Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Osmanlı toplumunda mimarlık basit bir inşaat ustalığı değildi. O zamanlar otorite vardı. Binaların boyu, sokaklara bir şahnişininin (balkon) taşıp taşmayacağı, bunun ihlali halinde ani bir yıkım kararı, mimarbaşının elindeydi. Bundan dolayıdır ki, Sultanahmet Meydanı altındaki sarnıçların korunması için yüksek binalar yapılmaması, 19. asır sonuna kadar uygulanan bir kuraldı. Ancak 19. asırda ve bilhassa 20. asırda buralarda bu kuralı ihlal eden binalar ortaya çıkmıştır.
Bir tasavvur edelim: Karşınızda bütün dinleri ve inanılmaz sayıdaki dilleri kapsayan bir imparatorluk söz konusu. Bu imparatorluğu gezebilen, görebilen, öğrenebilen insanın eğer zekiyse ve üstün zekâlıysa yaratıcılığının muhteşem olacağına hiç şüphe yoktur. Bugün bile bu imkâna sahip bir zümre yoktur. 16. yüzyılın Osmanlı İmparatorluğu, askerî bir imparatorluktur ve askeri hayatın zaruretleri içinde belirli bir zümre çok şeyi keşfederek, süratli olarak öğrenebilmekte ve yeni modeller ortaya koyabilmektedir. Bu büyük dinler, diller, ırklar haritasının 18 ve 19. yüzyılın sömürge imparatorluklarıyla da pek alakası yoktur. Çünkü bu imparatorluk, bir memleketler bütünüdür. Burada yaşayan insanların yatay olarak bir eşitliliği söz konusudur. Teorik olarak ve pratikte de en ücra köşedeki insanın yükselebilme ve devletin merkezindeki karar organlarına oturabilmesi söz konusudur.
Reklam
Çok kısa bir zamanda, dört bir tarafta coğrafi şartları, malzemeyi tanıyan -malzemeyi tanımak çok önemli- ustaların kendine özgü bilgilerini kapan bu kişiler standart bir mimarî geliştirebilmektedirler. O kadar ki, Yunanistan'ın bugün Trikala denen Tırhala'sındaki Osman Şah Camii, Halep'teki camiler ve İstanbul'daki Mimar Sinan eserlerini tanıyabilmek için eğitimli mimar olmak gerekmiyor. Bunları gören, bir kaçına dikkatli bakan herhangi bir şehirli, mimari bilgisi olmasa bile, aynı mimarın elinden çıktığını anlar. İşte böyle özgün üslûp sahibi olmak, ancak dâhilere hastır.
"Bugünkü Avrupa kıtasının kültüründeki ortak yön artık maalesef Yunan-Latin kültürü değildir, o geriledi. Ortak yön sadece Amerikan tarzı hayat, giyim ve yemektir."
Sayfa 165
Zaman daha ne gibi sorunlar çıkarır bilinmez, ama ülkelerin geleceği için çizilen bu gibi planlar, ev değiştirmeye veya düğün yapmaya benzemez. Tarihimizi düzeltilmesi zor hatalarla inşa etmekten kaçınmalıyız. Heyecan değil; düşünmek, planlamak lazımdır.
Sayfa 166 - Kronik KitapKitabı okudu
19. yüzyıla kadar kimseye burnundan kıl aldırmayan İstanbul, aklımızı başımıza toplarsak gene de aldırmaz. Potansiyeli bu kadar yüksek, gelişmeye bu kadar müsait, bu kadar güzel ve bu kadar zengin mirasa sahip başka şehir nerede? Hangi şehrin böyle bir silueti var? İstanbul'un dışı cihanı yakar, içindeki keşmekeş de bizi. Elli senedir onu çirkinleştirmek için her şeyi yapıyoruz ama gene de güzel.
Reklam
Bu şehirde hükümdarın nasıl yaşayacağı, sarayda devlet adamlarıyla günlük teması, nasıl yemek yiyeceği, muayyen günlerde bilhassa Cuma günleri Cuma namazına gidilirken selamlık dediğimiz törenin nasıl yapılacağı en ince ayrıntısına kadar tespit edilirdi. Ve bu sadece imparatorluğun halkı için değil, bütün İslam dünyası için çok önemliydi. Unutmayın ki, Cuma günleri bir törenin ötesinde bir adaletin tecelli günü, halkın en alt katmanındaki insanlarla, uzak köylerle hükümdarın ve vezirlerin temasa geçtiği gündü. Rikab-ı Hümayun dediğimiz, padişah atla geçerken onun güya eğerini yakalayarak verilen, takdim edilen arzuhallerin içinde sırf Türkçeleri değil bir alay Slav dillerinde ve Helence olanları vardı. Bu, 19. yüzyılda dahi devam eden bir ananeydi. Bunları arşivde de görmek mümkündür. Dolayısıyla imparatorluk bir dünya imparatorluğuydu ve İstanbul da o dünya imparatorluğunun başkentiydi.
