İLK MEVSİM
bu mevsimin ismini bilmiyorum. kaç çağ, kaç asır, kaç yıl geçmiş bilmiyorum. sadece dört mevsim mi var? penceremden görünen ağaçlar sonbahara benziyor. bazıları ince belli, çoğu kısa, bazısı genişçe. çıplak dallarını uzatmış insanlara bazısı yanında bir fidan filizlendirmiş. o da çıplak. kiminin dalları kırılmış, kimi yolunu kaybetmiş bir kuşa hala yuva, kimi budanmış. kiminin dikenli dalları her şeye inat deliyor gökyüzünü. kocaman bir pencere, küçücük duvarlar... sadece kışa hazırlık yapan ağaçları görüyorum. inanasım gelmiyor yazı geçirdiklerine. belki de ilk mevsim sonbahar, her şey yeni başlıyor. belki de bilmiyorlar yeşilleneceklerini, çiçekleneceklerini... mavi... kırmızı... sonra anımsıyorum, bunlardan daha çok vardı. yol kenarlarında, ormanlarda, köylerde, bir fabrika bahçesinde, camekanlar içinde koca bir saksıda, dağlarda, okul bahçelerinde, cami avlularında, acil kapısındaki bankın arkasında... siren sesleri geliyor. unutmuşum. odam yol kenarında. neden bu kadar yalnızlar? kim yoldu yapraklarını? mavi... kırmızı... köklerinin farkındalar mı? gitsem yanlarına... siren sesleri... siz ağaçsınız! hareket edemiyorum. burası odam değil. ayaklarımın altı toprak...kırmızı...mavi...Sus...siren...Ben...mavi...De...kırmızı...Bir...siren...Ağacım.
G