Yaşayan şeylerin idealar dünyasındaki sonsuz biçimin kopyası olduğu düşüncesi çok güzeldi. Bütün çiçeklerin, ağaçların, insanların ve hayvanların "mükemmel olmadığı" doğruydu ne de olsa.
Platon'un erken dönem diyaloglarından biri olan Euthydemos, oğlunu en iyi şekilde nasıl yetiştirebileceğini düşünen Kriton ile ona bu konuda iki yol sunan Sokrates arasında geçer. İyi bir eğitim almamanın sonucunun ahlakça yozlaşma olarak kabul edildiği bu diyalogda genel olarak tartışılan, bir şeyin aynı anda hem var hem yok olamayacağıdır. Yani bir şeyi bilmek, her şeyi bilmek anlamına gelir.
Platon'un geç dönem diyaloglarından olan Parmenides'te ise birlik-çokluk temelinde tartışarak ana madde arayışı devam ediyor. Bu diyalogda Platon idealar kuramını yeniden ele alıyor ve orta dönem diyaloglarından biri olan Devlet' te ileri sürdüğü fikirleri sorguluyor.
"Bazen yaşamayı çok istersin ama tutunacak bir neden bulamazsın. Bazen ise çoktan ölmüşsündür ama tabutunun üzerine bir gökyüzü çizer ve onu izleyerek hala hayatta olduğunla ilgili hayaller kurarsın."
Aklımı toparladım ve asıl duruma odaklandım, şu an da kalmaya çalıştım. Bunun için çaba sarf etmem gerekiyor çoğu zaman çünkü geçmiş bir
Eros, doğası gereği bir şeye duyulan sevgi midir, hiçliğe duyulan sevgi mi? diye sorar Sokrates.
Aşk, nesnesi olan şeyi arzuladığına göre, hiç kuşku yok ki ona sahip değildir ve eksikliğini hissetmektir.
Aşk, insanın sahip olmadığı bir şeyin eksikliğini hissetmesi ve onu arzulamasıdır. Üstelik aşk güzele duyulan sevgi de olduğuna göre, Eros da güzellikten yoksun olmalı, yani buna sahip olmamalıdır. İyilik de güzellik olduğu için, Eros'da iyilik yoktur. Aynı şey bütün idealar için geçerlidir. Böylece Sokrates'in bir kavramı yok etmek için kabuğunu kırmayıp, içini boşalttığını görmüş oluyoruz.
Nasrettin Hoca'nın çok zarif bir fıkrası vardır: Arkadaşları Hoca'nın sokakta gözleri yerde bir şeyler bakındığını fark ederler. Ona ne aradığını sorduklarında, aldıkları cevap bodrumda kaybettiği yüzüğünü aradığı şeklinde olur. Arkadaşları haklı olarak şaşkınlıkla bodrumda kaybettiği yüzüğü niçin orada değil de, sokakta aradığını sorunca Hoca'nın verdiği cevap çok anlamlıdır: "Çünkü bodrum karanlık, sokak ise aydınlık."
Gerçekte Platon'un da buna benzer bir durumda olduğunu biliyoruz. Duyusal dünya varlığın gerekirliklerine cevap vermediği gibi bilginin elde edilmesine, bilimin yapılmasına da imkân vermemektedir. Platon bundan dolayı duyusal dünyanın karanlığı yerine akılsal dünyanın aydınlığını koymak ve bilime konu olarak onu verdirmek ihtiyacını duymuştur. Ancak Platon'un bilmek istediği son tahlilde duyusal dünya, içinde yaşadığı dünyadır. Idealar varsayımı bu dünyanın bilinmesini mümkün kılacak bir düzenek, bir çare olarak ortaya atılmış veya tasarlanmıştır.
Sayfa 274 - Bilgi Üniversitesi YayınlarıKitabı okudu