiriyordu kendini.
Dünyada yardım istenecek kimse yoktu. Hiçbir zaman da olmamıştı. Gönüllü yardım kuruluşları doyuruyordu belki birkaç yüz bin kişiyi, ama duyabiliyor muydu, karnını bayat yemeklerle doldurduğu insanların haykırışlarını?..
Değişmeyi, iyi biri olmayı, hissetmeyi, sevmeyi. Hepsini isterdim. Ama istemenin yetmediğini çok erken anladım. Hiçbir şeyin yetmediğini! Dünyayla mesafeli bir dostluk kurmak zorunda kaldım. Çünkü kuşkulandım bana verdiği hediyelerden. Her şeyden! Kendimi kaybettim. Buldum.
Sorarlarsa, "Ne iş yaptın bu dünyada?" diye, rahatça verebilirim yanıtını:
"Yalnız kaldım. Kalabildim! Altı milyarın arasına doğdum. Ve hiçbirine çarpmadan geçtim aralarından..."
İstemedim hayal ettiklerimin gerçek olmadığını görmeyi. Hiçbir şeyin, birkaç dakikalığına da olsa sözümü dinleyip olduğu yerde kalmayacağını görmek istemedim.
Belki de varlıklarından şüphe ettiğim bütün duygular içimde ama onları uyandıracak olanlar ortada yok. Belki ben de normal bir insanım ama ilgilendiklerim ne bu dünya üzerinde, ne de bu yüzyılda.