"Mihriban..." dedi içten bir ses tonuyla. "O lavuklarla görüşmeyeceksin. Konuşmayacaksın."
Yalpalayan adımları, onu tutan adamlara rağmen direnişleri, kızarmış gözleriyle Mihriban'a bakışları... "O Kadir ile de Ferdi itiyle de konuşmayacaksın, görüşmeyeceksin. Ne sen onların adını ağzına alacaksın ne onlar senin. Bir adım yanına bile yaklaşmayacaklar." Sözleri emir niteliğinde olsa da duruşunda bir muhtaçlık hissiyatı vardı. Mihriban duraksadı, ağzı açık bir vaziyette duyduklarını sindirmeye çalıştı. Gözle görülür muhtaçlığı Mihriban'ı derinden sarssa da Mihriban kısa bir sürede toparlandı.
"Sana ne?" dedi bağırmaya çalışarak. "Sana ne ya, sana ne?"
"Bana çok şey!" diye yükseldi Turan sarhoşluğun etkisiyle. Onu tutmalarına rağmen başı Mihriban'ın yüzüne epey yakın hâle geldi. "Tamam, biz olmayacağız," dedi zoraki bir kabullenişi dile getirir gibi. "Biz olmayacağız seninle, Mihriban." Az öncekine nazaran daha tok çıkan ses tonu Mihriban'a da bunu kabullendirmek ister gibiydi. "Bizim seninle bir olurumuz asla yok..." dedi yaralamak ister gibi. Lakin yaralanan yalnız Mihriban değil gibiydi. "Ama başkasına da gitme be." Kırık bir hâlde dudaklarından çıkan kelimeler ikisinin de yüreğine battı.
"En son dinlediğin türkü Mihriban'dı, " dedi kırık bir tebessümle. Şimdi giderken, gönlüne bağlayamadığın o saçlarımı bırakıyorum. Ben bende kalan, yüreğime dert olan yanımı bırakıyorum.