Bir eylem bulmuştu bizleri; buz gibi karanlıkta, pervasızlığa gebe lanetli bir oda! Suç ve şatafatın hırçın girdabı; iyiden, iyilikten men bir hayat ve berbatlık içerisinde doğruyu anlama savaşı... içimdeki, içindeki, içlerimizdeki, yaşadığımız; korkunç yer... burası zindan!
Seni bazen unutmak,
Bazen ise hatırlamak için uyuduğum her gece,
Rüyalarda buluştun benimle.
Söylesene, bu nasıl bir kısır döngüydü?
Uyurken dahi kendini sevdirmeyi nasıl başardın.
Sen, Gece Gözlü Adam.
İçimdeki o buruk kız çocuğuna,
Şeker diye umut verdin,
Sen onu çok sevdin,Gece Gözlü Adam.
Ona gülmeyi öğrettin.
Andım olsun,kalbim seni unutmaz.
Bedenimin üzerinden tır geçse,
Kurşunlar delik deşik etse,
Ruhum sökülüp çıksa da vücudumdan,
Sen içimden çıkmazssın.
Şayet bir gün içimden çıkmak istersen eğer,
Kaburgalarım sana zindan olsun,Gece Gözlü Adam...
Ne azap dolu yıllar yaşadım.
Derdimi duvarlara anlatır.
Kuytu bir köşede ağlardım.
İçimdeki yaşam sevinçi boğulmuştu.
Hayalini kurduğum yuva bana zindan olmuştu.
Hiç bir fikrim fikrine uymuyor.
Hayat bana oyun oynuyordu.
Zalim yıllar böyle geçti.
‘İki mahkum hücre duvarına tıklayarak birbiriyle haberleşir. Onları ayıran duvar, aynı zamanda haberleşme vasıtalarıdır. Her ayrılık, bir bağdır’ demiş Simone Weil, ne güzel söylemiş. Bizi ayırdığını düşündüğümüz her şey belki de birbirimize sesimizi duyurabilmemizin bir vasıtası. Eğer aynı zindanın mahkumları olduğumuzu fark edebildiysek.
Bir sigara yaktım ve gözlerimi kapatıp çevreme baktım. Evet gözlerimi kapatıp. Çünkü çürük bir elma yemiştim vaktiyle, içim ekşimişti. Ne kadar kocaman ve kanlıydı gözleri yıllardır bana bakanların. Ağırlaşmış sular bulaşırdı ellerime,zindan kokan. Kahkaha attıkça kadınların ağızları kuyulaşırdı. Elleri birer akrep kuyruğuydu herkesin. Oysa gözlerimi kapatıp çevreme bakınca,bir yaz yağmuru yağardı,temiz,duru,sevecen. Kadınların gözleri yemyeşil olurdu,limon kokusu gelirdi burnuma. Bu da olmasaydı,yani gözlerimi kapattığımda yağan yaz yağmuru ve limon kokusu, siline siline yok olacaktım, hissediyordum. Gittikçe daha az yağıyordu yağmurum,içimdeki çürük elma tadı büyüyordu. Bu kadar korkuyla nasıl yaşadığımı,akrep kuyruklu insanların,kuyu ağızlı kadınların arasında,nasıl ve niçin yaşadığımı,kendime sık sık soruyordum.
Büyümesine rağmen çocukluğu yarım kalmış bir kızdım ben. Ben savaşırdım, ben bir şeylerle baş ederdim belki ama içimdeki o küçük kızın yabancısı olduğu, hasretini çektiği, merak ettiği şeyler çoktu.
İçimdeki boşlukta yuvalanan sıkıntı her an kabarmasa. Yalnızlık, sesime çöreklenmese. Yalnızlık - o boş zindan. Yalnızlık - sözsüz odalar boşluğu. Yalnız kaldıklarında ayakkabılar bile hisseder içlerindeki boşluğu.
Çocukluklarında yara alan anne babalar çocukları üzerinde hakimiyet kurmakta zorlanırlar. Çocukluklarında özgürce oynayamayan anne babalar,
yaşamsal önem tașıyan bu sevinci çocuklarına vermemek için çeșitli nedenler bulurlar. Ya da sporda, buz pateninde, müzikte bunu başarıya dönüștürür, bașarı zorunluluğu nedeniyle çocuğun yaratıcılığını yok