Sabitfikir’in internet sitesinde Necip Tosun’un kitapla ilgili çok güzel bir inceleme yazısı var. Oradan bir alıntıyla başlayayım: “Carson McCullers öykülerinde serinkanlı anlatım ile derinlik peşindedir. Onun öykülerinde biçim tıpkı hayat gibidir. Yazar, yansıttığı dünyada tarafsız ve geri plandadır. O sadece bize aktaracağı hayatları “seçer”.
(...)Şu küreği nasıl kullanırdı biliyor musun? Küreğin keskin nişancısıydı Ateş Baba... Açardı külhanın kapağını, ardına kadar açar, gerilere kadar çekilir, kömürü küreğe doldurur, şöyle iki elinin arasında bir tartıp külhanın ağzından üç karış öteye diye bağırır, uzaktan fırlatıp attığı kömür külhanın ağzından tam üç karış öteye düşerdi. Ne bir santim uzağa ne bir santim yakına... Gözlerimizin önünde tekrarlar dururdu bu oyunu... İki karış sağa, iki karış geriye, üç karış beriye, dört karış öteye... Sonra bizden yana döner, meslek budur oğul, derdi, küreğine böyle sahip olduğun gün, anla ki mesleğinin doruğundasın...(...)
Zweig'in gözlemciliğine, şehir yaşamının keşmekeşi içinde yakaladığı bir ipucunun peşinden giderek macera arayışına, insanı tüm yönleriyle anlama ve anlatma şevkine dair müthiş bir örnek Bir Zanaatla Beklenmedik Karşılaşma. Detaylara, olağandışı görüntülere bakarak âdeta bir dedektif bakışıyla kalabalık içinde ayırt ettiği bir adamın ne yaptığını
Ramazan’la Selami, arktan büyük potaya akan madeni, el potasına doldurarak kalıplara döküyorlardı. Bazen akan madenin cızırtılı bir sesle patlayışı irkilmelerine neden oluyordu. Sıcak sobaya dökülen su nasıl sıçrar ve patlarsa, erimiş maden de öyleydi.
Dökülmeyen birkaç kalıp kalmıştı.
Potayı çevirmeye yarayan demir çubuk, Ramazan’ın elinden
- İki ay önce, gecenin bir yarısı yine geldiler, diyor. Ortalığı dağıtıp gittiler. Ara sıra da beni takip ediyorlar. Çoğunda anlamıyorum, ama bazen göstere göstere.
Telaşlanıyorum.
- Kaç gün kalacaksın?
- En fazla iki...
- İki gün ha! Size bir türlü akıl erdiremiyorum. Evet saygı duyuyorum, ama neye yarar. Hiçbir şeyi değiştiremiyorsunuz, görmüyor musunuz bu gerçeği? Belki yüz yıl sonra olur. Biz göremedikten sonra... Sonra sen, tutturdun fabrika işçileri diye. Oysa sen, iyi bir tiyatro oyuncusu olabilirdin. Bu da bir mücadele değil mi? İşçi dedikleriniz peşinden gelse bari. Bu cahillikle baş edemezsiniz. Keşke bıraksan her şeyi...
- Lütfen hayatım, kırıyorsun beni...
Uzaklardan otonun tanıdığım, kır kır kır seslerini duyuyorum. Ağır ağır ses daha anlaşılır hale geliyor. Yatak odasının penceresi yola baktığından, telaşla,
- İşte geldiler, diyorum.
Zekiye yatıştırmaya çalışıyor beni.
- Bu saatlerde sürekli geçerler. Seninle bir ilgisi yok, diyor.
Araba tam bizim evin önünde duruyor. Hızla yataktan çıkıp, üzerimi giyiyorum. Zekiye durdurmaya çalışıyor. Telsiz sesleri... Zekiye’ye sarılıyorum. Ağlıyor. Hızla banyonun penceresine yöneliyorum. Arka bahçeden çıkıp giderken, kır kır kır... sesleri uzaklaşıyor.
Cumartesi öğle sonrası soluğu genelevde aldım. Bekârken bir iki defa gelmişliğim vardı. Eh ne yapalım, yine bekâr sayılırdım. Genelevin sokağına girdiğimde çevre seyyarcılarla doluydu. En çok da kasetçi, tarakçı, köfteci... Evler çoğunlukla iki katlıydı. Kalabalık da az sayılmazdı, ama çoğu kuru kalabalık. Parası olmayıp da bakmaya gelenerden, on
Storytel’den dinlediğim çerezlik bir kitap. Ahmet Ümit sade dili ve merak uyandıran öyküleri ile beni yormuyor, bana bir şey öğretiyor mu, pek sanmıyorum fakat terapi gibi geliyor. Hakikaten bahsini ettiğim uygulamada seslendirmeler çok iyi, kendim okusam bu kadar hoşuma gitmeyebilir. Kitap aşk temalı dokuz öyküden oluşmakta ve en güzelini en sona
Adını çok defa duyduğum bu öykü kitabı, Ayfer Tunç ile tanışma kitabım oldu. Yazardan okuduğum İlk kitabın Aziz Bey Hadisesi olması yazarin diliyle tanışmamda çok güzel bir başlangıç oldu. Ve yazarın diğer kitaplarını bir an önce okumam gerek diye düşündüm.
Öykü kitabı okumayı çok sevmeyenlere bile öyküyü sevdirecek bir kitap kesinlikle. Ben de