“1848 Çalışma Hakkı’nın Çürütülmesi.”
“Bir varmış bir yokmuş” diye başlarsak söze, sanmayın ki bir masal anlatacağız size; ama bir kıssadan hisse… Zamanın behrinde ülkenin birinde bir kral varmış, tembel mi tembel (tembel olmayanı var mı ki!) imiş bu kral. Günün birinde yaptırmış koskocaman bir saray (olur iş değil, çalışanlar da varmış demek o zaman!) ve tebaasına haber salmış dört koldan: “Duyduk duymadık demeyin! Tüm tembeller gelip yaşayabilir bu yeni sarayda. Bir elleri yağda, diğeri balda olacak. Tembellerin şahı padişahımızın lütfudur, duyulmuş ola! Padişahım çok yaşa!” Çok geçmeden, bilmem kaç günlük yoldan hiç üşenmeden çıkıp gelen “tembeller”le dolup taşmış koca saray. Hangi hazine dayanır bunca yüke? Batıp gitmiş haliyle, yol açtığı enflasyonist etkiler de caba. Masal bu ya, zavallı kral bile borç bulmak için kapı kapı dolaşmaya, hatta çalışmaya başlamış. Bakmış olacağı yok, anlamak için gerçek tembelleri, kundaklayıp vermiş ateşi dört bir yandan o güzelim saraya (kendisi değil tabii, onca adamı ne diye besler yıllar boyunca!). Tembeller düşmüş can derdine, patlamış mı sana korkunç bir hengâme! Canhıraş çığlıklar, müthiş bir kargaşa, kaçan kaçana! Çabucak boşalmış o koca saray. Yok yok, öyle tamamen değil… İki tip kalmış içerde, ellerinde de birer cıgara. Biri diğerine, “Git şurdan bir ateş al da, tellendirelim bir cıgara” demiş; öbürü de “Bekle yahu, yedi aylık mısın nesin, ateş gelir birazdan buraya!” Ne mi olmuş daha sonra? O kadar da tembel olmayın canım, çalıştırın nöronları, siz getirin arkasını da…
Ayrıntı YayınlarıKitabı okudu
”Yok mu bişey!!”
Masanın etrafı kalabalıklaşır, marangozlar, mimarlar, şairler, ressamlar, tornacılar, motorcular, reklamcılar, karikatüristler ve geceye ayrı bir anlam ka tan kilitçiler, sinirli ama sakin o soruyu, yüzyılların sorusunu masaya sorarlar: — Yok mu bi şey!!! — Dönüyor mu? — İçerde yapıyorlar!!! — Yapışıyor mu? — Harman mısın?
Reklam
ORHAN VELİ’YLE AYNI KADINI SEVMİŞTİK Bu topraktan biriydi Adı Orhan Veli’ydi Elleri dost omuzunda Yaşamak kaderiydi Kendi gitti ismi kaldı yadigar.
İnatçılıkta Siddharta gibi ol Hahahaha
Odaya varıp küçük pencereden içeri baktı, Siddhartha, kollarını kavuşturmuş, olduğu yerde duruyor, çıplak baldırlarında ay ışığı yansıyordu. Yüreğinde endişe, Brahman baba dönüp yatağına geldi. Bir saat geçti, yine kalkıp geldi, iki saat sonra yine kalkıp geldi, küçük pencereden baktı içeri, Sidd- hartha’nın ayakta öylece durduğunu gördü ay ışığında, yıldızların ışığında, karanlıkta. Ve birer saat aralarla çıkıp geldi sürekli; suskun, odadan içeri baktı, yerinden kımıldamadan içerde durduğunu gördü Siddhartha’nın, yüreğine öfke, yüreğine huzursuzluk doldu, yüreğine duraksama, yüreğine acı doldu. Ve gecenin gün ağarmadan önceki son saatiydi ki, çıkıp yeniden geldi ve odaya girdi, Siddhartha’yı ayakta dururken buldu; oğlu büyümüş göründü gözüne, sanki yabancılaşmış göründü. “Siddhartha,” dedi, “niçin bekliyorsun?” “Niçin olduğunu biliyorsun.” “Hep böyle durup bekleyecek misin, sabah olana kadar, öğle olana kadar, akşam olana kadar?” “Hep böyle durup bekleyeceğim.” “Yorulacaksın, Siddhartha.” “Yorulacağım.” “Uyuyakalacaksın, Siddhartha.” “Uyumayacağım.” “Öleceksin, Siddhartha.” “Öleceğim.”
Kara kuru çocuklarımızdan, artist güzelliği barındırmayan bakımsız yavrucaklardan bir kuru tebessümü, taşın taşa sunacağı alakayı esirgiyoruz. Önceden hazır ettiğimiz öfkemizi yerli yersiz onlara sunmak için hazırda tutuyoruz adeta. Ne oldu diyorsunuz.. Hele ne oldu da yüreğin bu kadar kabardı? Meseleyi poster güzeli çocuktan buraya getirecek
Karısı “ Kapamayacak mısın şu kapıyı ? dedi. Soğuk rüzgar içerde esiyor, üşüyorum.” Oduncu da “Yüreklerin katı olduğu evde zaten soğuk rüzgârlar esmez mi ?” diye sordu.
Sayfa 154 - Yuva YayınlarıKitabı okudu
Reklam
45 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.