Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Birkaç yıl önceki unutulmaz bir polemikte Gore Vidal, Amerikan Yahudi Komitesi yayın organı Commentary'nin ikinci editörü Norman Podhoretz'i Amerikalı olmamakla itham etti. Kanıtı ise, Podhoretz'in "Cumhuriyetimizi etkilemeye devam eden tek büyük trajik olaya", İç Savaş'a, Yahudilerin kaygılarından daha az önem atfetmesiydi. Ancak Podhoretz, belki de kendisini itham eden adamdan daha Amerikalıydı. Amerikan kültürel ortamının merkezinde artık "Eyaletler Arası Savaş" değil, "Yahudilere Karşı Savaş" yer alıyordu. Pek çok üniversite öğretim üyesinin de tanıklık edebileceği gibi, üniversite öğrencilerinin çoğu İç Savaş'ın değil de Nazi holokostunun hangi yüzyılda yapıldığını ve kaç kişinin öldüğünü daha iyi bilmektedir. Aslında, bugün üniversite dersliklerinde yankılanan tek tarihsel olay, Nazi holokostudur. Anketler, Amerikalıların çoğunun Holokost'u, Pearl Harbor baskınından ya da Japonya'ya atom bombası atılmasından daha iyi bildiğini göstermektedir.
Üniversitelerin oluşumu:
On birinci yüzyıla dek entelektüel yaşam "manastı­ra ait" okullada sınırlıdır. Buralardaki sessizlik kültürü edebiyat pratiğinin taşıyıcısı olmuştur. On ikinci yüzyılın özgür kent devrimi bir başka tür eğitim sisteminin zaferi­ni yüceltmiştir. Bu, "papaz" ya da "piskopos" okullarıdır ve bunların yapısı şehir ve katedral merkezleridir. Artık manastırın itaat kuralının bağlamadığı "ruhban"ların yeni sınıfiarına açık olan bu "katedral okulları" dil sanatlarıyla ilgilenme riskini göze alırlar. Önce dilbilgisi (Orleans, Chartres), ardından "diyalektik." Şehirleşen kültür zaman içinde yaygınlaşırken "mektepli" (scolasticus) figürü, ar­dından da "öğretmen, usta" figürü, dinleyici kitlesi toplar ve onların dikkatini çeker. Sonuçta, bütün Hıristiyanlığın sürgün toprağı (terra alinea) olan Paris, bütün bu kişileri kesin olarak toplarken, Oxford da yavaş yavaş ortaya çı­kar. Bu gruplaşmadan (consortium) üniversite doğar.
Reklam
YEŞİL RENKLİ NAMUS GAZI OPERASI «Hasan Âli Yücel, bu hikâyeyi oyun olarak yazmamı önermişti. Hikâyemi Yücel'in anısına adıyorum.» Uvertür Dünyanın tarihi iki milyar dörtyüz milyon yıllık deniliyor. Benim bitmemiş tarihim, şimdilik elli yıllık. Kelebeğin tarihi bir günlük. * Arkeologlar yeraltında yeni bir kent buldular. Bu kentte birçok
Çok Partili klasik parlamento rejimlerinde idare, milletin iradesidir. Ama memleketi millet idare etmez. Bir avuç insan idare eder. Bu bir avuç insan, milletin parlamentoya gönderdiği insanlar, yani parlamentodur. Ama parlamento soysuzlaşırsa? Ya parlamentonun iler tutar yeri kalmazsa? Ya parlamentoda bizzat iktidar partisi, meclis üstünde meclis, hükümet üstünde hükümet demek olan Tahkikat Encümenleri kurar ve muhalefeti fonksiyon dışı kılarsa? Ya halk fiilen ikiye bölünmüş olur, kahvelerini camilerini bile birbirinden ayırırsa? Ama bu kadar mı ya? Ya aydınlar? Ya üniversite? Ya ordu? Ya basın? Eğer ya bütün siperler ve dayanaklar kaybedilmişse? O zaman bir ülke, ne kadar bahar içinde olursa olsun, tarlalar ne kadar yeşerirse yeşersin, barajlar, fabrikalar ne kadar yükselirse yükselsin, o ülke sıhhatli olsa da, nizam hasta demektir. Demokratik parlamento idarelerinde ise demokratik ihtilal, tarlalarda, fabrikalarda değil, bu nizamın içinde, yani parlamentoda ve onun yan müesseselerinde olur. Nitekim o günlerde Türkiye bu haldeydi. Yani tarlalar yeşeriyor, ama parlamento itibarının ve fonksiyonunun yüzü, gittikçe sararıyor, halsizleşiyordu. Ve bu neticede iktidarın, elbetteki büyük taksiratı vardı…
