Açık saçık iki laf söylemeye imkan yok, derhal çehreler değişiyor ve birisi kulağıma eğilerek: “Bırak bu lafları Allah aşkına, ortalığı düzeltmek sana mı kaldı?” diyor. Ortalığı düzeltmek bana kalmadı ama, memleket ahvaliyle alakadar olmaktan bu kadar sersemce bir çekingenlikle kaçan bu adamlar artık bende nefret uyandırmaya başladı. Bilhassa: “Hakkın var, var ama, bunları söylemenin sırası değil!” diye beni candan ikaz etmek isteyenlere müthiş sinirleniyorum. Fikirlerime itiraz etse, nihayet düşündüğünü söylüyordur ve fikirler bir dereceye kadar hürmete layıktır. Fakat bana: “Doğru düşünüyorsun ama, bunları söyleme!” diyen adam adeta namussuzluk tavsiye ediyor demektir ve bu sersemler bunun farkında değil. Başkalarının malına, canına, karısına hürmet etmeyi bilen bu adamlar -tabii yalnız sözde- bunların hepsinden daha kuvvetli ve mühim olan fikirlere, kanaatlere hürmet etmeyi bilmiyorlar. Bunu lüzumsuz, manasız buluyorlar. Hatta birçokları için bir fikir ve kanaat sahibi olmak yalnız lüzumsuz ve manasız değil, aynı zamanda tehlikeli ve ayıp bir şey, muayyen fikirleri olan, yani kendisine düşünmek için kafa verilmiş olduğunu unutmayan bir adama cemiyetin sükunetine bomba koymaya gelmiş bir anarşist nazarıyla bakıyorlar.
Kızılderililerin topraklarını satın almak isteyen Beyaz Adam'a karşı çıkanlardan biri de, Cayuse kabilesinin reisidir: "Toprağın bir şey söyleyip söylemediğini, bu işe şaşıp şaşmadığını merak ediyorum. Toprağın şu konuştuklarımızı dinleyip dinlemediğini merak ediyorum. Toprağın üzerinde olup bitenleri görmek için dile gelip gelmeyeceğini merak ediyorum." Prof. İhsan Ketin, Kuzey Anadolu fay hattını bulur ama, yer kırığının geçtiği bölgelerde yapılaşmanın çok tehlikeli olduğunu anlayacak bir politikacı bulamaz. 12 Eylül darbesinin ardından, kapitalizm atlarının koşulduğu ülkenin sırtında bir kamçı gibi şaklayan "Özalizm"in, imar yetkisini yerel yönetimlere vermesiyle de fay hattında yapılaşma şaha kalkar. Ama, Kızılderili reisin dediği gerçekleşir ve toprak, üzerinde olup bitenleri görmek için 17 Ağustos 1999 tarihinde, saat 03.02'de dile gelir! Deprem sonrasında bir iki müteahhit günah keçisi olarak gösterilip cezaevine konur. Cinayetin asıl sorumlusu olan, bilimin gereği olarak insana yaraşır bir yaşam sunmak yerine, çıkar çevrelerinin para hesaplarını kollayan siyasetçiler ise ellerini kollarını sallaya sallaya yıkıntılar arasında gezinirler ve "yaraları sarma" sözü verirler. Oysa yara dışardan sarılır, yaşanılan ise büyük bir iç kanamadır.
Sayfa 155Kitabı okudu
Reklam
Çivili yataktan bahsediliyor :)
"Eee, sadece küçük bir soru, merak ettim de. Nasıl oluyor da, on beş bin çivili model, iki yüz çivili ve üstelik çok daha tehlikeli olandan üç kat daha ucuz olabiliyor?" Adam sanki pek anlamamış gibi, gözlüklerinin üze­rinden süzdü onu. -Sanırım sorumu pek anlayamadınız," diye devam etti Fakir. "Hangi aptal çok daha pahalı, çok daha rahat­sız ve üstelik çok daha tehlikeli bir yatağı alır ki?" "On beş bin çiviyi levhanın üzerinde işaretlenmiş on beş bin deliğe geçirmek için bir hafta harcadığınızda artık kendinize bu soruyu sormayacaksınız mösyö ve de daha pahalı, daha rahatsız, daha tehlikeli olan iki yüz çivili modeli almadığınıza kesinlikle pişman olacaksınız. İnanın bana!"
Sayfa 31
İlk babalık heyecanı :))
Çocuk, 'Be -ba," gibi anlamsız sesler çıkardı.... Bir zamanlar kimseyi beğenmeyen Nazmi, bu seslere hayrandı. Anlattığına göre, Behçet'in oğlu daha iki sesi bir araya getiremiyordu. Bu çocuk muhakkak büyük adam olacaktı.
Sayfa 419 - İLETİŞİMKitabı okudu
Bizanslılar düşerken Latinler (İtalyanlar) yardım etmek istemediler, dahası, yazarın da belirttiği üzere şöyle düşündüler:“Müdehale etmeyelim, Türkler Çargrad’ı alsınlar, sonra biz de bu kenti onlardan alırız”. Böylece hiçbir yerden yardım gelmedi. Sadece bir Cenevizli, Prens Giustiniani, yanına 600 asker alıp iki gemi ve iki kadırgayla Bizans’a yardıma yetişti. Prens, denizde dolaşan padişah gemilerinin arasından gizlice geçerek İstanbul surlarına yaklaştı. Konstantin onu önceden de tanıdığı için gelmesine çok sevindi, saygıyla karşıladı ve ona 2000 adam verilmesini emretti. Prens Giustiniani İmparator’dan en tehlikeli yeri istedi ve orayı o kadar cesurca ve korkusuzca korudu ki, Türkler oradan geri çekilmek zorunda kaldılar ve bir daha bu bölgeye uzun süre yaklaşamadılar. Prens, aynı zamanda surları dolaştı ve Bizans askerlerinin morallerini yükseltmeye çalıştı. Onlara Tanrı’dan umut kesmemeleri gerektiğini hatırlattı.
"Dinleyicilerin ruhunu okşamadan sadece çok konuşan sadece karşıt duygular uyandırır. Karşıtlık, iki yüzlülük sohbeti tatsızlaştırır. İnsanların kişiliklerini en iyi yansıtan şey gülünç bulduklarıdır.. Duygulu insan gülünmeyecek yerde de güler. Anlayışlı adam her şeyi gülünç bulur, kurnaz adam ise hiçbir şeyi gülünç bulmaz. Yaşlı bir adam genç kızların peşinde koştuğu için ayıplanır ve o da şöyle der: -Bu davranış gençleşmenin tek yoludur. Gençleşmeyi de kim istemez? Kusurlarımız söylendiği, cezalandırıldığımız, bundan dolayı acı çektiğimiz zaman dayanıklı oluruz. Kusurlarımızdan vazgeçmek zorunda kalırsak kızarız. Birtakım eksiklikler bireyin yaşantısı için gereklidir. Eski tanıdıklarımız özelliklerini kaybetseler hoşumuza gitmez. Bir insan alışkanlıklarına aykırı bir iş yapacak olsa onun öleceği söylenir. Hangi kusurlarımızı saklayabiliriz? Ancak başkalarını incitmekten çok okşayan kusurlarımızı. Tutkular şiddetlenmiş eksiklik yada üstünlüklerdir. Eski bir şey yandığı zaman onun külünden hemen yeni bir şey çıkar. Büyük tutkular umutsuz hastalıklara benzer. İyileştirecek şeyler onları daha tehlikeli bir duruma getirir. Tutku, itirafla ya hafifler yada güçlenir.."
Reklam
699 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.