Çok uzun bir yalnızlık kiralamasaydım kendime, uzun bir yolculuğa çıkardık. Ağustosun ortasında yağmur düşerdi. Sessizce ışıklar yanardı, yolları ayak izlerin çizerdi.
'Bak mana denizine' diyor! 'Denizi görüyor da dalgaların uğultusunu duyamıyorsak o zaman ilahi olanın sesini duymamız nasıl mümkün olabilir? Ay'ı ve yıldızları göremiyorsak Güneş'e, Ay'a, yıldızlara yemin eden ilahi sesi nasıl işiteceğiz? Hz. İbrahim, Allah'ı ararken önce yıldızlar, sonra Ay daha sonra Güneş'le yola çıkmadı mı? Yusuf rüyasında Ay'ın, Güneş'in ve on bir yıldızın kendisine secde ettiğini görüp o küçük yaşta aydınlanmadı mı?
Biz hiçbir şey göremiyoruz. Hayatımızı neredeyse tamamen uykuda geçiriyoruz. Sadece günü geçiriyor, gözlerimiz kapalı yürüyoruz. Doğumdan ölüme, hayatın titreşimlerini hiçbir zaman yaratmıyor, hiçbir şey bizi huşu içinde bırakmıyor.
Hayatımız sırlarla dolu; ufacık bir çakıl taşından tepedeki Güneş'e, ufacık bir tohumdan göklere değen bir selvi ağacına kadar, var olan her ne varsa mutlak şekilde sır taşır, işaret ve iz bulundurur. Fakat bizler, bu işaretleri göremiyoruz. Görebilmek için, kalbini açabilmen gerekir. Belki de kalbimizin kapıları henüz açılmamıştır, hâlen kapalıdır. Belki de penceresiz, zifiri karanlık bir zindandayızdır. Kapılarımız pencerelerimiz kapalıdır, hayatımızın keder ve karanlıkla dolu olmasına şaşmamak gerek.
Bu kör karanlık nasıl girdi hayatlarımıza? Hâlâ, 'Bir yaratıcı var mı?' diye soruyoruz. Sormaya devam ediyoruz; 'Ben kimim, niye varım?' yetmiyor, 'Ruhumuz ölümsüz müdür?' diye, soru zinciri devam ediyor. Ancak asıl soruyu sormayı unutuyoruz: 'Hayatın sırlarını görebilecek gözlerimiz var mı?'