Yıl 1879...
"Yıl 1879, çıkarılan kararnameyle, tuz ve alkollü içkilerin gelirleri YABANCI BANKERLERE bırakıldı. Memleketin kasasında kara kuruş kalmadığı için boğazımıza kadar borca batmıştık. Ödememiz lazımdı. 1883'te ise yetki Düyûn-ı Umûmiye'ye geçti. 1932 de nihayet millileşmişti. İki yıldır kendi ürettiğimiz içkinin vergisini, kendi devletimizin kasasına ödüyoruz." Not : TEKEL, Türkiye Cumhuriyeti'ne ait tütün, alkollü içki ve tuz şirketiydi. 2008 yılında özelleştirilerek British American Tobacco'ya satıldı ve sigara, şarap, likör ve diğer ürünlerde ticari marka olarak üretimi durduruldu. 2009 yılında ise fabrikaları kapatıldı.
Sayfa 166Kitabı okudu
Dilimizin önemiyle ilgili bir şey anlatmak istiyorum. Normalde çok muhteşem bir dilimiz var. Türkçe olsun, Azerice olsun vs. Nereye çekersen çek güzel bir anlam kazanıyor. Küfretmeden küfür etkisi yapabilecek kelimeler bile söyleyebilirsin. Ama şu var hatta geçende gördüm. Türkiye'ye taşınmış iki İranlı konuşunca biri gevelese bir şekil yanında ki anlıyor ben yıllarca bu toplumun Türkçesini anlamıyorum.
Reklam
Konya Mevlâna Dergâhı'nın başına I. Abdülhamid'in sadrazamı Şahin Ali Paşa'nın (v.1203/1789) atamasıyla gelmiş olan 22. Çelebi el-hac Mehmed Efendi'nin[1] (v.1230/1815) 3. kuşak torunu olan Konya Mevlâna Dergâhı'nın 28. Çelebisi II. Abdûlhalîm Efendi’nin (v. 12 Ekim 1925 / 24 Rabiulevvel 1344) Çelebi makamına ikinci kez
Sayfa 178 - Mustafa İzzed Abdülbâki Gölpınarlı (v. 25/08/1982), İnkılap Yayınları, İstanbul 1983, s. 178-181.
Mustafa Kemal Paşa’nın Türkiye konusunda üzerin­de en çok durduğu şey, onun bağımsızlığıdır (istiklâli). Türk gençliğine hitabesinde ‘Muhafaza ve müdafaa’ mecburiyetinden söz ettiği iki şeyden birisi (ve birincisi) Türk İstiklâli’dir. 1919 Mayısı’nda, ne diyor: “Türk’ün haysiyet ve izzetinefis ve kabiliyeti çok yüksek ve büyük­tür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa mahvolsun ev­ladır. Binaenaleyh, ya istiklâl ya ölüm!”
Sayfa 73 - İş Bankası Kültür Yayınları
"Doktor Asım: - Atatürk'ü istasyonda gördüm, dedi. Doktor olarak durumunu beğenmedim. Arkadaşları da burnunun kanadığını söylediler. Ben kanamanın burnundan olduğunu sanmıyorum; görünen duruma göre, bir karaciğer kanaması olması akla daha yakın. Eğer böyle ise, durum vahimdir, dedi. Dünya başıma yıkıldı sandım. Geceyi güç geçirdim. Sabahleyin erkenden Çankaya'ya gittim. Odaya girince bana gülümseyerek baktı ve: - Hayrolsun, ne var? diye sordu. - Hastalığınızı merak ediyorum, dedim. Yorulmanızdan endişe ediyorum. Bana iki yabancı uzman tavsiye ettiler. Çok yetkili kimselermiş. Eğer izin verirseniz, kendilerini Türkiye'ye davet etmek ve sizi görmelerini sağlamak istiyorum. Bunu ricaya gelmiştim. Kaşlarını hafifçe çattı. Biraz düşündü. Böyle bir davetin politik tesirlerini hesapladığı belli idi: - Ortalıkta, Hatay meselesi var. Hastalığım dışarıda duyulursa iyi olmaz ... Bu noktayı değerlendirmek lazımdır. Sen Neşet Ömer'le konuş. Burada zaten Tıp Kongresi yapılıyor. Gelip bir muayene etsinler. Bakalım onlar ne diyecek? Sonra düşünürüz, dedi."
"Bitmeyen Kavga", İsmet Bozdağ, sayfa 180Kitabı okudu
Ben bu üzgün toprağı seviyorum, onun altında yatan ölüleri, üstünde yaşayan dirileri seviyorum. Bu toprağı kucaklayan bilgeliği seviyorum. Türklüğümü seviyorum. Milletimi sevmek konusunda kendimi kimseden ileride veya geride görmüyorum. Bu topraklarda bir silkiniş olacaksa eğer, korku siyasetleriyle, birbirimizi boğazlayarak olmayacak. Açılarak, kendimize güvenerek, kendi eksikliklerimizle yüzleşerek olacak. İki Türkiye'den ilki ömrünü tamamladı. Artık ikincisine bir şans verme zamanı.
Sayfa 239Kitabı okudu
Reklam
1.000 öğeden 981 ile 990 arasındakiler gösteriliyor.