Yaşamaya başlamamış çok insan vardır. Yaşamıyor; gelmiş dünyaya ama sürünüyor ya da sürüklüyor. Bilinçli bir programı yok. İradesine hâkimiyetle, adelelerine ve düşüncesine hâkimiyetle bir denge kurabilmiş değil. Bu dengeyi iyi kuran insanlar da doğrusu az bulunur.
İnsan ölmekten değil, yaşamaya hiç başlamamaktan korkmalıdır. ~Marcus Aurelius
Çok açık ki insanın gözünü, hafızasını eğitmesi gerekir. İnsanın teknolojiyi kendine uydurması gerekir. Teknoloji sizin mürşidiniz olamaz, siz onu kullanırsınız. Sizden daha hızlıdır ama onu yöneten yine siz olmalısınız.
Reklam
Gerçi bütün dünyada orta eğitimde çöküş var; ama bu Milli Eğitim Bakanlığı’yla biz ne Avrupa’ya ne de Asya’ya gidebiliriz.
Sayfa 164 - Kronik KitapKitabı okudu
İran'da, İsfahan, Orta Asya'da, Müslüman Hindistan'da, Delhi gibi belki böyle kalabalık şehirler vardır. Buna rağmen, İstanbul'un nüfusundan çok zenginliği, orijinal mimarisi, kütüphaneleri dikkati çekerdi. Develer dolusu kervanlarla bu şehre kitap taşınırdı. Kütüphaneleri dolmaya başlamıştı. Bizzat İstanbul'un bu zenginliği muhtelif milletlerin dillerinde, muhtelif isimlerle anılmasına neden oldu: Asitane, Darü's-Saadet, Der Aliyye (Yüce Ev), Darü'l-hilafetü'l-Aliyye, Der-i Saadet veya Der-Saadet gibi son zamanlara kadar halk arasında kullanılan isimler. İsimler saymakla bitmiyor. Slav milletlerin dilinde onun adı Tsarigrad'dı (Çar'ın, imparatorun yaşadığı şehir). Hâlâ bugün Bulgarcada bu ismin kullanıldığını görürsünüz. Bildiğim kadarıyla Sofya Havaalanı'nın bekleme salonundaki mozaiğin üzerinde İstanbul, Tsarigrad diye gösterilmektedir.
En parlak zamanlarında Kolonya, yani Köln on bin nüfusa ancak ulaşmıştı. İtalya büyüyen şehirlerin yaşadığı bir bölgeydi; ama orada bile güzel Venedik, Pisa, Eski Roma ve gelişmekte olan Floransa, İstanbul'la yarışmak için ancak on beş ile on altıncı yüzyılı beklemek zorunda kalmışlardı. Onun yapılarına ulaşmak mümkün değildi. Bu yüzden eski İmparatorluk zamanında şehri ifade etmek için sadece "Urbis", (Urb, yani şehir kelimesi) kullanılıyorsa bu yeni şehrin adını da "polis", sadece şehir diye ifade etmek yetti. Bundan dolayı "şehre, şehirde" anlamında kullanılan Stinpoli, İstanbul'un eski adı olarak ortaya çıktı. Müslüman Emevi kuşatmasında İstinbol deyimi yerleşti. Zamanla bu şehrin eski ismine benzeyen bir kelimeyi de Türkler kullandı. 18. yüzyılda bazı kitabelerde, mezar taşlarında, hiç şüphesiz fermanlarda ve kayıtlarda kullanılan İslambol kelimesi vardır. Bu, şehrin âdeta İslamlaştığının, İslam adı taşıdığının bir ifadesidir. 18. yüzyılın garip bir etnik bilincidir ve isim çok fazla yaşamamıştır. 19. yüzyılda kullanılmamıştır. Osmanlı İstanbul'u mutantandı, görkemliydi, bütün doğulu ve batılı milletlerin gözü o şehrin üzerindeydi.
farklı insanları arayıp bulun, dünyanız değişsin.
Bir yol tıkalıysa diğerinden gidersiniz, o da yoksa üçüncü yolu siz yaratırsınız. Bu, bütün hayatınız için geçerlidir. Ancak bir defa geçtiğiniz yoldan bir daha geri dönmeyeceksiniz. Çünkü lüzumsuz geri dönüş başarısızlıktır, tekrara düşmektir, ufku kapatmaktır.
1.500 öğeden 15bin ile 1.500 arasındakiler gösteriliyor.