Yürüdükçe Hitler'in, Mussolini'nin, Stalin'in, Chamber-lain'in adlarını adeta havada kapıyordu. Bir masa önünden geçerken tanıdığı birinin yüksek sesle söylediklerini duydu: "Azizim, bugünkü Fransa harp edemez, yozlaşmış millet... André Gide gibi insanlar..."
"Zavallı Gide ve zavallı Fransa! Eğer Fransa harp edemezse, elbette bu Gide'in yüzünden değildir. Başka sebepleri olsa gerek!" Fakat asıl garibi, bu adamın bugün için Gide'siz bir Fransa tasavvur edebilmesiydi. Birdenbire bu kahvede bu akşamüstü her masada söylenen sözleri, savrulan kehanetleri toplayacak bir kitabı düşündü. Ne güzel bir şahadetti. "Ve sadece bu harbin başındaki -eğer olacaksa,- ruh hâletini onlarla anlatmak!" Hadiseler olup bittikten sonra, bunun kadar alâka çekici, insan düşüncesinin garabetini gösterecek bir şahadet olamazdı. "Ama sıcağı sıcağına... Meselâ bu gece yazılmalı!" Çünkü işler olup bittikten sonra, aynı insanlar bütün samimilikleriyle bu akşam düşündüklerini yazmak isteseler, araya hadiseler girdiği için aynı ruh hâlini ve düşünceyi bulamayacaklardı. "Çünkü hadiselerle beraber biz de değişiriz; ve biz değşince mazimizi de yeni baştan kurarız." İnsan kafası böyleydi. Zaman, onda daima yeniden teşekkül ederdi. Hâl, bu bıçak sırtı, hem mazinin yükünü taşır, hem de onu çizgi çizgi değiştirirdi.