Dokuz - Oğuzlar evvelce, Kumlançu adı verilen bir ülkede otururlarmış. Burada Tuğla ve Selenga adlı iki ırmak akarmış. Bir gece oradaki iki ağacın üstüne, gökten bir nus nütunu indi. Bu ağaçlardan biri sümü yani huş yahut kayın ağacı (bouleau), diğeri kasuk (yani Cihangüşâ’ya göre çamfıstığı, Mahmud-i Kâşgarî’ye göre fındık) ağacı idiler.
Ben o kızı sevdiğimde, içimde bir flüt sesi vardı. Bir utangaçlık, kapı kollarına, halıların nakışlarına, kurşun kalemlere, parmaklara, aralanan perdelere sinmiş bir utangaçlık, nereye gitsem, öldüren güzelliğiyle peşim sıra gelirdi. Kimdi o utangaçlığın asıl sahibi? O kuşları tereddütte bırakan heves; yanağa biriken sıcaklık; uykulara hücum eden rüya! İnsan dönüp bir bahçeye bakınca hemen görürdü, yan yana duran iki vişnenin nasıl titrediğini. Sonra ayartıcılarını gönderdi zaman, kırık kalplerin üstü bir bir kapatıldı, gülüşlere yeni bir ağız yapıldı. Yüzdeki yaralar maharetle temizlendi resimlerden. Yeni ayrılık çağı böyle başladı...
Makine-insan, Berlin ve New York Dadacılarının merkezi temalarından biriydi. İnsanlığın kaderini tam olarak makineleşmeye bağladığı düşüncesiyle, her iki kentteki Dadacı sanatçılar, oldukça sofistike bir ikonografi geliştirdiler: insan-makine melezleri, 'makine-biçimler'.
2 Temmuz sabahı, on altı ve on dokuz yaşlarında iki kız kardeş, Asuman ve Yasemin, Sivas'ta yapılacak Pir Sultan Abdal Şenlikleri'ne gidecekleri için çok mutluydular. Şenlikte semah döneceklerdi. Düğüne gider gibi gittiler Sivas'a.
Asuman olaylardan hemen önce annesini aradı.
"Semah çok güzeldi anne, hepimizin ayakları yerden ke sildi, uçtuk sanki," diyordu. Yeter Hanım, "kızım, terlemişsindir, sırtına bez koysaydın," diye telaşlandı. Bir süre önce zatürre geçirmişti çünkü. Nerden bilsin, birkaç saat sonra, kızlarının ciğerine yanmış insan eti kokusunun dolacağını.
Asuman'dan hemen sonra ekipten biri daha aradı ve abisiyle konuştu:
"Oteli bastılar, annene söyleme, otelden ayrılıp Ankara'ya gideceğiz." Dışarıda saatlerdir bekleyen kalabalık, çok geçmeden oteli ateşe verecekti zaten.
Anne haberi televizyondan duydu.
"Televizyonda altyazı geçiyor, ölü ve yaralıların isimlerini söylüyordu. Ne yapacağımı bilemedim. Eve döndük. Öldüklerini biliyormuş herkes, ama bana söylememişler. Umudumu kaybetmedim. Nasıl olsa bir fırsatını bulur, ararlar dedim. Ama aramadılar. Yasemin'im nerede, Asuman'ım nere de diye bağırdım günlerce. Duymadılar sesimi..."
Temel ihtiyaçlar karşılandıktan sonra toplumlar artı değer üretmeye başlarlar tezi, biraz tarihsel determinizmin Marksist çağrışımları olan bir yanlış okumaya dayanır; biraz da ilerlemeci tarih perspektifinin yansımasıdır. Çünkü modern arkeoloji ve antropoloji ısrarla toplumların ilkel imkânlarla başladıklarını, daha sonra gelişmiş seviyelere ulaşarak alet edevat, teknik, sanayi vs. ürettiklerini anlatır.
Dolayısıyla bu hikâyeye göre ilk insan, ilkel bir insandı, insanlık serüveni de ilkellikten karmaşıklığa doğru yol alıyor.
Bu okumada insanın dini inanç ve ibadet mertebesine gelmesi bütün temel ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra olması gereken bir şeydi. Ama Göbeklitepe bu tezi tersine çevirdi. On iki bin yıllık tarihi olan bir dini ibadet mekânı ortaya çıktı.
Plotinos'un evreninde iki hareketin var olduğunu görmekteyiz: Bunlar biri yukarıdan, Bir' den, birlikten aşağıya, çokluğa, çok olana, duyusal-fiziksel dünyaya inen hareket, diğeriyse bunun tersine olarak aşağıdan, Ruh'tan yukarıya, çokluktan birliğe doğru giden harekettir.
Birinci hareket bize ezeli olarak aşkın ilkesinden, İlk İlke'den, Bir veya Tanrı'dan çıkan canlı gerçekliğin düzenli yapısı ile ilgili akılsal bir açıklama sağlar ki, buna Plotinos'un felsefi tasarımı diyebiliriz.
İkinci hareket ise varlığın veya gerçekliğin her aşamasını yaşaması ve onda etkin olması mümkün olan bireysel insan ruhunun, birbirini izleyen sürekli bir arınma ve yükselme süreci sonunda evrenin ilkesi olan İlk ilke'ye ulaşıp onunla birleşmesi ve böylece kendisi için mümkün olan mutluluk ve kurtuluşa erişmesinin yolunu gösterir ki, buna da Plotinos'un dinsel tasarımı diyebiliriz.
Sayfa 89 - İSTANBUL BiLGİ ÜNİVERSİTESİ YAYlNLARIKitabı okuyor
Hayatımızın sorumluluğunu almak !Sorumluluk ve özgürlük aynı madalyonun iki yüzüdür. Seçimlerinin sorumluluğunu almayan insan, tutsaktır, asla kendi içinde özgürleşemez. İçsel özgürlüğü olmadığı için çevresindekilere bağımlı kalır, bağımlı olduğu için de aşağılık ve değersiz hisseder. Niye böyle şeyler yazıyorum bende bilmiyorum
Evet, şimdi iyice anlıyorum, iki durum olasılığı var, insan ya bunu ya da şunu yapabilir, benim samimi fikrim ve dost tavsiyem şudur; yap ya da yapma, ikisine de pişman olursun.
bazı yerlere hiç dönülmez bazı çağlara
eskitir insanı hep aynı adımı yürümek
oysa ne kadar biçimli bir evin şehveti
koltukların hafızası masaların ayıp yeri
adam ünlem
kadın soru işareti
herkesin bir dağı var herkesin bir tunç devri
akşama kadar hitit sabaha kadar truva
uykular leopara benziyor rüyalar benek
yeni olanaklar: kiremitleri öpen