Işığın İki Yüzü adlı kitabını kendimce incelemek üzere buradayım. Heves, merak, bitmeyen heyecan ve beğenerek okuduğumu söyleyerek başlayabilirim galiba. Konusu o
Sonbahar her geldiğinde uzun uzun bakıp duruyor bir dağ başka bir dağa. Kavuşmuyor,
Bakıyor sadece. Bakıyor ve hayat arkadaşını o dağın arkasında kaybettiği geliyor aklına. İki türlü de kavuşamayacak olmasını düşünüyor belki de.
Hayır, hayat her çağda insanı zehirleyebilirdi. Vapura gelirken peşleri sıra konuşan iki fakir çocuğun geçim sıkıntısından bahsedişini duymuştu. O yaşta konuşulacak şeyler miydi?
Zavallı köylü çocuğu! Sen iki üvey ananın yavrususun. Biri demin seni döven anandır, öbürü de seni her gün döven, doğduğundan beri her gün döven yurdundur.
İki yıldız arası göğe asılı hamak...
Uyku, uyku... Zamansız ve mekansız, uyumak.
Uyumak istiyorum; başım bir cenk meydanı;
Harfsiz ve kelimesiz düşünmek Yaradanı.
İlgisizlik, herşeyden kesilmiş ilgisizlik;
Bilmeyiş ki, en büyük ilme denk bilgisizlik.
Usandım boş yere hep gitmeler, gelmelerden;
Bırakın uyuyayım, yandım kelimelerden!
Göz kapaklarımda gün, kapkara bir kızıllık;
Kulağımda tarihin çıkrık sesi, bin yıllık.
Bir yurt ki bu, diriler ölü, ölüler diri;
Raflarda toza batmış Peygamberden bildiri.
Her gün yalnız namazdan namaza uyanayım;
Bir dilim kuru ekmek; acı suya banayım!
Ve tekrar uyuyayım ve kalkayım ezanla!
Yaşaya dursun insan, hayat dediği zanla...
Necip Fazıl Kısakürek