Geniş, aile
Ne şanslı çocuklarmışız biz! Şu anda ölüm döşeğindeki kardeşimin bile pek çok kimseden daha şanslı olduğunu düşünüyordum. İnanıyordum ki, çocukluklarını sevildiklerini bilerek geçirenler, dünyanın en mutlu, en uyumlu insanlarıydılar. Kayhan'ın çocuklarının mesela, babaları, halaları gibi gamsız ve mutlu bir çocuklukları olamamıştı. Küçücük yaşta, anneleri için endişelenen, babaları için üzülen iki yavruydu onlar. İlkokuldayken, her eve dönüşlerinde, babalarının işten eve gelişini, bir başka komşunun evinde beklemişler, arkadaş annelerinin pişirdiği kurabiyelerle beslenmişlerdi. Ana kucağı diye bildikleri, haftada üç gün yardıma gelen zenci kadının tombul kollarının arasındaydı; ana kokusu muhtemelen babalarının tütün kokulu nefesindeydi. Oysa bir de bize bakın... Okul dönüşlerinde evde anne yoksa teyze, o da yoksa, ilgiyi, sevgiyi beşe katlayıp sunan bir çift büyükanne ve dede hep vardı!
Sayfa 109 - EverestKitabı okudu
Mutluluğumdan yahut mutsuzluğumdan yana bir şikâyetim yok. Mutlu olduğum zamanlar daha dışa dönük oluyor, insanlarla çok şey paylaşabiliyorum. Hüzünlü olduğum zamanlarda içimin titreyişlerine kulak kesiliyor ve şiir yazabiliyorum. Her iki durumun da ilahi bir bağış olduğuna inanıyorum. Fazladan taşıdığımı söyledikleri beş on kilo ile aram gayet iyi. Kanser yaptığını bilsem bile günde beş altı sigara tellendirmeden edemiyorum. Bütün bunlar için ilaç almaya hiç niyetim yok. Aynen Thomas Szasz gibi düşünüyorum: Hayat çözülmesi gereken bir sorun değildir. Her gün olabildiğince akıllıca, olabildiğince bütün ve olabildiğince duyarlılıkla yaşanması gereken bir şeydir hayat. Katlanmamız gereken bir şeydir. Onun çözümü yoktur.
Reklam
Baban, Cemil Gezmiş
“Oğlum Deniz, 12 Ocak’tan beri Türkiye radyolarında ve basında banka soygunu ile ilgili haberleri büyük bir üzüntü içinde takip ediyorum. Kendi kendime bu suçun faili olup olamayacağını düşünüyorum ve bunun için çok önceleri yeniden yaşamış gibi canlandırıyorum hayalimde. Karlı bir şubat sabahı Ayaş’ta dünyaya gözlerini açtığın zaman ilk işin
Neden bir şeyler yapmak için düşünmemiz gerekiyordu ki? Bana kalırsa insan, istediği zaman istediği şeyi yapmalıydı. Ecem gibi. Ya da benim gibi istediği şeylerin olması için planlamalar yapmalı ve hayatını şansa bırakmamalıydı. Ecem'i her gün içmeye ve dağıtmaya sürükleyen şey buydu, kontrol edememek; biliyordum çünkü ondan farklı değildim
YALNIZLIĞIN YARATTIĞI İNSAN Pardösüsünün kürklü yakasını kaldırınca üşüdü mü diye baktım. Aslında soluk esmer yüzü balmumu gibi sararmıştı. – Üşüdün, dedim. Kaşını kaldırdı. Yanağındaki çıban yerinde kan yoktu. Durdum. Yüzünü avuçlarıma alıp ovaladım. – Neden böyle oldun, dedim. Güldü. Karanlığa doğru tükürdü. Başını iki tarafa şiddetle
“Demek insanoğlu, kendi kendini aşabilmeyi beceri­yor?” diye düşündü Peder Yannaros. “Hiç kuşkusuz, ama bir saat, iki saat, en çok bir gün için. Ne önemi var, bu kadarı bile yeter. İşte sonsuzluk, basit kişilerin cennet adını verdiği Tanrısal alevlenme.”
Reklam
HAVUZ BAŞI Beyazıt Havuzu'nun kenarındaki kanepelerden birine oturmuş sizi bekliyorum. Yaşını almış bir adamın yirmi yaşındaki çocuk kederlerini, sevinçlerini yaşaması ne demektir, diye düşünüyorum: Belki, bir geç olma hadisesi. Belki de bir çeşit hazları, kederleri, çocuklukları uzatma temayülü. Ama bu uzayan yaz, kışın gelmeyeceğine alamet
Hırsız
Daha gün doğmadan boyaya başladı, öğleye bitirdi. Açık, bulut mavisine boyarnıştı. Sonra başı, kıçı cilaladı. Sonra iki üç gün çalışarak sandalın başının her iki yanına ak bir boyayla güvercin yazdı... Hiç görülmemiş, bir tuhaf bir yazıydı bu. Ama okunuyordu çok uzaktan bile. Bir de yazının altına bir güvercin resmi yaptı. Bu resme ne kadar uğraştığını hiç bilmiyorum ama, böyle bir güvercin resmini dünya dünya oldu olalı hiçbir hünerli el çizernemişti. Anlatarnam. O resmi kimse de anlatamaz. Görmeden olmaz. Güvercin sandal, bir ışık ortasında kalmış, hep birden sonsuz bir ışık pusuna bulanrnış, adı sanı duyulmadık uzak ummanlara uçuyordu. Çakır artık işi gücü bıraktı. Evi barkı bıraktı, hep sandalın yanında. Hep gözleri sevgiyle dolu, sandalda.
