Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
yaşmaya deyerese ölüm guzel
Yokluğun buz gibi soğuk Uzaklardan bir ses olmanı isterdim, bir selam, bir nefes... 'Üşüme' diye seslenmeni isterdim... Bir el olmanı isterdim, bir kol... 'Özledim' deyip sarılmanı... En karanlık yerinde düşlerimin çıkıp gelmeni isterdim kınalı bir bahar gibi, umut ışığı olmanı isterdim hayatıma... Gelseydin ve yaslasaydım başımı omuzuna,
Sayfa 457 - özlem ve ölüm
"Bir kuş yüreğinin ucuna konmuştu. Kovalamaya çalıştı. Gönlün kanatları vardı zahir, uçup uçup duruyordu söz geçmiyordu. Hangi yanımdan silkeleseler içim dışım gül kırığı, dökülüyor.."
Reklam
Benimse içim sanki sürekli her gözeneğimden dökülüyor gibidir.
Sayfa 129Kitabı okudu
İşte tıpkı mevsimin sonbahar oluşu gibi benim içim de sonbahar başlıyor. Yapraklarım sararıp dökülüyor. Etrafımdaki tüm ağaçlar yeşillerini döküyor.
Sayfa 100Kitabı okudu
sesiz suluk
Sürgün yeri bu şehir nicedir bana Göğü yabancı martıları bir başka sensiz Saçlarımı savurasım geliyor şehrin rüzgarlarına Bir nefes ben getirsin diye sana Bu şehir benim doğduğum şehir olamaz Kaçmak gitmek geliyor içimden her an Penceremin önünde yarı aralanmış bir perdenin ardındayım Arnavut kaldırımlı sokak taşlarına bakıyorum Ve uzayıp giden
Sayfa 345 - bakırköy
Züleyhanâme..
Mülteciyim vuslattan ömrümün nehrine ikinci 𝓑𝓪𝓱𝓪𝓻 vaat midir? Susuyorum artık, ciğer acımı harflere yürek sızımı cümlelere yükledim. Aldım cümle kadınların yalnızlığını dönüşü olmayan bir yola çıkıyorum, çıkınımda gözyaşlarım adımlarında sevda düşlerinin izleri gidiyorum Yusuf.. Geride Züleyhanâmemi bırakıyorum yani Aşkın Meali mektuplar. Seni
Reklam
Bütün bu sohbetler, meyve soyup yemeler, çay içmeler, vakitlice yatmalar, lavanta kokan çarşaflar iyiydi, hoştu. Ama mutluluğu andırmıyordu. Bunların adına dense dense huzur denirdi. Kişiliksiz, sıradan bir huzur. Huzur böyle sıradanlaşınca bir değeri kalmıyordu. . Bu, razı olmaktı. Hayatın getirdiklerine razı olmak, onlarla oyalanmak, hatta bir
Ölürken Milletin Hakkını Düşünenler
Asteğmen Şükrü Fuat askere yemekte pilav dağıtıldığını söylüyor ve aklını hayalini aşan manzarayı şöyle naklediyor: "Pilavın taneleri boğazıma dizildi. İçim içime sığmıyor. Biraz endişelerim de yok değil. Teselli aramak için askerlerin arasında dolaşırken manga komutanlarından Aloş'un sesini duydum. 'Kimse yere yemek dökmeyecek... Pirinç dökülüyor... Dikkat edin kardeşlerim... Nankörlük etmeyin milletin malına...' Aloş'a yaklaştım, hani biz ölüme gidiyoruz, sen pirinç tanesinin derdindesin. Galiba farkında değilsin der gibi 'Aloş haberin var mı? Bu gece süngü hücumu yapacağız!' Aloş bana döndü ve gayet sakin ve kendinden emin bir eda ile 'Bilmem mi komutanım? Bilmem mi? Geride bıraktığım 8 emanetim var. Ölürken hem ailemin, hem milletimin hakkına nankörlük edemem' Sonra ellerini kaldırdı ve 'Allahım! Yüzümüzü kara çıkarma!' dedi." Milleti için can vermeye gelmiş ama milletin bir pirinç tanesine nankörlük etmemeyi düşünecek yüce gönüller...
“Kanadı kırılmış uçamaz olmuş. Aşkın şarabını içemez olmuş. Gönül gözlerim sızlar vicdanım. Gözlerimden dolu dolu dökülüyor.”
Sayfa 61 - HubatusKitabı okudu
39 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.