Aradan onlarca yıl geçtiği halde bundan sonra olanları hiç unutmadım. Kalenin içindeki yüzlerce kadın ve yaşlı, umutsuzluk ve korku içinde kayanın kenarına koşup duraksamadan aşağı atlamaya başladılar. Hayatları boyunca bunun talimini yapmış gibiydiler. Anneler çocuklar ve bebeklerini kucaklayarak kayanın ucuna kadar koşuyor, bir an durup, son kez bir nefes alıyor ve çocuklarını kayadan aşağı fırlattıktan sonra kendilerini de boşluğa bırakıyorlardı. Bütün askerler olan biteni görebiliyorlardı. Dehşete kapılmıştık. Kadınlara avazımız çıktığı kadar bağırarak kendilerini aşağıya atmamalarını söyledik. Ancak zavallı anneler kendilerini uzaktan seyretmekte olan eşlerinin önünde onurlarının ayaklar altına alınacağı, çocuklarının şişlenerek öldürüleceği ya da köle olarak alınıp götürüleceği korkusuyla çılgına dönmüşlerdi.
Acz olmasa bî-nevâ kalırdık Hep ebkem ü kec-edâ kalırdık
Müşkildi edâ-yı şükrü tahmîd Kanda leb-i zerre kanda hurşîd
Ammâ ki zebân-ı aczimiz var Vasfında beyân-ı aczimiz var.
İbnü's-Salâh sahîh hadisleri Buhârî ve Müslim tarafından rivâyet edilmesini esas alarak en güvenilir olandan başlamak üzere yedi dereceye ayırmıştır. Bunlar:
1. Buhârî ve Müslim'in ortaklaşa el-Câmiu's-sahih'lerine aldıkları, başka bir ifadeyle müttefekun aleyh olan hadisler,
2. Buhârî'nin yalnız başına rivâyet ettiği hadisler,
3. Müslim'in yalnız başına rivâyet ettiği hadisler,
4. Kitaplarına almamış olsalar da Buhârî ve Müslim'in şartlarına uygun olan hadisler,
5. Yalnız Buhârî'nin şartlarına uygun olan hadisler,
6. Yalnız Müslim'in şartlarına uygun olan hadisler,
7. Buhârî ve Müslim'in dışındaki hadis âlimlerinin sahîh kabul ettiği hadisler.
Hadislerin değil hadis kitaplarının isnadlarıyla nakledildiği nakil döne- minde icâzet metodunun kullanımının yaygınlaştığı görülmektedir. Bu dönemde vicâde metodunun kullanımında da artış olduğu söylenebilir. Hadislerin tek tek isnadlarıyla rivayet edildiği rivayet döneminde hadisler çoğunlukla sema ve kıraat metotlarıyla alınıp nakledilmekteydi. Temel hadis kaynaklarının isnadlarında yer alan rivayet lafızları incelendiğinde, sema ve kıraat dışındaki metotların ilk üç asırda yaygın olarak kullanılmadıklarının görülmesi de söz konusu metodun rivayet döneminde değil daha sonraları yaygınlaştığını göstermektedir. Nitekim konuyla ilgili yapılan bir araştırmada özellikle icazet metodunun hicri beşinci asırdan sonra yaygınlaştığının ifade edilmesi de bu durumu desteklemektedir.
Oryantalizmin geliştiği çağdaş dönemde Yahudi ve Haristiyan kutsal kitaplarının vahiy kaynaklı olup olmadığı hususu ciddi şekilde tartışma konu olmuştu. Ortodokslar dışında modern Yahudi mezhepleri, Kutsal Kitabı araştırma konusu yapmış ve tenkit etmişlerdi. Liberal ve Reformist eğilimli mezhep- ler, kutsal kitabın Tanrı'nın yazdırmış olduğu bir kitap değil, çağlara ve şartlara göre değişen, ilahi unsurlar yanında beşeri unsurları da ihtiva eden bir kitap koleksiyonu olduğunu ileri sürmüşlerdi.
Ehl-i hadis ise Kur'ân'in mahlûk olduğunu söylemekle onun bir beşer sözü olduğunu iddia etmek arasında hiçbir fark bulunmadığını savunmuştur. Onlara göre Kuran-ı Kerim Allah kelamı olup mahluk değildir. Zira kelam Allah'ın zatından ayrılmayan bir sıfattır. Dolayısıyla "Kur'ân mahlûktur" demek küfür, "mahlûk değildir" demek ise bid'attır. Kur'ân'in Allah kelamı olduğu ayet ve hadislerle sabittir. Ashab ve tabiin alimleride bu hususta farklı bir görüş beyan etmemişlerdir.Bu sebeple sadece, Kuran Allah kelamıdır demekle yetinmek ve Kur'anı telaffuz edişin mahlûk olup olmadığı tartışmasına girmemek gerekir.