Cinayet işleyenlerse bunu okuryazarlığın kurduğu benlikler olarak değil, birer kabile üyesi olarak yapar.
Birinin yaşamına son vermenin düşüncesi bile günümüz toplumunun sorgulamadan kabullendiği toplumsal sınırlamalar katmanını çiğnemeyi gerektirir. Bugün nüfusun bu kadar büyük bir bölümünün o içselleştirilmiş sınırları askıya alması hepimizi düşündürmeli.
Okuryazarlığın yaptığı en önemli şey insan ile insan arasında, bir insanın yaşamı ile bir diğerinin yaşamı arasında bir bağın kurulmasını mümkün kılmak, bu bağı kurmaktır.
Çetelerin vahameti de bu bağı anonim bir cinayet bölgesine dönüştürmelerinde yatmaktadır. Çetelerle konuşan biri bir süre sonra bu insanların çete etkinliği dışında bir yaşamları olmadığı kanısına kapılır. Bir Crips üyesi Crips gibi, Bloods üyesi ise Bloods gibi davranır. Bir çete üyesi, çetenin “dışında” bireysel, kişisel bir yaşam düşünebilmek için öncelikle bu yaşamı kendi içinde bulmalıdır.
Sözlü kültürler “cinayet” kavramını okuryazar kültürden daha farklı bir şekilde kullanır. Sözlü kültürde başka birinin yaşamını “elinden almak" mümkün değildir çünkü sınırları belirlenmiş, tanımlanmış ve içselleştirilmiş bir yaşam yalnızca okuryazarlıkta bulunur. Tam olarak bireyselleşmiş, özerk bir benlik yalnızca okuryazar ya da alfabeleştirilmiş yaşamlara yol gösterir.
İşte çetelerle kabilelerin birbirine en fazla yaklaştığı nokta da budur. Toplumsal dokuda en büyük yırtık burada karşımıza çıkar. Benliğin verdiği güvenlik ve güvenceye sahip olmayan insanın ancak sapkın birtakım davranışlarla hareket etmesi beklenebilir.