Sayfa 423 - Remzi Kitabevi
Başgil'in kitaplarını basıp beleşe niye dağıtıyorlar
Cumhuriyet, inancı ve ibadeti serbest bırakmıştı. Namaz kıldığı için tek kişi suçlanmadı. Camiye gitmek kimseye suç sayılmadı. Camiler daima açık kaldı. Din ve itikat, zaten dinin kabul ettiği gibi, Allah'la kul arasında bir iç bağlantı olarak kaldı. Halbuki nice yıllar sonra bir üniversite profesörü, yani Ali Fuat Başgil, hem de yabancı ülkelerde yayınladığı Fransızca kitabında (27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri) Cumhuriyet devrinde Türkiye'de müslümanların camilere korkarak ve ancak iki taraflarına bakıp kimseler görmeden girmeye çalıştıkları yazacaktır.
Sayfa 175 - Remzi Kitabevi
Aşağıdaki yazı, 1312 [m. 1894] senesinde, Almanyada Würzburg şehrinde neşr edilmiş olan ve Prens Salvator, Prof. Graus, teolog Kirchberger, baron von Bibra, Bayan Threlfall tarafından hâzırlanan (Spaneien = İspanya) ismindeki eserden alınmışdır: (İspanyada en mühim şehrlerden biri, Cordoba (Arabca ismi: Kurtuba)dır. Bu şehr, Arab Endülüs
Sayfa 385 - Hakikat KitabeviKitabı okudu
Reklam
Bir iktidar eğer Anayasaya karşı ise, o iktidar, meşruiyetini yitirmiş olmaz mı? Ve ne kadar düşündürücüdür ki D.P. 27 Mayıs'ta Anayasayı çiğnediği ve böylece de meşruiyetini yitirdiği sebepleri ile devrilmedi mi? Bu devrilişin hemen ertesi günü Üniversite İlim Heyeti, bunun böyle olduğuna, yani iktidarın meşruiyet ve kanun dışı kaldığına dair ve hiçbir iktidarın sağlayamadığı bir üniversite fetvası sağlayarak, ihtilali meşru kılmadı mı? Yani bu ihtilale, bir milletin direnişi şekli verilmedi mi?
Sayfa 163 - Remzi Kitabevi
Üniversite
Eğitim bakanı M. Necati Bey bakanlığının bütçe görüşmeleri sırasında şöyle diyecekti: "Üniversite doğrudan doğruya bağımsız bir kurumdur. Milletin manevi gücünün temsilcilerinden biridir. Kabul etmek gerekir ki üniversite denilen kurum, doğrudan doğruya Eğitim Bakanlığının buyruğu altında bir kurum değildir. Eğer gelişigüzel herhangi bir kişi üniversite kurumuna 'şu biçimde, bu biçimde davranın' diye kuyruk kıracak olursa, orada üniversite yok demektir. "
Kampüs: Cemaatleşmenin 'Keşif Kolu' Üniversitelerin şehir dışında, kendi içlerine kapalı kampüslere taşınması ilk ağızda iyi bir şeymiş gibi görünse/pazarlansa da, aslında üniversite konseptine en aykırı olan şeydir. Şehir dışına kurulan kampüs, aslında Amerikan icâdı, amerikangil bir moda. Ön plana çıkması, İkinci Dünya Savaşı
Aclan Sayılgan ve Mehmet Uçum gibi Solcu Döneklerden İnciler
İkinci Dünya Savaşının son yıllarında ise, bilhassa Ankara’da geniş bir faaliyet alanı bulan komünizm, Nazım Hikmet’in faaliyetini ikinci plana attı. Nazım Hikmet’e gelene kadar komünizm Rus İhtilâlinin propaganda gücünden faydalanan bir moskof davranışı idi. Haliyle taraftar bulamadı. Nazım Hikmet de şiir san’atının sihirli gücüyle genişçe bir sempatizan grubu topladı. Fakat asıl teşkilâtlanma ve tehlikeli yayılma Ankara Üniversitesindeki bazı profesörlerin davranışları ile belirdi. Nazım Hikmet komünizmi, duygu ve heyecandan öte gitmiyordu. Nazım Hikmet’e gelene kadarki ise, antipatik moskof maskesini bir türlü atamamıştı. Ankara Üniversitesindeki bir kısım hocaların reorganizasyonu ile işin mahiyeti değişti. Komünizm bu sefer ilim cüppesini giyerek, Üniversite kürsüsünden sesini duyurmaya başlamıştı. Okurlarım, Dil-Tarih Coğrafya Fakültesindeki komünist Hocaların faaliyetinden söz açtığımı farketmişlerdir. Bu kimseler önem sırasına göre şunlardı: Muzaffer Şerif Başoğlu, Behice Boran, Pertev Naili Boratav Niyazi Berkes, Mediha Berkes.
