"Artık çok geç." Ne çok kullandığımız bir cümle değil mi? Bazen o kadar yanlış üst üste geliyor ki içinden çıkamayacağı bir hayatı yaşarken buluyor insan kendini. Sanki neresinden tutsa
12 Eylül darbesini sonrası YÖK ve HSYK gibi kurumlar kuruldu. Çalışma alanı yasaklarla sınırlandı. DİSK kapatıldı, sendikal faaliyetler durduruldu, grev yasaklandı.
Sayfa 109 - Tarih Vakfı Yurt Yayınları·Kitabı okudu
16 Nisan 2017 tarihinde gerçekleştirilen halk oylaması sonrası kabul edilen cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, Türkiye'de yargı erkinin bağımsızlığını neredeyse tamamen ortadan kaldırmıştır.
Bu bağlamda HSYK ve AYM'ye ilişkin getirilen değişiklikler yargı bağımsızlığı bakımından çarpıcıdır. Yeni sistemde HSYK'nın adı Hakimler Savcılar Kurulu (HSK) olarak değiştirilmiştir. HSK'nın yapısı da değiştirilerek Kurul'un üye sayısı on üçe, daire sayısı da ikiye düşürülmüştür. Yapılan anayasa değişikliğiyle Kurul'un dört üyesi doğrudan cumhurbaşkanı tarafından atanmaya; yedi üyesi ise Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından seçilmeye başlanmıştır. Adalet bakanı HSK'da başkanlık statüsünü korumuş ve adalet bakanı müsteşarı da Kurul üyesi olarak kalmaya devam etmiştir. Adalet bakanı ve müsteşarının da cumhurbaşkanlığı tarafından atandığı düşünüldüğünde Kurul'un altı üyesi doğrudan cumhurbaşkanı tarafından atanmaya başlanmıştır.
Cumhurbaşkanının iktidar partisiyle liderlik ilişkisinin devamı ve Türkiye'deki aşırı disiplinli parti örgütü yapısı (Ayan Musil, 2011) düşünüldüğünde, TBMM tarafından seçilen Kurul üyelerinin de Erdoğan'ın seçtiğini iddia etmek abartılı olmaz.
AKP ile Gülen hareketi arasındaki işbirliğinin 2012'den sonra açık bir güç mücadelesine dönüşmesi yargı kurumlarına da sirayet etti. Örneğin, dönemin başbakanı Erdoğan, 17 -25 Aralık
Anayasa değişikliğinin kabul edilmesinin ardından Ekim 2010'da yargı mensupları arasında yapılan ilk seçimleri, kamuoyuna "Bakanlık Listesi" olarak yansıyan ve Gülen hareketiyle iltisaklı üyelerden oluşan liste kazandı; bakan ve müsteşarın yanında, söz konusu listede yer alan dört bakanlık bürokratı da HSYK'ya girdi ve bu isimler HSYK'daki dairelerin başkanlıklarına seçildiler (T24, 2010). Bu durum, haklı olarak, HSYK'nın Adalet Bakanlığı'ndan bağımsız olmadığı değerlendirmesine yol açtı. Hukukçu akademisyen Demirhan Burak Çelik de (2018) 2010 değişikliklerini "suiistimalci anayasacılık" örneği olarak görür ve süreçte HSYK üzerindeki adalet bakanı gölgesinin devamından yana bir tavır alındığını ve asıl amacın HSYK'yı ve genel olarak yargıyı, iktidar çoğunluğu lehine yeniden biçimlendirmek olduğunu belirtir.
Hukukun üstünlüğüne ve hükümetin hesap verebilirliğine en büyük darbe ise yargı sisteminin AKP tarafından yeniden
tasarımıyla gerçekleşmiştir. Yüksek yargı kurullarında yapılan değişiklikler sayesinde AKP, hukuk sistemini araçsallaştırarak oyun sahasının koşullarını kendi lehine olacak şekilde dönüştürmüştür. Özellikle Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) , AYM, Yargıtay ve Danıştay gibi yüksek yargı kurumlarındaki dönüşüm bu bağlamda belirleyici olmuştur.
AKP'nin ilk iki döneminde yargı kurumları "vesayet" çerçevesinde oldukça tartışıldı (Bali, 2013; Köker, 2010). Bu yıllarda AKP yetkilileri de AYM ve o zamanki adıyla HSYK gibi yüksek yargı kurumlarının bir vesayet mekanizması olarak çalıştıkları için demokrasiye zarar verdiklerini anlattılar. Bu eleştiriler 2010 referandumuna giden süreci hazırlamıştır. 2010 yılındaki anayasa değişiklikleri ile HSYK'nın bağımsız bir sekretaryaya ve teftiş kuruluna sahip olması ve kararlarına karşı yargı yolunun açılması gibi kimi olumlu adımlar atılmasına karşın, yapılan düzenlemeler sayesinde AYM ve HSYK'nın üye kompozisyonu değişti ve yargının üst kurumları AKP ve o dönem işbirliği yaptığı Gülen hareketinin etkisi altına girdi.