Halbuki,dünyanın hangi kıtasına gitsek her tarafta karşımıza çıkan güneş gibi,onu her adımında takip etmek,ışıklandırmak istiyorum.Fakat istemek,olmak mıdır?Bir kurbağanın da fil olmak istemediği ne malum?İstek ve arzuya kabiliyetin de ilavesi şart.
Soluk alan her şey teyit edilemeyenle beslenir; birazcık mantık ilavesi bile, varoluş -Sağduyusuzluk çabası- için uğursuz olurdu. Hayata sarih bir anlam verin: Hemen o an cazibesini yitirir.
(İslâm'ın ilk zamanlarında farz olan ramazan orucunu tutarken sahur yemeği yoktu. Oruç tutan kimse, akşam orucunu açınca yatsı namazını kılıp uyuyuncaya kadar yer içerdi. Bundan sonra yemek, içmek ve kadınlara yaklaşmak haramdı. Bazı Müslümanlar dayanamayıp kadınlarına yaklaştı. Bazıları iftardan sonra yorgunlukları sebebiyle hemen uyudukları için, ertesi gün açlık ve susuzluktan baygınlık geçirdiler. Cenab-ı Allah müminlere acıdı ve bir kolaylık olmak üzere bu âyeti indirdi. «Beyaz iplik ve siyah iplik» ifadelerinden maksadı, «mine'l-fecr: tanyerinin ağarmasından» ilâvesi açıklığa kavuşturmuştur. Buna göre orucun başlaması gereken zaman (imsak), güneşin doğmasına değil, fecrin doğmasına, yani tanyerinin ağarmaya başlamasına bağlıdır. İplik tabiri de, tanyeri, ağarmasının başlangıcını ifade etmektedir. Aydınlık yayılıp yükselince, artık ona «beyaz iplik» denemez. Aydınlığın başladığı an sahurun bittiği ve imsakın başladığı, aynı zamanda sabah namazı vaktinin de girdiği andır.)
En nihayetinde insanların algılarının hiçbir değeri yoktur. Allah'ın huzurunda hiçbir şey ifade etmez. Ne hanenize bir ilavesi olur ne de bir şey eksiltir.
Kur'an'da da Hz. Adem (aleyhisselam) unutkanlıkla vas- fedilmiştir. Çünkü O, "Andolsun biz, daha önce de Adem'e ahit (emir ve vahiy) vermiştik. Ne var ki o, (ahdi) unuttu. Onda azim de bulmadık” (taha 20)
âyetinde de vurgulandığı üzere ağaçtan yememe gibi önemli bir sorumluluğunu unutmuştur. "(Genç adam), ‘Gördün mü'!
''hiçbir şeye dayanmadığı için, bir gerekçenin gölgesi bile bulunmadığı
için, hayatta sebat ederiz. ölüm fazla kesindir. bütün sebepler onun
tarafında bulunur. içgüdülerimize esrarengiz gelir, düşünüşümüzün önünde
berrak ve itibarsız bir halde bilinmeyenin sahte cazibesi olmaksızın belirir.
hükümsüz sırları biriktire biriktire, anlamsızlığı tekeline ala ala, hayat
ölümden fazla ürküntü verir. büyük meçhul odur.
bunca boşluk ve anlaşılmazlık nereye varabilir? günlere tutunuruz
çünkü ölme arzusu fazla mantıksaldır. bundan dolayı da işe yaramazdır.
hayat; belirgin, tartışılmaz açıklıkta tek bir gerekçeye sahip olsaydı kendini
yok ederdi. içgüdüler ve önyargılar tutarlılık’la temasa geçtiklerinde ortadan
kalkarlar. soluk alan her şey teyit edilemeyenle beslenir. birazcık mantık
ilavesi bile varoluş -sağduyusuzluk çabası- için uğursuz olurdu. hayata sarih
bir anlam verin, hemen o an cazibesini yitirir. hedeflerindeki belirsizlik onu
ölümden üstün kılar. bir nebze sarahat bile onu mezarlar kadar
bayağılaştırabilirdi. zira hayatın anlamını konu alan bir müspet bilim yeryüzünü bir günde ıssız bırakırdı. arzunun verimli gayri muhtemelliğini de hiçbir çılgın yeniden canlandıramazdı.''
Soluk alan her şey teyit edilemeyenle beslenir; birazcık mantık ilavesi bile, varoluş için uğursuz olurdu. Hayata sarih bir anlam verin: Hemen o an cazibesini yitirir. Hedeflerindeki belirsizlik onu ölümden üstün kılar..
Aşağıda, 1969 yılında Levin-Epsteiğn Ltd. tarafınadn Tel Aviv'de yayınlanan Meir Har-Tzion'un günlüğünden bir alıntı yer almaktadır. Meir Har-Tzion İsrail Dışişleri Bakanlarından A. Sharon'un yakın arkadaşı ve aynı zamanda suç ortağıdır. Aşağıdaki alıntıda 50'lerin başında Gazze'ye yapılan bir İsrail baskını tasvir
Üstadım'ın bana ithaf ettiği RAMAZAN ilâvesi Noktalamaları’ında, bende olanın bana verilişi, bu hikmet de tecelli etti:
“Anlamak yok çocuğum anlar gibi olmak var,
Bu işin sonunda, saçlarını yolmak var!”…
Memleketimizde mezar taşlarına mezarda gömülünün doğum tarihi ilavesi de adet olsaydı yetmişe, seksene varanların azlığını görerek ümitsizliğimiz artardı.
içgüdüler ve önyargılar Tutarlılık’la temasa geçtiklerinde ortadan kalkarlar. Soluk alan her şey teyit edilemeyenle beslenir; birazcık mantık ilavesi bile, varoluş -Sağduyusuzluk çabası- için uğursuz olurdu. Hayata sarih bir anlam verin: Hemen o an cazibesini yitirir.
Hiçbir şeye dayanmadığı için, bir gerekçenin gölgesi bile bulunmadığı için, hayatta sebat ederiz. Ölüm fazla kesindir; bütün sebepler onun tarafında bulunur. İçgüdülerimize esrarengiz gelir; düşünüşümüzün önünde, berrak ve itibarsız bir halde, bilinmeyenin sahte cazibesi olmaksızın belirir.
hükümsüz sırları biriktire biriktire, anlamsızlığı tekeline ala ala, hayat ölümden fazla ürküntü verir: Büyük meçhul odur.
Bunca boşluk ve anlaşılmazlık nereye varabilir? Günlere tutunuruz, çünkü ölme arzusu fazla mantıksaldır, bundan dolayı da işe yaramazdır. Hayat belirgin, tartışılmaz açıklıkta tek bir gerekçeye sahip olsaydı kendini yok ederdi; içgüdüler ve önyargılar tutarlılıkla temesa geçtiklerinde ortadan kalkarlar. Soluk alan her şey teyit edilemeyenle beslenir; birazcık mantık ilavesi bile, varoluş ( sağduyusuzluk çabası ) için uğursuz olurdu. Hayata sarih bir anlam verin: Hemen o an cazibesini yitirir. Hedeflerindeki belirsizlik onu ölümden üstün kılar; bir nebze sarahat bile onu mezarlar kadar bayağılaştırabilirdi. Zira hayatın anlamını konu alan bir müspet bilim yeryüzünü bir günde ıssız bırakırdı; Arzu'nun verimli gayri muhtemelliğini de hiçbir çılgın yeniden canlandıramazdı.