Sayfa 33
Reklam
İsmet Özel'den İki Hatıra
Bir arkadaşım anlattı: İmam-hatip son sınıftayken, belediye otobüsünde İs- met Özel'i görmüş. Konuşup konuşmama konusunda tereddüt ederken, aynı durakta inmişler. Bunun üzerine arkadaş cesaretini toplayıp sohbeti başlatımış. Laf, okul dan sonra hangi mesleği seçeceğine gelmiş. Arkadaş "si- nema-televizyon okumak istiyorum" deyince, İsmet Özel küfürlü bir ifade kullanıp sinirli bir şekilde sohbeti sona erdirmiş. Ayrılmışlar. Aradan bir sene kadar geçtikten sonra, arkadaş, bu kez sinema-televizyon bölümüne başlamış bir üniversite öğ- rencisi olarak İstiklal Marşı Derneği'ne uğramış. Konuşur- ken, dernekten bir yetkili, "Haaa, İsmet Abi'nin bahsettiği sensin demek!" demiş. Bu kadarla kalsa yine iyi. Karşılaşmalarından sonra, İs- met Özel, meğer televizyon programlarında filan da "Müs- lümanlar, kâfirlere özeniyor" deyip, bizim arkadaşı örnek vermeye de başlamış. İkinci hatıra da, yine bir arkadaştan: İsmet Özel'le -yine- otobüste karşılaşmışlar. Çocuk ha- fif şok geçirmiş, kitaplarını ve şiirlerini hayranlıkla okudu- ğu adamı karşısında görünce. Aynı durakta inmişler. Arka- daş herhalde heyecandan fazla dikkatli bakmış olmalı ki, İsmet Özel, "Evet, ben oyum" deyip hızlı adımlarla uzak laşmış. Velhasıl, şairler "farklı" adamlar.
Sayfa 136Kitabı okudu
Yeni bir kuşak var, şu an liseyi tüketmekle, üniversite curcunasında sistem ne uygun görürse yöntemiyle bir meslek grubuna yönelmek üzere, dershanelere koşturuyorlar. Kimi salak mekanlarda toplanıp incir çekirdeğine eziyet muhabbetler ediyorlar. Ehliyetsiz ve çok hızlı araba kullanıyorlar. Birinci ve ikinci lig ayak topu maçlarını sıkı sıkıya
Sayfa 78 - Ortaoyuncular YayınlarıKitabı okudu
Türkiye’de yeni maarif sistemi Abdülhamit’in kurduğu ilköğretim ve yükseköğretim kurumu ile başlar. O sırada üniversite açmak için yapılan birkaç girişim başarısız kaldığı için üniversitenin “Darülfünun-u Osmani” adıyla açılışı İkinci Meşrutiyetin başına rastlar.
Sayfa 266 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okuyor
“İkinci Dünya Savaşı’ndan önce üniversite eğitimi, sağlam bir sosyal sermaye ile iyi bir lise eğitimine sahip dar bir çevreye hitap ediyordu. 1913 yılının istatistikleri Avrupa ülkelerindeki üniversiteye gitme oranlarının binde yedi ile on bir arasında değiştiğini gösteriyor.”
Sayfa 13 - Kronik KitapKitabı okudu
570 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.