Yenilgi, Yenilgim, benim ölmez cesaretim,
Sen ve ben, birlikte güleceğiz kasırgayla,
Ve ikimiz, mezarlar kazacağız içimizde ölenler için,
Şevkle tutunacağız güneşe,
Tehlikeli olacağız!
Şu dünyayı bir yanılsama ya da gölge oyunu olarak kabul edebildiğimiz andan itibaren, başımıza gelenleri bir düş, uyumakta olmamıza güvenerek varmış gibi davranan bir şey gibi görebiliriz. Ardından, içimizde varoluşun bütün aksiliklerine, engellerine karşı keskin, derin bir kayıtsızlık uyandığını duyarız. Ölenler sokağın köşesini dönmüştür, onları göremeyişimiz bundandır; ıstırap çekenlerse, onları hissediyorsak bir kâbus, düşünüyorsak nahoş bir rüya gibi gözümüzün önündedir. Bizdeki acı da bu hiçlikten ibarettir. Bu dünyada sol yanımıza yatmış, uyumaktayızdır ve yüreğimizin bunalmış canının sesi düşlerimize kadar girmiştir.
Hepsi bu... Biraz güneş, biraz meltem, uzakları süsleyen üç beş ağaç, mutlu olma arzusu, geçip giden günlerin melankolisi, hep belirsiz kalan bilim ve bir türlü yakalayamadığımız gerçeklik... Hepsi bu - hayır, hepsi bu...
1915’in bahar ayları olacak. Yukardan, Osmanlı ordusunu bozmuş,
Rus ordusu Süphan dağının oralardan top sesleriyle birlikte köye akıyor.
Top gülleleri köyün içine düşüyor.
Güllenin biri de tam köyün ortasında büyük bir çukur açıyor.
Çukurdan sıcak sular fışkırıyor. Top gülleleri gittikçe sıklaşıyor.
Gölün içine de düşüyor. Gölden minare
Yenilgi, Yenilgim, benim ölmez cesaretim,
Sen ve ben, birlikte güleceğiz kasırgayla,
Ve ikimiz, mezarlar kazacağız içimizde ölenler için,
Şevkle tutunacağız güneşe,
Tehlikeli olacağız!
“Yenilgi, Yenilgim, yalnızlığım ve kimsesizliğim;
Binlerce zaferden değerlisin benim için,
Ve dünyanın tüm şanından şöhretinden
daha tatlısın yüreğime.
Yenilgi, Yenilgim, kendime dair bilgim ve başkaldırım,
Senin sayende bilirim hâlâ genç
ve çevik olduğumu
Ve solmuş defnelerin tuzağına düşmek
zorunda olmadığımı.
Sende, buldum kimsesizliği
Ve kaçak