Mutluluğumdan yahut mutsuzluğumdan yana bir şikâyetim yok. Mutlu olduğum zamanlar daha dışa dönük oluyor, insanlarla çok şey paylaşabiliyorum. Hüzünlü olduğum zamanlarda içimin titreyişlerine kulak kesiliyor ve şiir yazabiliyorum. Her iki durumun da ilahi bir bağış olduğuna inanıyorum. Fazladan taşıdığımı söyledikleri beş on kilo ile aram gayet iyi. Kanser yaptığını bilsem bile günde beş altı sigara tellendirmeden edemiyorum. Bütün bunlar için ilaç almaya hiç niyetim yok. Aynen Thomas Szasz gibi düşünüyorum: Hayat çözülmesi gereken bir sorun değildir. Her gün olabildiğince akıllıca, olabildiğince bütün ve olabildiğince duyarlılıkla yaşanması gereken bir şeydir hayat. Katlanmamız gereken bir şeydir. Onun çözümü yoktur.
Sayfa 93 - Timaş yayınlarıKitabı okudu
Cezadan önce ödül kullanın
Bir çocuk hatalı davranırsa veya itaat etmezse, ebeveynlerin cezaya başvurması yaygın bir durumdur. Sadece nadiren hatalı davranan ve bu nedenle birkaç ceza alan DEHB olmayan bir çocuk için bu doğru olabilir. DEHB'li bir çocuğun daha fazla hatalı davranması ve çok sayıda ceza alması muhtemeldir. Araştırmalar, DEHB olan çocukların
Sayfa 161 - Palme yayıneviKitabı okuyor
Reklam
Anne Sütü Mucizesi
Neslin sıhhatle devamı, aile müessesine bağlıdır ve evlatlar hiç şüphesiz, ailenin sürur kaynağıdır. Evlatlar, daha dünyaya gelişinde, her misafirden tatlı karşılanır. Hem nasıl karşılanmasın; sevmenin ateşe perde, ikram etmenin sırat köprüsünü geçmeye vesile, birlikte yemenin, kurtuluş beraatı bahşettiği evlat, anne babası için dünya nimetlerinin
Artıp koşup oynamak için dışarı da çıkmıyordum. Göğsümdeki iki tepecik gün geçtikçe büyüyor ve ben yü­rürken hafifçe sallanıyorlardı. Uzun, ince görünüşüm beni mutsuz ediyordu; göğüslerimi saklamak için kollarımı göğsüme kavuşturuyor ve arkadaşlarıyla oynarken ağa­ beyimi üzüntüyle seyrediyordum. Büyüyordum. Boyum, benden daha büyük olmasına rağmen ağabeyiminkinden uzundu. Yaşıtım olan başka çocukları da geçmiştim. Sonunda onlardan uzaklaştım ve kabuğuma çekilip kendi başıma düşünmeye başla­ dım. Çocukluğum sona ermişti. Çok kısa süren, nefes ne­fese geçen bir çocukluk olmuştu benimki. Daha farkına varmaya bile fırsat olmadan geçip gitmiş; beni, içinde on yaşında bir çocuğu barındıran bir kadının bedeniyle baş başa bırakmıştı.
51. Eyalet ve Gerçekler (uzun ama buna değer)
Jeffrey'ye bakıp yeniden oturmasını işaret etti. Kendisi de yerine geçti. Profesör, Amerika sizce de bir şekilde yolunu kaybetmedi mi? Atalarımızın dağlara taşlara kazıdığı idealler yozlaştırılmadı mı? Unutturulmadı mı? Değersizleştirilmedi mi?" Jeffrey başıyla onayladı. "Bu görüşte olanların sayısı her geçen gün
(...) bir çeyrek saat, bir bütün gün gibidir; bazen de çok daha yavaştır, hafif bir şekerleme yaptığımızı zannederiz, oysa bütün gün uyumuşuzdur. Bu durumda, uyku arabasına biner, hafızanın ulaşamayacağı, zihnin daha yarı yolda geri dönmek zorunda kaldığı derinliklere ineriz. Uykunun atları, güneşinkiler gibi, hiçbir engelin kendilerini
Önsöz
Elinizdeki kitap toplumsal Bilinçdışının süregiden mutasyonunu araştırıyor. Şu an bulunduğumuz noktadan, yani virüs salgını ve kapitalizmin felaketler doğuran çöküşünün damgasını vurduğu tarihsel eşikten gözlem yapıyorum. Bu eşikten bakınca, ufukta kaosu, tükenmişliği ve yokoluş eğilimini görebiliyoruz. Bu mutasyonun mükemmel bir özetini sunan
Sayfa 9 - Otonom Yayıncılık -1. Basım Şubat 2022, İstanbul - Kitabın Özgün Adı : The Third Unconscious - The Psycho-sphere in the Viral Age
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.