Dâvud aleyhisselâmın haberlerinde yine vârid olmuş-
tur ki, Cenâb-ı Hak kendisine vahy göndererek buyurdu:
Beni sevdiğini iddia ediyorsun. Eğer beni seviyorsan dünya sevgisini kalbinden çıkart. Çünkü benim sevgimle dünya sevgisi bir arada cem olmazlar.
Ey Dâvud! Dostumla ihláslı ol, ihlâslı.. Dünya ehliyle az ihtilât et! Dinini (veya borcunu) bana havale et!
Tedai-yi efkâr, galiben ihtiyarsızdır. Onda mes'uliyet yoktur. Hem tedaide, mücaveret var; temas ve ihtilat yoktur. Onun için, efkârın keyfiyetleri, birbirine sirayet etmez, birbirine zarar vermez.
- (...) “Ruhtan size çok az şey bildirildi”; nefse Allah’tan gelen sırdır. İlk Akılda bu husus… Yokluktan Allah’ın emrini işiterek ortaya çıkan her nefs, yalnız kendi bilgisi ile değil, emirde gizli sırrın nasibi bilgisini de almakta oluşundan, “zulmet Allah’tan gayrı” ve nefs de asılda böyle, zulmetin zıddı Nur ile de ihtilât etmiş oluyor; NUR, Allah’tan gelen..."
Kadın çalışamaz ya da şu işte çalışır şunda çalışamaz şeklinde bir kısıtlama söz konusu değildir. Ancak kadın açısından, çalışmanın istenildiği ya da zorunlu olduğu durumlarda uyulması gereken bir takım koşullar vardır:
1- Tesettüre uyulmalıdır.
2- İhtilat ve halvet'ten kaçınılmalıdır.
3- Kocanın veya Veli'nin izni gerekir.
4- Meşru ve yaratılışına uygun bir işte çalışılması gerekir.
5- Ev ve varsa çocuğun ihmal edilmemesi gerekir.
Hiç mümkün müdür ki: Ölmüş, kurumuş koca arzı ihya eden ve o ihya içinde her biri beşer haşri gibi acib, üç yüz binden ziyade enva-ı mahlukatı haşir ve neşredip kudretini gösteren ve o haşir ve neşir içinde nihayet derecede karışık ve ihtilat içinde, nihayet derecede imtiyaz ve tefrik ile ihata-i ilmiyesini gösteren ve bütün semavî fermanlarıyla beşerin haşrini vaad etmekle bütün ibadının enzarını saadet-i ebediyeye çeviren ve bütün mevcudatı baş başa, omuz omuza, el ele verdirip emir ve iradesi dairesinde döndürüp birbirine yardımcı ve musahhar kılmakla azamet-i rububiyetini gösteren ve beşeri, şecere-i kâinatın en câmi’ ve en nazik ve en nâzenin en nazdar en niyazdar bir meyvesi yaratıp kendine muhatap ittihaz ederek her şeyi ona musahhar kılmakla, insana bu kadar ehemmiyet verdiğini gösteren bir Kadîr-i Rahîm, bir Alîm-i Hakîm, kıyameti getirmesin? Haşri yapmasın ve yapamasın? Beşeri ihya etmesin veya edemesin? Mahkeme-i kübrayı açamasın? Cennet ve cehennemi yaratamasın? Hâşâ ve kellâ!
Asâ-yı Mûsa
Insaflı olan kimse hak ortaya çıktığında nefsine hoş gelen şeyin yanlış çıkmasını umursamaz. Bunun dışındaki kimseler için ise sopa diri bir yılana dönüşse ve el Bembeyaz bir şekilde açığa çıksa da kendisine bir fayda vermeyecektir. bir insan Allah'ın hükmü hakkında nasıl ve neden diye sormaya başlarsa Allah onu kendi nefsiyle baş başa bırakır.
Bugün;
Hayhuyla doldurulan akşamları, uykulara gömülen seherler ve fecirler takip ettiğinde; gündüzler ruhsuz ve rûhâniyetsiz hâle gelmekte... Böyle girilen gündüzlerde günahlarla, haramlarla ve şüphelilerle ihtilât edilince de, seherlerin ihyâsı için ruhta ve bedende tâkat kalmamaktadır.
Hiç mümkün müdür ki: Ölmüş, kurumuş koca Arzı ihya eden ve o ihya içinde herbiri, beşer hasri gibi acip, üçyüz binden ziyade enva-i mahlukatı haşı ve neşr edip kudretini gösteren ve o haşr ve neşr içinde nihayet derecede karışık ve ihtilat içinde, nihayet derecede imtiyaz ve tefrik ile ihâta-i ilmiyesini gösteren ve bütün Semavi fermanlariyle beşerin haşrini vadetmekle bütün ibadının enzârını saadet-i ebediyeye çeviren ve bütün mevcüdâtı başbaşa, omuz omuza, elele verdirip, emir ve iradesi dairesinde döndürüp birbirine yardımcı ve musahhar kılmakla azamet-i Rububiyetini gösteren: ve beşeri, şecere-i kainatın en câmi' ve en nazik ve en nâzenin, en nåzdar, en niyazdar bir meyvesi yaratıp, kendine muhatap ittihaz ederek herşey'i ona musahhar kılmakla, insana bu kadar ehemmiyet verdiğini gösteren bir Kadiri Rahim. bir Alim-i Hakim; Kıyameti getirmesin! Haşri yapmasın ve yapamasın! Beşeri ihyå etmesin veya edemesin! Mahkeme-i Kübrayı açamasın! Cennet ve Cehennemi yaratamasın? Haşa ve kella!
Bir memleketin ahalisi esasen başka başka kavimlere mensup olsalar bile, aralarında ayni muaşeret hayatı devam eder ve başka memleketlerin halklarıyle o kadar çok ihtilât etmezlerse, uzun bir müddet sonra, müşterek bir harsa malik olarak bir tek millet haline girerler.
Şam diyarlarının Fakihi ve asrındaki Hanefilerin İmamı İbn Abidin Muhammed Emin b. Ömer ed-Dimeşki (1198-1252 h.) Reddu'l Muhtar ala'd Durri'l Muhtar" adlı kitabında münasebetlerde ihtilâtın haram olduğunu beyan ederek şöyle diyor: "İçinde bir çok günahları ve erkek ile kadınların karışmasını içerdiği için (haramdır)"
Belki güzel bir yüze bakan kimsenin tabiatı önce zayıf bir şekilde ona meyleder. Eğer onun arkasına düşüp tabiatın isteği istikametinde çalışırsa bakışa, beraber oturmaya ve ihtilat etmeye devam ederse, iradesi ihtiyarından çıkacak derecede meyli kuvvet bulur. Artık bu meyilden vazgeçmeye gücü yetmez.
Eğer nefsini başlangıçta men eder, meylinin isteğine muhalefet ederse bu hareketi meyil sıfatından gıda ve yiyeceği kesmek gibidir. Bu nefsin yüzüne şiddetli bir engel ve iteleyici olur. Ta ki, bunun sebebiyle zayıf düşüp kırılsın, gemlenip silinsin.