Saydıklarımız der ki; “Sabır ile dut yaprağı atlastan kumaşa döner.” Ne kadar da doğru söylerler. Keza bu Babil’de ölüm İstanbul’da aşk’ta da öyle bir şeydir. Peki doğru olan neydi. Dağ başında fütursuz bir meyve iken kazanlarda kaynayıp, ateşler de yanıp kağıt olmak mı? Yoksa üzerine kıymetli, kerametli sözler yazılan bir eser olmak mı? Hangisi
Bir uçurumun kenarındayım,
Gözlerinin uçurumunda...
Kirpiklerine tutunmuşum;
Düşsem, dudakların tutar mı beni?
Mevsim Sonbahar,
Dudakların Zemheri.
Öylesine soğuk, öylesine dondurucu...
Soğuk olan dudakların değil,
Dudaklarından dökülen sözcükler.
Saat 16:16'da düştüm ben o uçurumdan.
Sirkeci Treni'nin düdüğü çınlarken kulağımda.
Bir de son sözlerin:
- "Ya adam gibi sev, ya da şerefsizce çek git!"
Gözlerinden düşsem dudaklarına,
Sözlerin dondurur beni.
Tutunmazsam dudaklarına,
Hasretin yandırır beni.
Her halükârda bu sevda öldürür beni.
Yaşasam da, ölsem de;
Gözlerin kalacak gözlerimde.
Ben iflah olmam Uçurum Gözlüm.
Tomurcuk memeli kadınların ahı var üzerimde.
16.10.2021
Ne zaman boş bir kağıt görsem,
Adının baş harfiyle başlıyorum yazmaya.
Her satırında sen gizli cümleler kuruyorum,
Okuyanlar şiir sanacak ama
Bir ben biliyorum duymayacak bir kadına haykırış bu sadece...
Parmaklarım sızlayana kadar seni yazıyorum
Sevdiğin yeşil çaydan bir yudum alıyorum,
Sigaramdan bir duman çekiyorum ciğerime
Ve tekrar yazıyorum
Korkarım, iflah olmaz bir realistim ve aynı zamanda iflah olmak istemeyen bir realist. Fakat elime geçen her şeyi okuyabilme özelliğine sahibim. Kimi zaman tebessüm ederek, kimi zaman gözlerim büyüyerek, kimi zaman dişlerimi sıkarak, kimi zaman da akşam yemekten sonra hangi tatlıyı yiyeceğimi düşünerek... Öyle ya da böyle bir şekilde okuyorum.